29 Kasım 2007

Nostalji...



İki gündür bilgisayarımın yedeğini alıyorum diye eski yeni ne kadar briiktirilmiş yazı, şiir, resim varsa bir bir gözden geçirip nostalji yapıyorum yakın geçmişime..

Aşağıdaki yazı da sanırım mail ile gelmiş, kaynağı belli değil, alıp saklamışım.. Uzunca ama okunmaya değer...


Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
Rüyalarımıza melekler uğrardı
Kapımızdan yoğurtçu, bahçemizden ishak kuşu
Kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.


Kışın yanan bir sobamız olurdu
Sobanın yanında kedimiz
Kedinin önünde yün yumağı
Bir hayat bilgisi fotoğrafı gibiydik

Yerli malı kullanan
Yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili
Kuru incir, üzüm, fındık, tütün, çay, narenciye, kavun-karpuz yetiştiren
Kuru üzüm, inciri satan, karşılığında çamaşır makinesi, radyo, otomobil alan
Bir toprağın fertleri..
.
Biraz yoksul, biraz mütevekkil
Biraz mahçup, biraz kırılgan
Biraz naif ama hep umutlu
.
Özlerdik
Memleketteki halamızı
İnce doğranmış bir dilim pastırmayı
Yurttan sesler korosunu
Akşam komşuluklarını
Radyo tiyatrolarını
Sabah ezanını
Kalaycıyı, bozacıyı
Münir Nurettin şarkılarını
Orhan Boran yarışmalarını
Bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını
Okul önü koz helvalarını
Akşam oturmalarını ve hayatı..

Top oynardık
İp atlar, kedi kovalar
Taşlarla birbirimizin başlarını yarar
Mahalle savaşları çıkarırdık
Gece olunca da tutar babamızın elinden
Yazlık sinemaya gider
Sadri Alışık, Vahi Öz,Belin Doruk, Cüneyt Arkın seyreder
Olimpos gazozları içerdik
Güler eğlenir bağırır çağırır
Dönerken yıldızları sayardık
Sıkı çocuklardık.

Yollar bozuk, musluklar bozuk
Ziller bozuk, paralar bozuk
Ama adamlar sağlamdı.

Ben Fenerbahçe’yi, amcam Vefa’yı tutardık
Konya tahıl ambarı, mersin muz cennetiydi
Taksim’den Fatih’e troleybüs kalkar
Şişhane’de mutlak raydan çıkardı.
Hayat zor fakat çok matraktı.

Muammer Karaca adına bir tiyatro binası yoktu
Bizzat kendisi vardı.

Başımız ağrırdı, komşumuz vardı
Gönlümüz daralırdı, komşumuz vardı
Çorbamızı, umutlarımızı
Memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız vardı

Geceleri bekçimiz
Gündüzleri sütçümüz
Bizim kadar zayıf olsa da
Nohuta, makarnaya alışmış olsa da
Sarman adında kedimiz
Ceplerimizde kırık misketlerimiz
Çamur bulaşığı ellerimiz
Ve gülümseyen bir yüzümüz
Göstermekten utanmayacağımız bir içimiz
Biraraya gelerek çektirebileceğimiz
Bir aile fotoğramız vardı.

Bir sabah bütün iyi şeylerin
Ayvansaray iskelesinden
Hayal ülkesine doğru demir alan
Bir Şirket-i Hayriyye vapuru gibi
Aramızdan ayrıldığını gördük.
Sonra Ayvansaray’ın sularının çekildiğini yazdı gazeteler

Ne Harman sigarası kaldı geriye
Ne olimpos gazozu
Ne Sadri Alışık, ne de Belgin Doruk

Kalan bir tortuydu belki de
Belki kırık bir rüya denizi
Belki suda düşürdüğümüz suretimizin
Cep aynamıza nüktedan bir yansımasıydı herşey

Herşey Maltepe sigarasının
Her arandığında
Her bakkalda bulunabilmesi ile
Büyüsünü kaybetmişti belki de..

Belki de biz bir rüya mı görmüştük ?

Hadi hepsi yalandı
Hadi hepsini ben uydurmuştum
Ama rüyalarımızın melekleri
Ve soframızın daim konukları kuşlar ?
Ya onlar...
Onları siz de mi görmediniz?
Sizin de sofranıza konup
Rüyalarınıza uğramadılar mı?
Onlar da mı yalandı?
.
Hamiş1 : İlla resim de ekliycem ya yazılarıma.. Eski resimlere bakarken ofisteki en eski resmimi buldum sonunda.. Ekim 2002, Kıbrıs... Balayındayız:-)
Hamiş2 : Yukarıdaki yazı Can Dündar'ın mı diye soranlar lunca ben de araştırayım biraz dedim ve İbrahim SADRİ'ye ait olduğunu öğrendim, bilginize...

