28 Ocak 2008

Rüya...



Rüyamda oğlumu gördüm ben. Hamileliğimin ilk aylarında yine görmüştüm, rüyamda, ağlayarak uyanmıştım uykumdan… O zaman gördüğümde daha küçüktü, kucağımdaydı. emziriyordum.. Şimdiki rüyamda ise daha da büyümüştü, bembeyaz bir cildi ve yay gibi düzgün kaşları vardı. Gözleri bal rengiydi.. Dudakları ise öyle bir gül rengindeydi ki bunu anlatabilmem için kelimeler kifayetsiz kalır herhalde.. Aldım kucağıma, emzirmeye başladım.. Çok güzeldi, çok …….

Bugünlerde çok merak ediyorum oğlumu.. Yüzünü, saçını, gözünü, ağzını, burnunu, parmaklarını .. Her şeyini.. Sabahları evden çıkarken, mutlaka odasına bir göz atıyorum, pusetine dokunuyorum… Zaman geçtikçe, karnım büyüdükçe, onun için hazırlıklar artık iyice elle tutulur hal almaya başladıkça, iyice heyecan kaplıyor içimi, sanki şimdiden o minicik elleriyle sımsıkı yapışmış yüreğime, hiç bırakmıyor..

İnsan yüreği ne kadar büyük sevgiler alabilir ki derdim hep, ne kadar sevebilir, kaç kişinin sevgisi sığabilir içimize? Gerek okuduğum annelerin, anne adaylarının yazdıklarından, gerek çevremden duyup gözlemlediklerimden ve gerekse kendi hissiyatımdan dolayı artık biliyorum ki insan yüreği sınırsız yer açabilir kendi içinde sevgilere.. Hele ki annelik gibi yarı delilik durumu söz konusu ise hiç sınır tanımayabilir…

Şimdiye kadar içimde duyduğum en büyük aşk O.na karşı hissettiklerimdi.. Dahası yoktu, ötesi yoktu.. Şimdi bir de oğlum var tabi.. Ama yanlış anlaşılmasın, yüreğimde O.nun aşkını kenara koyup, oğlumun aşkına yer açmıyorum Gayet doğal bir şekilde büyüyor yüreğim.. Oğluma da yer açılıyor orada.. Hem kimse kimseden rahatsız değil sanki.. Yüreğimizdeki aşklar yenileriyle karşılaştıkça ikiye bölünmüyor bu dar alanlar onlara.. Tam tersi ikiyle çarpılıyor bence.. İşte bu kadar büyük aslında insan yüreciği… Büyüdükçe büyüyor yüreğimiz, ve biz daha çok insan oluyorum sanırım.. Ne diyordu Zülfü Livaneli o güzel şiirinde “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey….”............

21 Ocak 2008

Bir Yağmur damlası...



Söz verdiğim gibi Yağmur kızımızın resimlerini paylaşalım.. Yukarıdaki hastanedeki hali..


Eve gelmiş, uyuyan güzel...



İşte bu da en uyanık hali bir yağmur damlasının... Çok nadiren veriyor bu pozu genelde uyuyor kendisi şu günlerde..

Hafta sonu yanlarındaydım, o kadar minik, o kadar korumasız ki yağmur damlamız... Öpmelere kıyamadan, kokluyoruz sadece bu güzelliği şimdilik.. Bir de tabi maşallah demeden geçmiyoruz yanından:-)

17 Ocak 2008

Yağmur bebek geldi, hoşgeldi...

