29 Şubat 2008

Şafak 47...

Dün doktora gittik, aylık anlamdaki son kontrolümüzmüş bu.. Bugün itibariyle tam olarak 31 hafta 5 günlüğüz, bundan sonra her hafta NST ye bağlanacağız, 2 hafta da bir de doktorumuza görüneceğiz. 10 Nisan daki son doktor kontrolümüzden sonra da inşallah 16 Nisan 2008 tarihinde bebeğimizle buluşacağız..
.
Hamileliğimin başından beri hep normal doğumu düşünmüş olmama rağmen, kardeşimin doğumdan 15 gün sonra olmak zorunda kaldığı hemoroid ameliyatı ve sonrasındaki acılı süreç gözümü o kadar korkuttu ki, bende de hamilelik öncesinde onun kadar olmasa da benzer bulgular olduğundan, vazeçtim normal doğum yapmaktan... Bu konuyu her düşündüğümde içimde hissettiğim vicdan azabı, maalesef duyduğum korkuya yenik düştü... Allah korusun doğumdan sonra benden kaynaklanabilecek herhangi bir sorun nedeniyle acı çekmekten, aslında en çok da bu nedenle oğlumla gerektiği gibi ilgilenememekten, ona ayıracağım sürenin başka konulara harcanmasından çok korkuyorum ben.. İstiyorum ki doğumdan sonra sağlıkla, huzurla evimize dönelim, yeni hayatımıza başlayalım, sadece o olsun hayatımızın merkezinde.. Kendim de dahil olmak üzere kimse için bölünmesin oğluma ayıracağım zamanlar.. Allah yardımcımız olsun..
.
Emre oğluşum tam 42 cm. olmuş, 1837 gr. (Maşallah diyelim:-)))) Gelişimi çok güzel dedi doktor amca.. Herşey yolunda çok şükür...
.
Başlıkta da dediğim gibi şafak 47 deyiz ve gün sayıyoruz mutlu sona doğru.. 16 Nisan 2008 Çarşamba, büyük gün.
.
Doğacaksın yeni günlere,

kozasından çıkan bir kelebek kadar özgür.

Özgürlüktür en güzel hediye doğmasını bilenlere.

Sen doğ, güneş gibi dünyama.

Sen doğ, çiçek gibi doğaya.

Sen doğ, yalnızlığımdan hayatıma.

Ve o gün yaşgünüm...

Ve o gün birinci yaşım olsun....


26 Şubat 2008

Of daraldım çalışmaktan...

Sevgili günlük,


Biliyorum bu kez arayı çok uzun tuttum ama mazeretim var gerçekten de, çok çalışıyorum... İşler enteresan bir şekilde, izne ayrılmama 6 hafta kala depreşti diyebilirim. Bırak bloğa birşeyler eklemeyi, blogcu kızları okuyacak, yorum bırakacak zaman bile bulamıyorum bazı günler.. Bir arkadaşım "sen şimdi böyle yan çizersen, doğumdan sonra hiç görünmiycen mi ortalıklarda" diyor. Yok yok, yazmaya devam edicem inşallah..


Neyse şimdi birşeyler çiziktiriyorum ya, işlerimin azaldığından değil, bir nefes alma ihtiyacı benimki...


Geçen iki haftada neler mi oldu? Kar nedeniyle Pazartesi işe gelemedim.. Açıkçası o karda evden çıkmaya korktum.. Evde kalınca da kısa günün karı şeklinde ne zamandır beni bekleyen işlere el attım. Ne mi yaptım, oğluma evdeki artık iplerden bir çift patik ördüm, bir bere başladım.. Sonra berenin ipi az geldi gözüme, söktüm, başka bir iple yeniden başladım.. Patiğin fotoğrafıı çekmeyi unuttum, bere bitince ikisini bir yayınlarım artık..


Sonra hemen hemen bir yıldır boyanmayı bekleyen bir tepsi ve bir kutu vardı evde, onları boyadım..


İşte bu tepsim.. Evdeki boyalardan ürettiğim açık mavi bir renge boyadım, üzerine dekopaj uyguladım. Aşağıdaki ise henüz nerede kullanılacağına karar veremediğim kutum..

Kutumu mozaik tekniğiyle süsledim.. Üzerine yapışık olan resimlere dokununca her bir kutucuk kabartmalı olduğundan mozaik yapılmış hissi veriyor.. Gerçi mavisi biraz koyu oldu ve henüz verniklemediğim için biraz mat görünüyor ama işi bitince daha hoş olacak sanırım.

