25 Ekim 2013

Evde sandviç ekmek yapımı

Aslında herşey, kayınvalidemin o akşam üzeri akşam yemeği için evde ekmek yapmak istemesiyle başladı. Ona verdiğim tarifle ve ikimizde de olan aynı marka/model ekmek makinasıyla ekmek yapacaktı.. Akşam üzeri 4 gibi beni aradı, hangi ayarda pişireyim diye sordu.. Konuşurken daha, makinayı başlattı.. Akşam eve gittiğimde  ise makinadan yanık kablo kokusu gelince kapattığını anlattı.. Ben de malzemesi ziyan olmasın diye aldım makinanın içindeki kalıbı, kendi makinama taktım ve çalıştırdım makinayı.. Ama o da ne ? Ses geliyordu ama çalışmıyordu makinam... Yarım saat bekledim ve hala bir hareket olmayınca hayretler içinde malzemeyi geri çıkardım makinadan...

Anlaşılan Murphy iş başındaydı, iki makinanın da aynı akşam bozulması başka neyle açıklanabilirdi ki ?



Baktım mis gibi kepekli ve tahıllı un eklenmiş harika bir öbek var elimin altında anam babam usulü yoğurdum hamuru önce..  Sonra da aşağıda detaylarını anlattığım şekilde pişirdim..

Valla harika oldu...

Soranlar için tarifim her zaman kullanılan en en en garantili ekmek tarifim aslında :

Ekmek makinasında pişirileceği için makinanın içindeki ölçüleri kullandım tabi :

1 ölçek ılık süt
1 ölçek içme suyu
5 ölçek un
1 büyük kaşık tuz – yaklaşık 1 tatlı kaşığı dolu dolu
1 büyük kaşık şeker -  yaklaşık 1 tatlı kaşığı dolu dolu
2 küçük kaşık instant maya – yaklaşık 2 çay  kaşığı dolu dolu

Hamuru yoğurup, üzerini havlu ile kapattım ve fırını 50 derecede 10 dakika çalıştırıp kapadım. Sonra hamuru içine koyup 20-30 dak. kadar mayalandırdım.



Kabaran hamurdan  yaklaşık yumruğum gibi parçalar koparıp(elime çok yapıştıkları için biraz zeytinyağ sürdüm ellerime)  tepsiye silikon matımı serip (hayat kurtarıcı bu matlar herkese tavsiye ederim) üzerine top top yaptığım sandviç ekmekleri dizdim.

Fırını yine 50 derecede 10 dak. Çalıştırıp sonra kapadım ve tepsiyi fırına atıp 20 dakika daha mayalanmasını bekledim. (Bu noktada ben bir hata yapıp birbirine çok yakın dizmişim somunları. Mayalanınca çok büyüdüler birbirine yapıştılar. Ben de  yapışık pişmesinler diye elimle ikinci bir tepsiye naklettim bazılarını ve mayalanmış somunların o pofidik halleri sönüverdi.. Bence bunu yapmamak gerekiyormuş,  aralarını açık açık dizip ellememek gerekirmiş)

Sonrasında ise ekmek somunlarımın üzerine biraz un serpip, bıçakla birer çizgi attım. Fırını 180 dereceye getirip tepsiyi fırına verdim. Bu arada bir minik fırın kabına su koyup alt kata ise onu yerleştirdim ki ekmeklerimin kabukları çok sert olmasın diye...



Yaklaşık 20-25 dakika sonra evi mis gibi ekmek kokusu sarmıştı bile..

Ertesi sabah bu sandviçlerin arasını açıp tereyağ ve Aysun the Sütçü kaşarı koyup tost yaptım, hepimiz bunlarla başladık güne... Çocuklar mutlu, ben mutlu...






28 Ağustos 2013

Çocuk İstismarına Karşı Ebeveyn Bilinçlenme Semineri


Yine ortak bir bildiri metni ve bu kez bir de seminer haberimiz var.. 

Bu kez çocuğumuzu yetiştirirken belki de düşünmesi en zor gelen, anlatması daha da zor olan, aklımıza geldikçe yüreğimizi titreten bir konudan, çocuk istismarı ve çocuklara karşı cinsel taciz konusundan bahsedeceğiz..

Fikirdenk ve Unnado'nun katkılarıyla hazırlanan bu seminere ait ortak metin aşağıdaki gibi...