28 Kasım 2007

Bir demet fotoğraf...

Bir haftadır yazamıyorum, içimden gelmedi.. Bugün ofisteki dizüstü bilgisayarımın yedeğini alırken Fotokritik'te yayınlanan fotoğraflarıma rastladım.. Özlemişim herbirini.. Aslında fotoğraflarımı buradan yayınlıyorum ama bu kareleri ve hikayelerini paylaşmak istedim..


Vatikan Kilisesinin bahçesi... Gördüğüm insan eliyle yapılmış en muhteşem yapıydı..


Vatikan Kilisesinin içinden bir canlandırma... Eğer yolunuz oralara düşerse, mutlaka kilisenin içini de gezin.. Sakın bahçesindeki kalabalığı görüp de geri dönmeyin..


Karadeniz Yaylarından Kavrun Yaylasına bir bakış.. Çok uzak ve çok vahsi...


Palovit yaylasından bir mantar... Gizlemişti kendini bir çam ağacının köklerinin altına ama muhteşemdi..


Haydarpaşa İstasyonundaki bekleme salonunun camlarından birinin üzerindeki vitray çalışması... Cama ruh verme sanatı...

Avusor'lu Yasin çocuğu taktimimdir.. Karadeniz Yaylarına gittiğimiz turda Avusor yaylasında karşılaştığım, poz vermekten hoşlanmayan, bu pozunu da tesadüfen yakadığım Yasin çocuk..

Fotoğrafçılık kursunun son günü çıktığımız şehir içi gezimizde, hocamızın bizi götürdüğü enteresan yerlerden biri.. Karanlık bir kare gibi gözükse de, söylemesi ayıptır amabir fotoğrafçı gözüyle başarılı bir çalışma..



Su damlalarının zamanla dansı.. Sultan Ahmet Meydanındaki fıskiye ve laleler...


Aynı gün geziye giderken vapurdan bir kare.. Sol alt köşedeki kafa kirliliği haricinde, sevdiğim bir fotoğrafımdır.

Zeynep arkadaşımın Ömerli'deki evlerinin bahçe kapısından gizlice çekilmiş bir kare bu da.. Ilık bir bahar sabahı, kış hazırlıkları başlamış bile..

Kiraz zamanı, Ömerli'de bir bahar sabahı..

19 Kasım 2007

YOLDAKİ GÜZELLİĞİN RENGİ : MAVİ

Evet anlaşılacağı üzere Cumartesi sabah kontrolümüz vardı, minik güzelliğimizi görmek üzere doktora gittik.. Başladık muayeneye.. 1-2 dakika geçmemişti ki doktor amca ile aramızda şöyle bir diyalog gelişti :

- Doktor : Cinsiyetini söylemişmiydik?
- Ben : Geçen sefer kız gibi görünüyor demiştiniz.
- Doktor : Yanılmışım... Erkek bu...
- Ben : Emin misiniz ?
- Doktor : Evet evet oğlunuz olacak.. Bak bu da pipisi...
- Ben : ???????????
- O. : Ama biz alıştırmıştık kendimizi kız olacağına....
- Ben : ???????????

Kız ya da erkek olacağı için değil, artık şahsiyetle daha yakından tanıştığımız için ağlamamak için zor tuttum kendimi.. Eve dönerken yüzümdeki gülümseme ifadesi hiç silinmedi...

Geçen ayki kontrolde doktorumuz “Kız gibi görünüyor, ama kimseyle paylaşmayın henüz erken” demişti biz de Figen ve Özen hariç kimseye söylememiştik.. Geçen zaman içinde ise açıkçacı alıştırmıştık kendimizi bu fikre.. Ben açıkçası hayatım boyunca kızım olmasını hayal ettim hep.. Ama hamile kalınca gerçekten de fark etmiyormuş cinsiyet konusu.. “Sağlıklı olsun, hayırlı bir evlat, hayırlı bir insan olsun yeter” diyorum hep kendi kendime..