Geçen haftaya ait fazla ayrıntı yok kafamda, hafta içi çok yoğundum, hafta sonu ise gebelik okuluna devam ettim. Geçtiğimiz hafta sonunda babalar da katıldılar bize, bir çocuk psikoloğu, bir çocuk doktoru, bir ürolog, bir yenidoğan hemşiresi ve bir masör ile muhabbet ede ede günü tamamladık.. Oldukça keyifli ve verimliydi..

Kurs çıkışı Kadıköyde gezdik biraz... Çok özlemişim oraları.. Gerçi hafta sonu hava da güzel olunca çok kalabalıktı ama yine de süperdi.. Oğlumun odasına abajur aldık..


Daha önce baktıklarımızı odanın teması bozulmasın diye beğenmemiştik, ama bu çok hoşumuza gitti :-)

Pazar günü bir de oğlumun hatıra defterini kapladım.. Emre doğduktan sonra ziyaretine gelen eş/dost/akraba/arkadaşlarımıza birer satır birşeyler karalayabilecekleri bir defter yapmak istiyordum hep.. Hem doğum hatıralarımızı unutmayız, hem de sonrasında ben devam ederim yazmaya diye.. Evde bir ajanda vardı, aslında ajanda taslağı diyelim, sevgili Elif vermişti geçen yıl, içindeki sayfalar çizgisiz kağıt, dışı ajanda şeklinde bir defterdi.. Evdeki artık bir kumaşla ve silikon tabancam yardımıyla kapladım onu.. Sonra da Kadıköyden aldığım keçe süslerle süsledim.. Çok hoşuma gitti bitirdikten sonra..

Pazartesi ofise geldiğimde ise cuma günü internetten verdiğim siparişim masamdaydı... Bir dönence, iki çift balıklı çorap, bir de Lansinoh..

İşte oğlumun dönencesi.. Işıkları kapatıp, çalıştırınca çok hoş duruyor.. Buradan Stork marka, uzaktan kumandalısından aldım ve çok da uygundu fiyatlar..

Perşembe günü doktora gidicez, kontrolümüz var.. 32 haftanın içindeyiz, oğlumun hareketleri çok değişti, çok kuvvetlendi maşallah.. Önceki gün ilk kez yaptığı bir hareketle canımı acıttı.. Ama çok büyülü bir his onu hissetmek.. Öyle ki babası da keşfetti bu büyüyü sanırım, geceleri ben daha erken yattığım için o yatağa geldiğinde çoktan dalmış oluyorum ama o oğluyla oynaşıyor ben uyurken.. Hele Pazar sabahı uyandığımda neredeyse muhabbet etme kıvamına gelmişlerdi :-) Pazartesi dedi ki, eğer Emre doğduktan sonra da geceleri böyle olursa yanmışız biz :-))) Kimse kolay olacağını söylemiyor tabi.. Çekilecek tüm sıkıntılar, uykusuz tüm geceler için gönüllüyüz...Yeterki sağlıkla, sıhhatle kucağımıza alalım paşamızı..

İzne çıkmama 6 hafta kaldı.. Nisanın ilk haftası da çalışıp sonra doğuma 3 hafta kala izne çıkmak istiyorum hayırlısıyla.. Bakalım zaman ne gösterecek.. Öyle sabırsızım ki, yüreğimin pırpırlarını tarif etmeme imkan yok sanırım. Kuzguna yavrusu şahin görünürmüş derler ya, bana da öyle geliyor ki, şairin dediği gibi en güzel çocuk henüz doğmadı, doğduğunda hepimizin nefesini kesecek güzellikte olacak ve bu mucizeye inanamayacağız..

En güzel günlerimizi henüz yaşamadık.. Ama az kaldı.. Çok az...

14 Şubat 2008

Alyans neden dördüncü parmağa takılır?

Bunun, Çinliler'in anlattığı çok güzel ve inandırıcı bir açıklaması varmış...

Başparmak, anne-babanızı,

İşaret parmağı, kardeşlerinizi,

Orta parmak, sizi,

Dördüncü parmak (yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,

Ve serçe parmak, çocuklarınızı temsil eder.

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın. Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin. Daha sonra kalan dört parmağınızı da şekildeki gibi açıp, uç uca getirin.


Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın... Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın. Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız. Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar... İyi günde ve kötü günde... Hastalıkta ve sağlıkta... Ölüm onları ayırıncaya kadar....