Eğer siz de benim gibi çocuğunuza bu konuda nasıl yaklaşıp nasıl yol göstereceğinizden emin değilseniz, sadece kendinizin değil, çevrenizdeki herkesin de bu konuda bilinçlenmesi gerektiğini düşünüyor iseniz, hemen bir mail atıp kaydınızı yaptırın...

-----------------------------------------------------------------------

#çocukistismarınahayır

 Tüm dünyanın ve Türkiye’nin çok önemli sorunlarından biri ;  ”çocuk istismarı ve çocuklara karşı cinsel taciz“ .

cocuk-istismarina-hayir-semineri

Türkiye’de son on yılda rapor edilen çocuk istismarı sayısı 250 binin üstünde. Ve yetmiyormuş gibi, dünya suç sıralamasında da ülkemiz 3. Sırada.  En son verilere göre ; sadece 2012 yılında Türkiye genelinde çocuklara karşı cinsel istismar için rapor edilen vak’a sayısı yaklaşık 19.000 . 5–10 yaş arası çocukların yüzde 55′i , 10-15 yaş arası çocukların yüzde 40 ‘ı aile içi istismara maruz kalıyor. Toplum baskısı, aile tepkisi gibi kavramlar yüzünden kayıt dışı olan gerçek sayının ne olduğu ise hiç bilinmiyor.

Ayrıca böyle bir suça, küçücük bedenlerin tüm yaşamını etkileyecek böyle ağır bir travmaya biçilen ceza oranları kamu vicdanını tatmin etmiyor. Böyle bir haksızlığın çocuklarımız üzerindeki etkisini hiç bir yasal / toplumsal kınama gidermiyor.

Uzmanlar ; “Çocuğunuzun istismara uğradığını anlayabilmek için, davranışlarına dikkat etmelisiniz. Aslında her çocuk yaşadıklarının sinyallerini farklı şekillerde verir. Uyku, altını ıslatma, yabancılaşma, korku, agresif ve tanımlanamaz ani değişimler, ürkmeler ve daha pek çok şekilde…” diyor. Anne babanın dikkati, bilinçlenmesi çocuklarımız için bir kere daha önem kazanıyor. 

Ülkemizde ve dünyada ciddi bir toplumsal sorun olan çocuk istismarında;  koruyucu ve önleyici çabaları en az yasal uygulamalar kadar önemli buluyor, başlangıç noktası olarak aile bilinçlenmesini seçiyoruz.

  • Cinselliği çocuklarımıza kaç yaşında ve nasıl anlatmaya başlıyoruz?
  • Sahip olduğumuz bilgiler ve donanımdan emin miyiz?
  • Cinsel istismar nedir ve nasıl fark ederiz?
  • Fark edildiğinde neler yapılmalı?
  • Toplumda karşılaştığımız örnekler nasıl sonuçlanıyor?
  • Kanunlar ne diyor? Hukuki süreç nasıl işliyor?

İşte tüm bu soruların cevabı ve önce aile sonra toplum sağlığımızın devamı için bir araya geliyor ve sizi  8 Eylül 2013 Pazar günü Fikirdenk.com organizasyonuyla ücretsiz bir bilinçlendirme seminerine davet ediyoruz. İçinde yaşadığımız topluma ve gelecek nesillerin sağlıklı  yetişmesine bir katkımız olsun diye düzenlediğimiz bu semineri ; tamamen gönüllü bir uzman ekiple gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
Anne babalara ve çocuklara özel ilk alışveriş kulübü olan unnadó′nun sponsorluğunda düzenlenen bu seminere katılım ücretsiz olacak ve  kısıtlı kontenjan için kayıt yapılacaktır.
Uzman Psikolog Pınar Mermer , Avukat Seray Uysal ve Avukat Ebru Arayan bilmek istediğimiz her konuda bizi aydınlatmak için seminerde konuşmacı olarak yer alacak. Seminere gelemeyen ancak katılmak isteyenler için İnternet Anneleri de online katılım desteği verecek.