Birtanem kızkardeşim Figen'im dün doğum yaptı.. Yağmur bebeğimiz, doktor amca ile 17 Ocak için anlaşmamışlar gibi, 1 gün önceden gelmek istedi.. Buyur ettik, içeri aldık.. Bir yağmur damlası kadar güzel ve pembe.. Doğum hikayesini anlatmalıyım şimdi detaylarıyla.. Zira taaaa Kanada'dan bekleyenler var bu haberleri:-)))
...
16 Ocak 2008, sabah saat 05:58, telefonum çalıyor, ben uyku mahmurluğuyla saat 06:00 da çalan telefon alarmım zannediyorum, bir gözüm kapalı kapamaya çalışıyorum alarmı ama aniden telefondaki ismi görüyorum, Figen cepten arıyor... Bu saatte? Anlıyorum hemen durumu, yolcumuz yolda anlaşılan.. Açıyorum telefonu, "Biz hastaneye yattık, sancılanıyorum, geliyor kızım" diyor Figen....
...
O saatten sonra uyumak ne mümkün.. Hemen telefonla bir servis organizasyonu yapıyorum, şirketin ofisi de bir gün önce değişmişti, tesadüf bu ya.. Biraz daha oyalanıp, kalkıyoruz O.nunla, giyinip, kahvaltı edip, düşüyoruz yola..
...
Saat 09:05'de hastanedeyim. Yol boyunca telaşlıyım, Allahım sen yardım et diye dua ediyorum, nerede bir doğum yapan varsa, içinde kardeşime de..
...
Hastane sakin, Özel Haliç Hastanesi, 105 nolu oda.. İçeride önce baba adayı Nejat'ı ve teyzesi Türkan ablayı görüyorum. Kanapede oturuyorlar.. Herkesin yüzleri gergin.. Figen yatakta, üzerinde ameliyat önlüğü var.. 15 dakikada bir gelen yaklaşık 50 saniye sürdüğünü ölçtüğüm sancıları var. Yüzü yorgun ve kaygılı.. Sancı geldikçe sıklaşıyor nefesleri.. Çok acıyor belli..
...
Saat 11'e doğru sonda takılıyor, sancılar sıklaşıyor, Figen ağlıyor.. Kendi doktoru ve anestezi uzmanı geliyorlar ziyarete.. Saat tam 11'de ameliyathaneye alınıyor Figen.. O giderken hepimiz dua ediyoruz, biliyoruzki bu bir vedalaşma değil, bir tanışmanın başlangıcı olacak, ama zor işte yine de.. Ben ağlıyor muyum ne Figen'e belli etmeden?
...
Saat 11:15, Yağmur bebekle tanışma vakti.. Geliyor hemşirenin kucağında, beyaz bir havluya sarılmış.. Hepimiz koşuyoruz, durmuyor hemşire, bebek odasına geçelim, camdan seyredin diyor..
...
Önce tartılıyor, boyu ölçülüyor Yağmur'un.. 51 cm ve 3.180 gr.. Maşallah... Cildi tam olara temizlenmemiş henüz, beyaz bir kremsi tabaka var üzerinde. Hemşire temizliyor, altını bağlıyor önce.. Sonra küveze konuyor kızımız... Çok ağlamıyor küvezde, daha çok gerinip uyukluyor..
...
Cildi bembeyaz, Figen'in küçüklüğü gibi kapkara mı olur acaba diyorduk ama Yağmur'un da cildi babaya çekmiş bembeyaz.. Elleri ve ayacıkları üşümüş gibi, ama o halinden memnun.. Yalanıyor ve çok şirin görünüyor. Saçlı bir bebek kızımız, gerçi Yağızın saçları daha uzun ve sıktı.. Bebek hemşiresi küvezde yatarken iki ayrı mini şırınga ile iğne yapıyor kızımıza.. Aşı galiba bunlar... Ağlıyor biraz.. Bi de azıcık bacağı mı kanıyor ne iğneden sonra.. İçim gidiyor..
...
Bu arada Nejat'ın diğer teyzesi geliyor, hepimiz camekanın önündeyiz, elimde fotoğraf makinası.. Yine mi gözlerimden yaşlar akıyor ne? Ama elimde değil, taa içimden geliyor bu gözyaşları...
Yağmur'un cildi hiç kırışık değil, Yağız'ın cildi daha esmer ve daha buruşuktu. Çünkü daha zayıftı Yağız doğduğunda ve daha kısa:-)
...
20 dakika kadar sonra çocuk doktoru bu kez bebek odasına gelip, muayene ediyor Yağmur'u, yüzünü okumaya çalışıyorum, memnun gibi. İçimden derin bir oh çekiyorum.
...
Bu arada telefonlar hiç susmuyor, Yağız evde babaannesiyle beraber.. Benim anne ve babama ise henüz haber vermedik.. Çünkü annemin yüksek tansiyonu ve konu biz olunca inanılmaz bir avhamı var haliyle.. Ama o hep hisseder, eminim yine hissetmiştir diyorum içimden.
...
Saat 12:00'ye geliyor.. Önce Nejat kaygı cümleleri kurmaya başlıyor.. Merak etme diyorum, gelecek birazdan.. Ben de asansörün tam karşısındaki sandalyeye oturup bekliyorum. Nejatın büyük teyzesi geliyor yanıma, burada oturma sandalye tepesinde, git odada bekle, ben haber vericem sana diyor.. Ben de hamileyim ya, kıyamıyor..
...
Odaya gidiyorum, hasta bakıcı gelip, odayı toparlıyor, bebeğin giysilerini ayırıyoruz beraber. Figen iki takım hastane çıkışı almış, ne olur ne olmaz diye.. Alıp götürüyor hastabakıcı pempiş-lila rengindeki kelebekli takımı bebek odasına..