Gerçi O.nun ailesindeki erkek evlat çılgınlığı bildiğiniz gibi değil... O kadar çok sevindiler ki anlatamam..
.
Minik oğluşumla bu şekilde tanışmak bizi de çok sevindirdi tabi.. Alıştığımı sanıyordum hamilelik fikrine ama alışılamıyor galiba, içimdeki mucize büyüdükçe beni şaşırtmaya, kendiniz özletmeye ve onun için her konuda kaygı duymamı sağlamaya devam ediyor. Hala aklıma geldikçe yüreğim pır pır ediyor onun için... Ama hiççççç şikayetçi değilim... Ne güzel yürek çarpıntısıymış bu böyle... Allahım isteyen herkese yaşatsın inşallah...

16 Kasım 2007

Sanal dünyanın gerçek hırsızları...

Sevgili Esra bloğunda uzun uzun anlatmış, şu internet kuyusunda başına gelen sahtekarlık olayını..

Geçen sene benim de başıma aşağıda anlatacağım olay gelmişti de ben de direkten dönmüştüm.. Anlatayım da aklınızda bulunsun istedim.. Gerçi intikamım acı olmuştu ama neyse...

Efendim, hikayemiz şöyle : Geçen sene O.na doğum günü hediyesi olarak Tar almak istiyordum.. Bilmeyenler için Tar Azerbeycan yöresine ait bir halk sazıdır. İstanbulda birçok yere baktım ama çok pahalı geldi.. Neyse o sırada ofisten bir arkadaş Azerbaycandaki ofise tayin oldu, arada gidip geliyor falan.. Ben de bu arakadaştan rica ettim.. Olur mailleşiriz dedi.. Azerbaycandan fiyat bakacak ve bana bildirecekti.

Aradan bir süre geçti arkadaştan haber gelmeyince merak ettim, mail adresini buldum ve mail attım arkadaşıma.. Kısaca “Tar fiyatları bakacaktın? 100 dolar-1500 dolar arasında tar varmış orada, ben aşağı yukarı 250 dolar civarı bir alet istiyorum. Sen alabilirsen, ve bana banka hesabını verirsen hemen gönderirim ücretini” şeklinde bir mail attım kendisine.. Yalnız arkadaşın mail adresi xxxxxx.yyyyyyyy@gmail.com şeklinde bir adres iken ben yanlışlıkla maili xxxxxxyyyyyyyy@gmail.com adresine mail göndermişim. Yani ad ile soyad arasına nokta işareti koymayı unutmuşum.

Birkaç gün sonra bana bir mail geldi bu xxxxxxyyyyyyyy@gmail.com adresli arkadaşımdan (!)...

Diyor ki : “Tamam sen şu www hesabıma benim adıma gönderebildiğin kadar para gönder ben alıp getiririm sana istediğim müzik aletini”... Bu arada buradaki bir ortak arkadaştan selam söyledim kendisine, o da karşı selam verdi ve dediki ek olarak “burada internete giriş saatlerimizi kontrol ediyorlar, istersen xxxxxx.yyyyyyyy@zzzzzzz.com.tr adresinden de yazışabiliriz” diyor. ZZZZZ dediği firmada Türkiyede faaliyet gösteren büyük bir otomobil üreticisi firma...

Önce anlayamadım, “gönderebildiğin kadar para gönder” ne demek diye.. Sonra zzzzz li firmada niye mail adresi olsunki diye düşünürken jeton düştü bende inanılmaz bir şaşkınlıkla beraber.. Biraz araştırınca yanlış adrese mail gönderdiğimi bu çok zeki arkadaş tarafından dolandırılmak üzere olduğumu kavradım..

İnanılmaz şaşırdım, üzüldüm.. Niye yani nasıl bir ahlaksızlıktır bu, ben durumu hiç farketmesem mesela 250 doları hemen göndersem bu banka hesabına, resmen dolandırılmış olucam ve bu ülkede yok bunun telafisi...

Çok kızdım ve başladım ne yapabileceğimi düşünmeye.. Ufak bir araştırmadan sonra dolandırıcı şahsın gerçekten de o zzzzzz firmasında Ar-ge departmanın çalışan bir –mühendis- olduğunu öğrendim hayretler içinde.. Hemen gittim bizim şirketin İK müdürüne.. Durumu anlattım.. Planım zzzzz firmasının İK sorumlusuna olayı anlatmak ve elemanlarından birinin dolandırıcılık yapmaya çalıştığını iletmekti.. Dedim ki bizim İK müdürüne “Siz olsanız napardınız?” Kendisi iş dışında insan olarak da çok beğendiğim ve güvenilir bir kişiliktir ve fikirleri benim için önemlidir.. Dedi ki “Direk kovarım, kovamasan bile siciline işletirim”. Ben de bu cevabı istiyordum zaten intikam ateşiyle yanarken... Hemen yazışmalarımı alt alta listeledim ve zzzzzz firmasının İK departmanına mail ettim. Dedimki böyle böyle.. Elemanlarınızdan birisi dolandırıcılı yapmaya çalışıyor.. vs vs... Bir süre sonra cevap geldi ve konuyla ilgilendiklerini bildiren kibar bir mail göndermişler.. Sonrasını bilmiyorum..