Hamiş : Mail ile geldiği için kaynağını bilemiyorum.. Bence çok romantik :-)

13 Şubat 2008

7.4 Yetmedi mi ?

Dün mail ile geldi bu yazı, kaleme alan Gani Müjde.. Açıkçası başlığı okuyunca sevgili Gani Müjde'nin benden daha sabırlı ve kendine hakim olduğu kanaatine vardım.. Böyle bir pankart karşısında ne söylense boş tabi.. İçimden küfür etmek geliyor açıkçası hala böyle düşünebilen o kuş beyinlilere..
Şimdi söyler misiniz lütfen bu ülkenin malesef yarısına yakını böyle düşünüyorsa eğer, demekki tam da hak ettiğimiz gibi yönetilmekteyiz diyebilir miyiz? Ve onlar bunu hak ediyorlarsa, bu ülkenin diğer yarısı neyi hakediyor peki?

7.4 Yetmedi mi?

Bir hafta önce türban protestoların sırasında "7.4 yetmedi mi?" pankartını açan sevgili kardeşime seslenmek istiyorum bugün... 20 bin insanın acısı ve cenazesi üzerine politika yapmaya kalkan "o güzel insana" bir çift sorum var.

Ey mantosu uzun, aklı kısa kardeşim benim. 7.0 yetmedi mi? Senin okuduğun gazeteler yazdı mı bilmiyorum ama Amerika'nın, hani o gavur ve Hıristiyan Amerika Birleşik Devletleri'nin ,hani o Siyonistlerle iş birliği yaptığı için her yerde bayrağını yaktığınız ABD'nin Los Angeles şehrinde 7.0 büyüklüğünde bir deprem oldu bacım...

Neredeyse bizimkine yakın bir deprem. Bizde ayni şiddetteki bir deprem 20 bin kişi ölup 20 bin kişi sakat kalırken,gavur, Hıristiyan ve Siyonist dostu Amerika'da sadece 2 kişi yaralandı güzel ablam. Şimdi türbanlı başını ellerinin arasına alıp düşünüyor musun acaba? Sakarya gibi muhafazakar bir bölgede Allah binlerce Muslumanı öldürerek cezalandırıyorsa eğer, Hıristiyanlara ve Siyonist dostlarına niye kıyak geçiyor? Seks shoplarıyla, porno filmleriyle tüm dünyaya "seks", "uyuşturucu" ve "günah" ihraç eden bu ülkenin Allah katında ayrıcalığı ne olabilir ki güzel annem?

Oysa adım gibi eminim Sakarya'da, Gölcük'te hayatlarını kaybedenlerin çoğu ölmeselerdi eğer sabah ezanı ile birlikte camilerin yolunu tutacaklardı. Üç aylarda oruç tutacak,Ramazan'da devrilmeyen minarelerin ışıklarıyla birlikte senin ağzına adı bile yakışmayan Allah'ın adı ile birlikte oruçlarını açacaklardı.

E nooldu şimdi? 7.0 yetmedi mi güzel ninem? Eğer her coğrafya olayını, her doğal afeti bilimin ve aklın süzgecinden geçirmeden böyle yorumlarsan bu ülkenin yarısı her deprem felaketinden sonra dinsiz olur güzel hala kızım... Fay hattında 10 katlı binalara izin veren şapşal belediyecilik anlayısını, deniz kumundan inşaat yapan edebiyatçı muteahitleri, depreme dayanıklı konut üretme çabalarını, hırsızları, uğursuzları bir kenara bırakıp her şey ilahi kudretin intikamı olarak açıklarsan bu deprem 10 yıl sonra gene aramızdan binlerce "dinsizi" alır gider güzel amca kızım..

Beynin var mı bilmiyorum, betonların altında inleyerek can veren 20 bin insanı, kadını, çocuğu ve bebeği bir kalemde günahkar diye silip atan kuş beynini türbanın altında görmek mümkün olamıyor çünkü ama bence bu yazıyı oku ve bütün gece uyumadan düşün.

Allah'ın kullarına böyle cezalar verebileceğini hala düşünüyorsan da git Hıristiyan ol...

Çünkü senin bu mantığına göre Allah onları daha çok seviyor. "Gavurlar" hem senden daha zengin, hem de evleri tepelerine yıkılmıyor.

Gani Müjde.

____________________________________________________________

Güncelleme : Sevgili Biyocan da aynı yazıya yer vermiş açık olan bloğunda.. Pişti olduk yani.. Pardon biyocum ya, sen benden önce yazmışsın, valla görmedim..


12 Şubat 2008

Emre'min Odası...