...
Derken Figen geliyor sedye ile.. Allahım çok şükür sana.. Kendinde, epidural anestezi olduğu için narkozdan uyanma sorunu yok.. Sancısı da yok iyi, fotoğraf makinasından Yağmur'un ilk resimlerini gözteriyoruz, o da ağlıyor..
...
Sıra geldi annemleri aramaya, çıkıyorum koridora, annem çıkıyor telefona, sesi kaygılı, Figeni arıyorum evde yok diyor.. Meraklanma diyorum, Yağmur torunun geldi, hastanedeyiz hadi siz de gelin.. Başlıyor annem ağlamaya, sesi inanılmaz heyecanlı.. Nasıllar diyor, Figen iyi mi, bebek iyi mi diyor.. Ama ben cevap veremiyorum çünkü ben de ağlıyorum yine:-)
...
Odaya dönerken Yağmur'a bakıyorum camekandan, hemşire üzerini giydiriyor, pembe giysinin rengi yanaklarına vurmuş, bir su damlası kadar güzel.. Ve çıkıyor hemşire kucağında Yağmur'la..
Hemen odaya koşup, Figen'e haber veriyorum.. Figen zaten ameliyathanede görmüş kızını, öpmüş, koklamış bile.. Geliyor Yağmur hanım ve hemşirenin de yardımıyla emmeye başlıyor.. Herşey yolunda çok şükür..
...
Şimdi bir büyük işimiz kaldı, Yağız ile Yağmur'un tanışması.. Yağız geldiğinde Figen in kucağında olmamasına dikkat edeceğiz, Yağmur'a fazla yanaşmayacağız.. Hepimiz ödevlerimizi çalıştık..
Ve büyük buluşma, Yağız giriyor içeri büyük bir neşe ile, gözleriyle odayı hızlıca kolaçan ediyor ve hemen kardeşinin yanına koşuyor.. Yüzü güleç her zamanki gibi kuzumun.. Heyecanlı heyecanlı kardeşini seyrediyor, bir yandan da konuşuyor, çok küçük diyor.. Diyorum ki Yağızcım, bak kardeşin aynı sana benziyor, ne kadar güzel değil mi? O andan sonra Yağız herkese şöyle diyor, "Kardeşim ne kadar güzel, ne kadar şirin değil mi? Çünkü bana benziyor aynı..."
...
Oh çok şükür travmatik bir olay yaşanmadı, Yağız herkesle aynı şekilde muhabbete devam ediyor, arada gidip kardeşini seviyor.. Yanağına dokunuyor, ne kadar da yumuşak diyor.. Babası diyor ki, hastanede dokunmuycaz kardeşine, ama evde bol bol sevicez... Tamam diyor Yağız...
...
Bu arada annesiyle de konuşuyor kuzum benim.. "Anne, kardeşimi karnından nasıl çıkardılar ki?" diye günün sorusunu soruyor.. Diyor ki Figen; ben uyuduğum için hatırlamıyorum, doktor amcalar almışlar karnımdan.. Tabi kafasına yatmıyor tontiş oğlumun bu cevap, kanar mı hiç.. Birazdan gelen hemşireye soruyor bu kez aynı soruyu Yağız.. Hemşire de demez mi "annenin karnını kesip aldık" diye.. Kabus... Biz kesme fiilini özellikle kullanmıyoruz, hemşirenin yaptığına bak.. Yağızın arkasına geçip el kol işaretleriyle fısıldıyorum, kesmek yok diye ama Yağız alacağını aldı bir kere.. Ben kesmek hiç hoşlanmam, ben kandan hiç hoşlanmam deyiveriyor.. Hemşire lafı geveliyor ağzında, kesmek yok canım yanlış anladın sen, karnından aldık bebeği falan diyor... Yağız'a bakıyorum ikna olmuş gibi değil pek.. Ama bir daha da sormuyor bu konuyu...
...
Akşam üzeri Yağmur'u severken, altından porkkkkk diye bir sese hepimiz çok seviniyoruz.. Daha başımıza geleceğin farkında değiliz tabi.. Yağmur mızıldanıyor, emmek için, Figen mızıldanıyor, altını değiştirin pişik olur diye.. Bebek hemsiresini çağırıp, onun yardımıyla emziriyoruz Yağmur'u.. Çok güzel tutuyor annesinin memesini.. Maşallah kızıma.. Emiyor cork cork....
...
Sonra altını açalım diyoruz, siz açabilirsiniz diyor hemşire, canıma minnet benim de.. Tedarikliyiz nasılsa.. Açıyorum altına pempiş kızımın, ne kadar yapmış olabilirki bu el kadar bebek diye düşünmeme kalmadan bir bakıyorum ki amanın, taaaa beline kadar kaka yapmış bu fıstık.. Hani şu koyu renkli ilk kakası bu... Temizliyorum tabi el mahkum.. Ama hayatımda ilk kez bu kadar küçük bir bebeğin altını alıyorum.. Tecrübe iyidir:-)))))
...
Sonrası bilindiği gibi.. Gelenler, gidenler... İyi dilekler... Maşallah diyoruz, seyrediyoruz, öpmeye kıyamıyor, kokluyoruz pembe yanaklı, ıslak dudaklı yağmur damlası kızımızı..
...
Darısı bizim başımıza:-) Darısı tüm isteyenlerin başına :-)
...
Hamiş : Fotoğrafı yokmu hiç bu kızın derseniz teyzesi ben olursam olmaz mı hiç.. Ama hepsi hastanedeki makinamda.. İlk fırsatta buradan da paylaşağım..