Kimsenin ekmeğinden olmasını istemem ama gerçekten çok kızmıştım ve bildirmem gerekir diye düşündüm.. Sanmam ki işten çıkarmış olsunlar ama çalıştığınız yerde böyle bir ün ile anılmak bile yeterince iğrençtir diye düşünüyorum..

15 Kasım 2007

Sobe...


Sevgili Hande beni sobelemiş.. İlk kez sobelendim ben ve iki gündür de evda hasta olduğum için, bugün de ancak birikmişleri toparlayabildiğim için şimdi yazabiliyorum.. Çok teşekkürler Hande'cim çok zevkli birşeymiş sobelenmek...


Aşağıdaki koyu renkli harfler sobe cümlesinin başlangıcı, gerisi bana ait...

1. Ben Küçükken; babam sadece Pazar günleri evde olurdu. Evimizde bir sobamız, sobamızın üzerinde Pazar sabahları fokurdayan çayımız ve kızaran ekmeklerimiz olurdu. Annem sobayı yakmadan, ev iyice ısınmadan yataktan kalkmamızı istemez, erkenden işe koyulurdu. O kalkınca kardeşimle ben babamın yanına gider, onu öperek uyandırır, annem kahvaltıya sesleninceye kadar yatakta alt alta üst üste pek bi sevişirdik.. Sonra mis gibi kokan evde ya kızaran ekmekler, ya yumurtalı ekmekler ya da misler gibi kokan ev tostları eşliğinde kahvaltımızı ederdik.. Şimdi hain doğalgaz icad oldu, bizler büyüdük ve eskide kaldı tüm bu hatıralar..

2. Aslında Ben; tam bir aslan burcu kadınıyım sanırım. Beni yakınen tanıyanlar ne kadar yufka yürekli, duygusal ve sulugözlü olduğumu bilirler ve zırt pırt gözyaşı dökmeme hiç şaşırmazlar. (Şimdi gebelik hormonlarıyla ne halde olduğumu anlayın yani.. Ama beni tanımayanlar üzerinde çok sert mizaçlı bir etki bırakıyorum nedense.. Bir de insanlar ben de hep 100 puanlık kredi ile başlarlar ve bazen bir bakış, bir laf bile negatife düşürebilir gözümde karşımdakini.. İşte o zaman ağzıyla kuş tutsa bitmiştir o şahıs benim için…

3. İlk Kopyamı Ne Zaman Çektim; Tam hatırlamıyorum ama ortaokul ve lisede pek kopya çekmezdim sanırım. Yalnız üniversitede iken galiba Ticaret Hukuku dersindeydi, sınav için bir kaç şey yazdım bacağıma, üzerimde de o zamanlar pek moda olan etek-pantolan tarzı bolca birşey var.. Geçtim en arkaya, kalorifer peteğinin yanına, çektim bir güzel kopyamı.. Çıktım sınavdan, sınıfın kapısı açık.. Dışarda birini gördüm ve dedim ki yüksek sesle “öyle bir kopya çektim ki, kimse anlamadı”.. Bunu duyan hoca arkamdan oturduğum sandalyeyi, çevreyi filan dört dönmüş, kopya bulucam diye ama bulamadı tabi.. Ne cehalet .. Peki geçtin mi dersten derseniz, evet ama bütte…

4. En Saçma Huyum; temizlik konusundaki takıntım sanırım.. Evde günün herhangi bir vaktinde yorgun da olsam ölüyor da olsam elimde domestos fıs fıslı çamaşır suyu ile iş yaparken bulabilirsiniz beni.. Misafirler gidince gecenin bir vakti ortalık toplama, gece yarısı toz alma, banyo dezenfektasyonu, günde en az 2 kez çamaşır suyu ile mutfak dezenfektasyonu gibi gibi…

5. Cep Telefonum; hiçbir zaman benden bir parça olmadı ve olmayacak.. Mecbur kalmazsam çantamdan çıkarmam bile.. Şart değil ise mesaj çekmem, süreklilik taşıyan bilgilendirme mesajlarından nefret ederim. Bir de orda burda bir ellerinde çanta, diğer ellerinde son model cep telefonlarıyla dolaşan tikilerden hiççççç hazzetmem.