Pazartesi günü büyük gündü.. Oğluşumun oda takımı gelecekti.. 1,5 hafta öncesinden odayla ilgili tüm işlerimiz bitmişti, hatta geçen Pazartesi gelecekti ama benim ofisteki işlerimin yoğunluğu nedeniyle bu haftaya sarktı olay..

Oğluşumun odası babası önce kazımak suretiyle duvar kontürlerini düzeltti, sonra zımparaladı, sonra gerekli yerleri alçıladı.. Sonra da boyadı.. Resimlerde de görüldüğü üzere bordürün üzeri fildişi, altı Paris mavisi dedikleri bir renk oldu.. Sıra bordür bulmaya gelince oldukça panik yaptım ben, bir kere hiçbir markette (Bauhaus, Carrefour gibi) istediğim gibi olanları yoktu.. Yalnız Bauhaus'taki stantta bulduğumuz bir katalogtan hoşlanınca, internetten araştırma yapıp, burayı buldum. Sonra internetteki sitelerinden beğendiğim bordürü almak Bostancı'daki show roomlarına gittim.. Ertesi gün kargo ile gönderdiler adresimize fabrikadan.. Çok da şirin oldu bence..

Şimdi gelelim odamızın son haline :





Yalnız şu an odada kesif bir boya kokusu hakim.. Sanırım birkaç hafta havalandırmak gerekecek.. Bir de oğlumun tüm eksikleri henüz tamamlanmadığı için henüz hiçbirşeyini yıkamadık. Geldiği gibi yerleştirdim dolaplarına...

06 Şubat 2008

Oku-Yorum

Bugünlerde ciddi bir okuma potansiyeli içindeyim. Gerçi okuyamayıp bıraktığım bir kitaba da denk geldim kısa bir süre önce ama, bunun nedeni olarak malum durumumu bahane gösterebilirim sanırım.

Şöyle ki, ben hayatım boyunca çok nadir kitabı okumaya başladıktan sonra yarım bırakmışımdır.. Mesela üniversitede iken Anna Karanina ‘yı kütüphaneden tam beş kez süre uzatımı yaparak alıkoymuş ama bitirememiştim.. Gerçi nedenini tam hatırlayamıyorum. Genel olarak hayatıma baktığımda bazı kısa dönemlerde hiçbir şey okuyamayacak moda olduğum olur. O dönemlerde dergi bile okumam.. Neyse ki bu dönemler çok kısa sürer ve hemen ardından normal seyrine girer okuma alışkanlığım. Bilmem Anna Karanina yı niye okuyamadım o zaman? Gerçi sonradan okudum onu.. Sorun olmamıştı..

Şimdi elimden bırakmak durumunda olduğum kitap ise Gogol’un Ölü Canlar isimli eseri..



Kitapta tek hayali zengin bir çiftlik sahibi olmak olan Pavel İvanoviç Çiçikov’un, gittiği bir kentteki soylu çiftlik sahiplerini kandırarak ölü köleleri satın almasını ve bu yolla devleti kandırmasını anlatıyor genel olarak. Sanırım hamileliğin getirdiği bir huysuzlukla okuyamadım bu kitabı, aslında kitabın kendisinden çok konusu ağır geldi..

Ölü Canlar’dan hemen sonra “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler” isimli başucu kitabımı aldım.


Gerçi bu kitap öyle oku-bitir-rafa kaldır türden bir kitap değil. Merak ettikçe, zamanı geldikçe okuyup duruyorum… Kafamda oluşan soru işaretlerine oldukça net yanıtlar alabiliyorum böylece..

1 ay kadar önce ise Elif Şafak’ın Siyah Süt isimli kitabını aldım.


Tam manasıyla yalayıp yuttum diyebilirim. Tabi bu kitabı okumanın tam zamanıydı gerçi ama yine de oldukça sürükleyici bir eserdi..

Şimdi ise Honore De Balzac’ın Vadideki Zambak isimli klasiğini okuyorum.


Oldukça akıcı ve tam da benim sevdiğim gibi uzun uzun durum ve çevre tasfirlerine yer verilmiş bir aşk romanı.. Aristokrat bir ailenin küçük oğlu Felix de Vandennesse, ailesinin sıcak sevgisinden ,ilgisinden yoksun, otoriter bir ortamda yetişmiş çalışkan bir çocuktur ve bir parti de gördüğü tanımadığı bir kadına aşık olur...... diye devam ediyor konusu.. İçinizi ısıtacak bir aşk klasiği arıyorsanız tavsiye ederim...