14 Ocak 2008

Alış-veriş Zamanı...

Cumartesi günü yoğun bir alış-veriş trafiği yaşadık. Yukarıdaki resimde görülen, oğluma aldığımız puset.. Yalnız bizim aldığımızda renkler farklı.. Gri olarak görülen yerler lacivert. Genel konsepti lacivert-kırmızı ve üç tekerlekli oluşu.. Aslında benim pusetlerle ilgili olarak illa 3 tekerlekli olsun diye bir şartım yoktu ama O. en başından beri 3 tekerlekli olsun, kolay sürülsün, hafif olsun, rahat olsun diyordu.. Sanırım bu puset üç özelliği de kapsıyor. Neyse çok şirin bir alet sonuçta, güle güle kullansın inşallah Emre paşamız...
.
Cumartesi günü yaptığımız esas alış-veriş olayı ise Emre'nin yatak odası takımını sipariş vermek oldu. Önceki haftalarda Modoko'yu gezmiştik. Bu hafta da Modesa'yı gezdik. Şirin Bebe adlı mağazadan seçtiğimiz takımı, özel isteklerle tamamen kendimize uydurduk diyebilirim. Dükkan sahipleri özel üretim yaptıkları için her türlü isteğimizi uzun uzun not edip, siparişi o şekilde aldılar. Neler değişti derseniz, genel konsepti Denizci bebek şeklinde olmasına rağmen biz çekmece sayılarından, renklerine, tutma saplarında, uzunluk-genişlik bilgilerine varana kadar birçok parametreyle öyle çok oynadık ki sanırım kişiye özel sipariş gibi oldu. Büyüyen bir yatak, 3 kapılı gardrop, şifonyer, oyuncak sandığı ve duvar rafından oluşan takımımız 5 Şubat gibi gelecek. Cumartesi gecesi sürekli rüyamda odayı yerleştirdim. Artık nasıl taktıysam kafama.. Şimdi halı, perde, duvar süsü/bordürü, lamba gibi ayrıntılar var. Bir de siparişi verirken, kullanılmasını istemediğimiz bir takım aparatları takmadan getirmelerini istedim, onları kendim başka objelerde kullanmayı düşünüyorum, bakalım neler çıkacak...
.
Ha bir de Pazar günü O.nun azmi sayesinde odayı boşalttık, port yatağı bizim yatak odasına taşıdık ve odanın duvarlarını boyamaya karar verdik. Ancak O.nun içine sinmediği için tüm duvarları önce zımparalayıp, sonra bir kat astar boya ve renkli boya ile boyamaya karar verdik. Duvar rengini buz beyazı ya da uçuk mavi düşünüyoruz, henüz karar veremedik.

11 Ocak 2008

Sigara İç(me)me Özgürlüğü..




Bu günlerde malum sigara yasakları ile ilgili birşeyler yazayım diyordum ki, tesadüfen http://www.sigara.tv/ ye düştü yolum. Meğer bir süre önce kendi bloğumda yayınladığım sigarayı bırakmamla ilgili yazımı yayınlamak için bana ulaşmaya çalışmışlar ama mail adresim olmadığı için ulaşamamışlar bana. Önemi yok tabi, zaten yazımın altında da kibarca açıklamışlar durumu. “İnşallah Filiz Hanım kızmaz” falan demişler.

Çok hoşuma gitti, kızar mıyım hiç? Bu şekilde sigarayı bırakmayı düşünen insanlara bir nebze de olsa örnek olabilirsem ne mutlu bana..