6. Aşk Bence; Şu fani dünyamızdaki başımıza gelebilecek en güzel şeydir. Ne mutlu aşık olabilene, bu duygu ile yüreğinin pır pır attığını hissedebilene.. Ve hatta dünyadaki en şanslı insanlar da bence aşık oldukları kişi ile evlenebilmiş olanlardır ki ben bu gruptan olduğum için çok şanslı sayıyorum kendimi..

7. En sevdiğim bloglar; okurken kendimden en çok şey bulabildiğim bloklardır. Kendi bloğumda okuduğum blokları yayınlamaktan hoşlanmıyorum çünkü sık sık güncellemek gerekir ve bence şart da değil.. Ama onlar bana özel ve kendi sık Kullanılanlar Listemde mevcutlar.. Bazılarını sessizce takip ediyorum, bazılarına ise laf atmadan duramıyorum… Ama yine de ben bu blok kızlarını çok seviyorummmm…


Ben de şimdi Sevgili Tütü'yü sobeliyorum... Buyrun buradan yakınız efendim.
.
Hamiş : Yukarıdaki resmin konuyla alakası ne derseniz; şöyleki canım ne zamandır öğle yemeğinde fabrika dışına çıkıp, Eskihisar'daki hep gittiğimiz tavukçuda çoban salatasının suyuna kızarmış ekmek banmak istiyordu.. (ilk kez aşeriyorum)..Neyse bugün sağolsun ofisteki kızlarla gittik.. Hava da misler gibi, güneşli, sıcak, oturduk bahçesine.. Neyse söyledik yemekleri ve çoban salatasını.. Geldi salata ama her zamanki çukur kasede değil de oval salata tabağında.. Ben yüzümü buruşturunca(napıyım ben kaseye ekmek banmayı hayal etmiştim hep) Müberra geri gönderdi tabağı, "arkadaşımız hamile çukur tabakta istiyoruz biz salatayı" diye.. Garson dumur ötesi tabi... Böylece tabak aşeren ilk hamile olaraktan tarihe geçtim sanırım.. Neyse işte, o güzel ortamı soluyunca 1,5 saat kadar, şimdi adada olup, börtü böcek sokakta yayılmak istedim Yağızımla beraber.. Yukarıdaki resim de tatilden bir anı olarak duruyordu, ekleyeyim dedim:-)))

12 Kasım 2007

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil...



Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,

onlar kendi yolunu izleyen hayat’ın oğulları ve kızları.

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler

ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.

Çünkü ruhları yarındadır, siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsinizama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayın.

Çünkü hayat geri dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür

ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.

Okçunun önünde kıvançla eğilin.

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar,

başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Halil Cibran.

09 Kasım 2007

Rapunzel mi olayım ?


Arkadaşlar,


Bildiğiniz gibi hamileliğimin 16. haftasında bulunuyorum ve bunu öğrendiğimden beri de dip boya olayından vazgeçmiş durumdayım. Saçlarımdaki yıldızlar artık gün gibi ortada ama yapılacak bir şey yok, tıbben zararlı olduğu için uzunca bir süre daha saç boyasından uzak duracağım.

Ancak başka bir konu daha var canımı sıkan ki, bu konuda sevgili Hande'nin de fikrini sormuştum ve o da her aklı başında insanın cevap vereceği gibi kısaca "inanma böyle söylentilere" dedi haliyle..

Şimdi konu şu : Hamileyken saç kesilirse bebeğin ömrü de kısalırmış...

Evet biliyorum tıbben hiçbir anlamı olmayan anlamsız bir iddia ama bu konuyu sorduğum hemen herkes (ki özellikle aklı başında, böyle anlamsız hurafelere papuç bırakmayacak kişilerden de fikir aldım..) bu konuyu biliyor ve hamileyken de saç falan kestirmemişler.. Bana da sakın diyorlar üstelik.. Ay bu gidişle Rapunzel gibi doğum yapacağım...