Şimdi gelelim sigara yasaklarına..

Hiç kimse kızıp üzerine alınmasın ama bizim milletimize iyilik yaramaz diye düşünüyorum ben artık. Herkesin –evet herkesin- sağlığı için bu kadar önemli bir konuda böyle bir karar alınıyorken, insanların kendi beş kuruşluk zevklerini ertelememek ya da ortamını değiştirmemek adına, geriye kalan herkesi yani yaşlısını, bebeğini, çocuğunu, hamilesini, alerjilisini, hastasını, sigarayı bırakmışını, nefret edenini bir kalemde silip atması üstelik de bunu gayet arsızca yapması çok anlamsız geliyor bana..

Daha önce de bahsetmiştim, 10 yıl aktif olarak sigara içtim ben.. Yani hiç sigara kullanmamış, yemekten sonraki ya da bir arkadaş ortamındaki o 1-3-5 dal sigaranın ne keyifli bir içecek olduğunu bilmiyor da değilim, unutmuş da değilim.. Bir zamanlar şehirlerarası otobüslerde bile sigara içtiğimi utanarak hatırlıyorum.. Yasak olmasa bile ne saygısızlık yarabbim? Zaten kutu kadar bir mekana tıkılmış 50 civarındaki insandan birisin ve oturarak saatlerini tekerlek üzerinde geçiriyorsun bir de etrafını dumana boğuyorsun..

Her zaman inanmışımdır ki; eğer düzgün bir gerekçe göstererek bir yasak koyar ve cezai yaptırımını adam gibi uygularsanız, hayata geçirilemeyecek yasak yoktur… Mesela birkaç yıl (belkide daha fazla) önce başlayan emniyet kemeri takma zorunluluğu gibi, ya da kapalı mekanlarda sadece bu işe ayırılmış özel alanlarda sigara içebilmek gibi…

Bizim insanımız her zaman yasakları delmek için dahiyane fikirler üretmiş ve de uygulamış olmasına rağmen, cezai yaptırımları adam gibi hakkıyla uygularsanız, hi,ç problem yaşamazsınız..

İnsan bir sigara tiryakisi olunca, onu sigara içmekten alıkoyabilecek her türlü negatif durumu bir şekilde pozitife çevirebiliyor. Bunu bilinçaltı mı yapıyor bilmiyorum ama sigara içtiğim günlerde böyle bir yasak gelseydi herhalde herkes gibi tepkili olurdum.. Beyin nikotine karşı olan bağımlılığı nedeniyle öyle güzel bahaneler bulup, bunları saçma da olsa savunabiliyor ki şaşarsınız…

Şimdi etrafımdaki sigara tiryakilerine bakıyorum da hepsinin söyleyecek sözleri, savunulacak sigara içme özgürlükleri var.. Peki benim sigara dumanı solumama (pasif içici olmama) özgürlüğüm/talebim ne olacak bu durumda? Kardeşim siz sigara içeceksiniz, kendinizi zehirleyeceksiniz, eyvallah, kişiye özel bir durum bu.. Ama beni niye zehirliyorsunuz ki? Hangi hakla? Siz kimsiniz ki benim ya da çocuğumun olduğu ortamı ölümcül hale getireceksiniz ki? Ben hani derler ya gül yaprağıyla dokunmaya kıyamayacağım en değerli varlığımı evladımı niye sizin nikotin kotan iğrenç ellerinize veya nefesinize mahkum edeyim ki?

Efendim, büyüyen tek bebek o mu olacakmış? Yanında/evinde sigara içirmeyen tek hamile ben miymişim? Bunu savunan kişinin kesin doksan küsur yaşına kadar yaşamış, günde 3 paket sigara tüketen bir süper dedesi/ninesi/annesi/babası vardır ve sigara sağlığa zararlı olsaymış onlar okadar yaşamazmış.. Savunulan şeye bakar mısınız? Ne kadar saçma, ne kadar sığ ve cahilce… Söyleyecek söz bulamıyorum.

Ben de istiyorum, eşimle dostumla gideyim bir meyhaneye, yiyelim, içelim, eğlenelim, şarkımızı türkümüzü söyleyelim, gelelim. Ama yanımızdaki masadaki mesela 10 kişinin orada oturduğumuz 3-4 saat boyunca yaklaşık kişi başı birer paket olmak üzere içtikleri sigara dumanını soluyarak değil.. (3-4 saatte birer paket sigara içilir mi demeyin, içilir, biliyorum, hele dost meclisinde içki masasında iseniz kesin içilir.)

Ya da buluşmuşum kız arkadaşlarımla, gitmişiz bir kafeye, şöyle yemeğimizi yiyelim, kahvemizi içelim, muhabbetin, dedikodunun dibine vuralım demişiz… O da ne? Gidilen mekanda sigara içilir/ içilmez bölümler yapmışlar.. İyi de aynı odanın içinde bir masada sigara içilirken yandaki masada içilmiyor.. Ne anladım ben bu işten? Efendim havalandırması varmış? Pehhhhhh.. Geçin allah aşkına, hepimiz biliriz ki böyle mekanlar hep bel hizasında dumanaltı griliğinde olur…

Efendim köy kahvesinde de sigara yaşağımı olur muymuş? Olur kardeşim olur. Hatta inanmazlar ama tiryaki olmayanlara değil, tiryakilere de yarar bu yasak. Daha önce çalıştığım ofiste sigara içmek serbest iken nasıl masamdaki küllükte sürekli tüten bir sigara olduğunu, yasak geldikten sonra ise sigara içeceğim zaman dışarı çıkıp sigara içip geldiğimi hatırlıyorum.

Ayrıca sigara içen birisiyle yakın veya aynı mekanda bulunmanın bir dezavantajı da sadece duman solumak değil, meydana çıkan iğrenç kokuya da mecbur kalmaktır.. Bazen öyle kokulu ortamlar olur ki kaçmak isteriz. Mesela çok afedersiniz ama kanalizasyon kokulu bir ortamda kalmak nasıl hepimizi rahatsız ederse, tiryaki olmayanlar için sigara kokusu da aynı derecede rajhatsızlık vericidir. Her aldığınız nefeste beyninizden aynı sinyaller gelir, “iğrenç sigara kokuyor” diye…O kokunun elbiselerinize, saçınıza ve hatta teninize sinmesinden bahsetmiyorum bile…

Yaz yaz bitmez bu konu bende, yazdıkça sinirlenip, devam ediyorum klavyemi dövmeye:-)
Sonuç itibariyle ben (biz) sonuna kadar destekliyoruz bu yasakları.. Başkalarına zarar vererek yapılan hiçbir davranışımızı savunmak için özgürlükten, hürriyetten bahsedemeyiz çünkü..

10 Ocak 2008

Birikmiş resimlerim var hanımmmmm...


Kurban bayramından beri çekip biriktirdiğim resimlerim varmış makinamda.. Boşuna çekilmiş olmasınlar, yayınlayayaım dedim..

Bu kurban bayramının 1. günü yaptığım balkabaklı tart.. Asıl tarifi elmalı ama önceki günlerden birinde annemin pişirdiği kabak tatlısı püre kıvamında olunca, böyle değerlendireyim dedim. Çok hafif ve lezzetli olmuştu.. Tavsiye ederim.


Hani herkesin çok güzel yaptığı özel bir yemeği vardır ya.. Diyebilirim ki bu da benim özelim. Gül böreği gibi gözüktüklerine bakmayın, aslında bu yemeğin adı (börek demedim farkındaysanız) O.ospu Mantısı. Bol sütlü, ıspanaklı ya da kıymalı ya da pırasalı-kabaklı gül böreği gibi pişirilir. Üzerine sıcakken sarımsaklı yoğurt ve salçalı-pulbiberli sos gezdirilir. Mmmmmm... nefis olur nefis...

Bu ise renkli patates salatası..

Hindistan cevizine bulanmış havuçlu toplar. Bir kaç hafta önce kalıbından çıkmamakta inat edip parça pinçik olan krem şantili kekimin kalanlarını atmıştım buzluğa.. Onları değerlendirdim.

İşte bu da annemin özel salatası.. Çocukken yılbaşında evde olmak demek, annemin bu kardan adam salatasını yapması demekti..



Bu da sevgili Mesecina'nın tavsiyesi üzerine yaptığım hastalıktan kurtaran biber takviyesi.. Yoğurtlu biber kavurması.. Bizim evde bunun pişmesi demek, rahmetli Ahmet Abi'yi anmamız demektir. Kendisi teyzemin damadı olurdu ve 2 sene önce genç yaşta kansere yenildi.. Allah rahmet eylesin...




Orhun'un doğumgünü için yaptığım kuru patlıcan dolmasını yaparken ayırdığım, yırtık patlıcanlardan yaptığım kavurma.. Çok nefisti.. Tarif Sibelin Kahvesi'nde mevcut..