Fikirlerinize ihtiyacım var, lütfen beni ikna edin. Daha doğrusu öyle laflar edin ki yarın ilk iş gidip saçlarımı kestireyim:-)))
.
12 KASIM 2007 - GÜNCELLEME -
.
Yorumlarınız ve fikirleriniz için teşekkürler.. Şöyle bir orta yolda yürümeye karar verdim : 17 Kasım da doktor kontrolümüz var, 3'lü testimiz de yapılacak.. 3'lü testin sonucunu hayırlısı ile alır almaz ilk iş kuaföre gidilecek ve saçlar kesilecek... (Bunu buraya özellikle yazıyorum ki,sonrada caymak istersen yüzüm tutmasın, mecbur kalıp kestireyim diye:-)))

06 Kasım 2007

Bebeğime...

Kalbinin pır pır attığını gördüğümüz şu günlerde, kurduğum binlerce hayal, yüreğimi acıtan binlerce kaygı var içimde.. Şu günler bir geçse diyorum kendi kendime, bir gelsen dünyaya, evimize, yuvamıza... Öğreteceğim binlerce şey var sana... Mesela;
.
Yapabilirsem eğer, gözyaşlarını tutmamasını öğretmek isterim sana, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmamayı, arkadaşının başarısından mutlu olmayı.. Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi de bilmeyi ve bunun seni daha da güçlendireceğini öğretmek isterim sana..
Her şeyin bir sonu olduğunu öğreteyim sana, sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu dolayısıyla kitaplardan keyif almasını öğretmek istiyorum sana. Ders çalışmak istemiyorsan seni çok fazla zorlayamayacağımı bilmelisin ama okumayı sevmesin yine de… Kendi çapında bir kütüphanen olmalı, kitap kokusunu sevmelisin.

Doğaya götüreceğim seni sık sık. Çıplak ayakla ıslak çimlerde gezmenin hazzını alabilmelisin. Hayvanlardan korkmaman gerektiğini öğreteceğim. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptıklarını anlatacağım.. Yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almanı sağlayabilirim belki de.. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğretmek istiyorum sana, kimbilir belki büyüdüğünde bir gece sevgiline bir ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirinize sarılırsınız sımsıkı..

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememen gerektiğini öğrenmen lazım ayrıca. Kazandığın elli liranın, piyangodan çıkan beş yüz milyondan çok daha keyifli olduğunu öğretmen lazım. Alın terine saygıyı öğrenmen gerektiği gibi. Aşk acısı çekmenin, hiç âşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğretmeliyim sana. Kendi doğruları üzerinden kimsenin seni yargılamasına izin vermemelisin ve başkalarını da kendi doğruların üzerinden yargılamamalısın... Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlatacağım sana ve hayatı sorgulamayı... Yapabildiğimce...
.
Bilginin en büyük güç olduğunu öğretmek istiyorum sana. Yapabilirsen bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendine saklaman gerektiğini öğretmeliyim sana. Haklı olduğun konuda sonuna kadar diretmeli ve haklıyken dik durmalısın herkese ve herşeye inat. Günün birinde yaptıkların değil, yapmadıkların için pişmanlık duyabilirsin ancak.

Basit yaşaman gerekiyor, çay içmekten keyif almalı, yalnız kalabilmeyi de bilmelisin.. ‘İstemiyorum’, ‘hayır’ demeyi öğreteceğim sana, istediğinde ise ‘istiyorum’ , sevdiğinde ‘seni seviyorum’ diyebilmelisin çünkü.

Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğretmek istiyorum sana. Temiz kokmasını... Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı...

Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapman gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşılması gerektiğini de öğrenmen gerek . Umarım tıpkı baban gibi müzik ve resim konusunda doğuştan yetenekli olursun, sporla barışık yaşarsın…

Dünya işleri hiçbir zaman bitmez, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırmalısın...

Ama en çok da kendini sevmelisin... Sen kendini sevmezsen kimse seni sevmez, sen kendine saygı duyup değer vermezsen, kimseden bekleyemezsin bunları…Hayattaki en önemli varlığın “sen” olduğunu öğreteceğim sana birtanem...

Şimdi bekleme vaktidir ve ümit ediyorum ki, ılık bir ilkbahar sabahında herşey yeniden başlayacak… Bir insanı daha sevmekle başlayacak herşey...
.
Hamiş : Bu yazının bazı bölümlerini bloglardan birinde görmüş ve almışım. Sonrasında kendime göre değiiklikler ve ekler yaptım tabi.. Şimdi kimdi hiç hatırlamıyorum.. Eğer blog sahibi bunları okursa ve beni uyarırsa memnun olurum.