Yılbaşının vazgeçilmezi.. Amerikan salatası.. Tabiki mayonezini evde yapmadım, hazır aldım. Annem hem kendi yapardı mayonezi aslında eskiden..



Ve önceki yazımda bahsettiğin oğlumun Mothercare cicileri... Üçlü tulum. New born - 4,5 kg. olanlardan..

7'li uzun kollu body.. New born - 4,5 kg.


7'li kısa kollu body. 0-3m, 6,5 kg.

O.nun şirketindeki yılbaşı çekilişinde aldığı hediye :-) Artık ikimizde hediye kavramlarımızı değiştiriyoruz. Bize hediye almak demek, Emre'ye hediye almak demek oluyor.. Ne güzel :-)

Play School, My first book.. Oğlumun ilk kitabı.. Ayıraç şeklindeki çıngıraklı bebecik, her sayfada evin farklı bir bölümünde.. Bahçede, mutfakta, banyoda, yatak odasında...

07 Ocak 2008

Ortaya karmakarışık...

* Oğlumun adını kararlaştırdık artık. EMRE… Dost, arkadaş demek kelime anlamı.. Adıyla çok ve sağlıklı yaşar inşallah..

* Cuma akşamından Cumartesi akşamına kadar süren korkunç mide sancıları yaşadım. Doktorumun dediğine göre Cuma günü yaşadığım ishalimsi durumun etkisiymiş.. İshal diyeti yap, geçer dedi, gerçekten de geçti. Ama Cuma gecesi hiç uyuyamadım sancıdan.

* Cumartesi günü önce doktora gittik, randevumuz vardı, şeker yüklemesi yapıldı. Bir de kan uyuşmazlığımız için bir test yapacaklar. Sonuçlar Çarşambaya çıkacak..

* Oğlumu gördük, 677 gr. olmuş. Artık tek ultrason karesine sığmıyor. Gelişimi çok güzel dedi doktor amca.. 4 boyutlu ultrason görüntüsünde yüzüne baktık, bana benziyormuş. Aslında ben hiç benzetemedim.

* Hamileliğimin başından beri +3 kg. almışım.. Zaten toplu bir hatun olduğum için normal kilolu bayanlara göre daha çok dikkat etmem gerektiğini, ama zaten vücudumun onlara göre daha az kilo alma eğiliminde olacağını söylemişti doktorumuz.. Haklı çıktı, süper gidiyorsun dedi. Her şey normalmiş..

* 2 Şubat ta yeniden gideceğiz, bu kez doğumu konuşalım biraz dedi, beni şimdiden heyecan bastı.

* Bu hamilelik beni feci şekilde balıkakıllı yaptı, sürekli bir şeyleri unutuyorum. (Kulakların çınlasın Özlem) Doktora soracağım konuları yazıp hep çantamda taşıdığım not defterimi nedense evde unuttum. Sormak istediklerimin yarısı aklıma geldi bu nedenle.. Çok kızdım kendime.. Mesela tetanoz aşısı olmalıymışım, hiç konuşmadık biz bunu daha önce.. Tahlil sonuçları için beni aradığında konuşmayı düşünüyorum. Ama evde unuttuğum tek şey bunlar değildi tabi.. Ultrason görüntülerini üst üste kaydettiğimiz DVD yi de evde unuttum.. Hatta Atıl Bey’in tahlil sonuçlarını bile evde unuttum..

* Kordon kanı saklama konusu kafamızı meşgul ediyor. Doktora danıştık, ne önerdi, ne de önermedi diyebilirim. Nasıl ki arabamıza her yıl kasko yaptırıp, hiçbir şey olmasa da o parayı gözden çıkartıyorsak aynı şekilde düşünebilirsiniz dedi.. Mesela Allah korusun çocuk 5 yaşında lösemi olsa, alınan kök hücre bu konuda kullanılamazmış, çünkü o çocuğa ait değil de dokusu tutan başka birine (lösemi olmayan) ait kökö hücre kullanılmalıymış, mesela kardeşi gibi.. Ama şu anki sistem, kök hücreyi çocuğun kendisine kullandırıyormuş. Amerikalı bilim adamları bu kök hücrelerden yeni organlar yapabileceklerini söylüyorlarmış ama onun da vadesi çokmuş henüz.. Siz bilirsiniz deyip topu bize attı yani doktorumuz..

* Doktordan çıkınca Nautilius a gittik, Morhercare’de %50 indirim başlamış. Emre’ye çok güzel ciciler aldık.. Resimlerini çektim ama mail atmadığım için evdeki makinada kaldı. Yarın yayınlarım inşallah.. Bir de Mothercare’e gidince nevrim döndü. Bebek eşyalarında sadece 0-3 ay gibi aylık durumlar değil, bir de küçükken kilosu, büyükken boyu cm. olarak yer alıyormuş.. Reyonlara bakıp bakıp hiçbirşey anlamayınca o sırada Nautilius’ta olduğunu bildiğim Özlem’i (Peçeteden Ayşem’in arkadaşı, hani Burak bebeğin annesi olan, benim de ofisten arkadaşım) aradım, sağolsun geldi yardım etti bana.. Yoksa abuk sabuk şeyler alıp gelecektim.

* Bu arada hem doktor randevusunda hem de alışverişte iki büklüm gezdim hep. Midem çok kötüydü halen. Ve dolayısıyla Şifa Hastanesindeki Gebelik Okuluna da ön kayıt yaptırdığım halde gidemedim. İnşallah bir daha ki aya gitmek istiyorum.

* Figen’imin Yağmur bebeği halen anneciğinin karnında.. Doktor 16-17 si gibi alalım demiş.. Yani son 10 gün… Hayırlısı olur inşallah..

* Semra’nın annesi ve ablası sağolsunlar taaa Eskişehir’den oğluma biri pazen çift taraflı diğeri polar birer battaniye yapıp göndermişler. Bir de tülbent bezinden ağız bezi, ter bezi ve banyodan sonra kafasını yumuşacık kurulamak için banyo bezi yapıp göndermişler.. Hepsi çok şirinler.

* Yağız'ımı özledim ben...

04 Ocak 2008

Gebelik Okulu...

Yarın sabah erken de doktor amcaya gidip şeker yükleme testi yaptıracağız.. Umarım sonuçlar ikinci yüklemeyi gerektirmeyecek kadar iyi çıkar.. Gerçi canım hiç de tatlı şeyler istemiyor, hep ekşi ve acı şeyler yiyorum ama yine de zaten dikkat ediyorken yediklerime, bari hamilelikte diyet yapmayayım diyorum. Testten sonra da oğlumu göreceğiz, aylık kontrol zamanımız geldi zira.. Her kontrol öncesi heyecan yapıyorum, korkuyorum, kaygılanıyorum. Sonra o kara ekranda oğlumu görünce içimi tarif edemeyeceğim kadar güzel bir sevinç kaplıyor. Doktorumuz her ultrason görüntüsünü dvd ye kaydedip bize veriyor. Eve gelince de aklıma geldikçe açıp seyrediyorum tontişimi...

Doktordan sonra ise yarın ve gelecek 3 cumartesi günü daha Kadıköy Şifa Hastanesinin düzenlediği “Gebelik Okulu’na gideceğim. Aslında bu tarz eğitimler konusunda pek bir fikrim yoktu ve internette birkaç yerde rastlamıştım sadece.. Ama hamilelikle ilgili olarak okumakta olduğum birkaç kitapta eğer şansınız varsa bu gibi eğitimlere gitmelisiniz diyorlardı. Ben de ufak bir araştırmadan sonra doğumu yapmayı düşündüğüm Kadıköy Şifa Hastanesinin “Gebelik Okulu”nda karar kıldım.

İçerik olarak aşağıdaki konulara değiniliyor, 3. gün baba adaylarının da eğitime gelmelerini istiyorlar. Her eğitimin sonunda da uygulamalı Gebelik Yogası dersi var..


* Gebelik ve Gebelik Evreleri, Bebeğin Durumu, Gebelikte Vücuttaki Değişiklikler
* Gebelikte Kaçınılması Gereken Uygulamalar, Doğum ve Sezeryan Eylemi
* Gebelikte ve Lohusalık da Beslenme, Kaçınılması Gereken Gıdalar, Anne Sütünü Artırıcı Gıdalar
* Hastane Hazırlığı ve Çanta Hazırlama, Bebek Malzeme ve Kıyafetleri Seçimi
* Doğum Sonrası Yeni Doğanın Özellikleri, Bebek Bakımı ve Bebek Banyosu
* Yenidoğan Problemleri, Ağlama Nedenleri, Gaz Çıkarma
* Bebeğin Güvenliği ve Anne - Bebek Psikolojisi Anne Sütünün Önemi ve Oluşumu
* Emzirme, Emzirme Pozisyonları, Emzirme Sorunları
* Uygulamalı Gebelik Yogası

Bakalım nasıl geçecek?

İlgilenen hamiş arkadaşlar buradan detaylı bilgiyi http://www.kadikoysifa.com/nurse.asp?tid=11&id=396 adresinden alabilirler.