Katılmak isteyenlerin  iletisim@fikirdenk.com adresine isim-soyad ve cep telefonu bilgisini içeren bir e-posta göndermesini rica ediyoruz. Seminere katılımınızın nasıl olacağını ( toplantıya gelerek ya da online olarak ) belirtmeniz büyük önem taşıyor . Verdiğiniz bilgilere göre kontenjan dahilinde size geri dönüş yaparak iletişim kuracağız .
Katılan herkesin desteğini ; toplumsal ve bireysel bilincin arttırılması yönünde atılacak önemli bir adım olarak görüyoruz. Sosyal medyada #çocukistismarınahayır etiketiyle duyurularımızı ve bundan sonraki paylaşımlarımızı takip edebilirsiniz. Gönüllü sosyal girişimlerden biri olan bu organizasyona,  paylaşımınız ve katılımınızla destek vermenizi arzu ediyoruz.
Seminer günü görüşmek üzere !

Program akışı :
-          10.00 – 11.30  Uzm. Psk. Pınar Mermer sunumu
-          11.30 – 11.45  Kahve molası
-          11.45 -  12.15  Avukat Serya Uysal & Avukat Ebru Arayan sunumu
-          12.15 – 13.00  Soru- cevap bölümü
Katılım için her türlü detay ve kayıt : iletisim@fikirdenk.com

20 Ağustos 2013

40. yaşım ve getirdikleri...

Evet evet bu bir 40. yaş günü yazısıdır... ve evet ben de 17 Ağustos 2013 tarihi itibariyle tam olarak 40 yaşında bir insan oldum..


Evet seneler çabuk geçiyor ve ben eskiden düşününce 40 yaşın ciddi bir milat olduğunu düşünürdüm ama şimdi içinde iken o kadar da kötü gelmiyor.. Neyse ki çevremdeki insanlar 40 yaşında "görünmediğimi" söyleyerek kendimi iyi hissetmeme neden oluyorlar...

Çeşitli gruplarla ve çokça kere yapılan minik kutlamalarla hayatımın bu en yaşlı yaşını da geçirmeye çalışıyorum kendimce.. Çok sevdiğim iki hediyemi paylaşmak istiyorum öncelikle...

Önce kendi kendime verdiğim doğum günü hediyemi göstereyim :


Çok istiyordum, sonunda dövmemi yaptırdım.. Sol kolumun iç tarafına... Ben çok sevdim...

Diğeri ise çok sevdiğim dostum, ortağım Dalya'mın hediyesi...



Muhteşem bir yemek kitabı bu... E yani ortaklığımızın konusunu dikkate alırsak daha uygun bir hediye olamazdı herhalde... Çok sevdim çok....

Yeni yaşımdan beklentilerime gelirsem, elbette sağlık, mutluluk, huzur ve hayallerimi gerçekleştirmeme yetecek kadar da para istiyorum.. Ey evren duy sesimi....





16 Ağustos 2013

İstanbul'da Ada'lı olmak veya olmamak...

Yine mayhoş bir konu olacak ama yazmadan edemiyorum...


Bildiğiniz gibi 11.08.2013 gecesi Heybeliada'da kaza geçiren ve adada hiç bir sağlık hizmetinin olmaması nedeniyle şu anda Kartal Koşuyolu Yüksek ihtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yoğun bakım ünitesinde tedavisi süren Ali Mert Baltacı, 16.08.2013 saat 05:00 itibariyle hala solunum cihazına bağlı ve ne yazık ki durumu ciddiyetini koruyor. Ali Mert Baltacı 22 yaşında bir genç ve malesef bu sebeple bir kolunu kaybetmiş durumda..



Çünkü Türkiye'nin metropolü olan İstanbul'un Kınalıada, Burgazada, Heybeliada, Büyükada ve Sedefadasını kapsayan Adalar ilçesinde malesef 7/24 hizmet veren tam teşekküllü bir hastahane bulunmuyor..

Eğer başınıza bir iş gelirse  112 Acil Hattını aramanız ve şansınıza ne çıkarsa yaşamanız gerekiyor..  

Örneğin yaklaşık 5 sene kadar önce kış aylarında gecenin bir yarısında boyundamarındaki tıkanıklık sonucu emboli yapan bir damar nedeniyle evde otruduğu yerde yere yığılan babamı hastaneye götürmek için herhangi bir araç vs olmadığı için komşuların yardımıyla tahta bir el arabasına bir battaniye içinde neredeysekarga tulumba bindirilen babamı gecenn son vapuruna yetiştirerek hastaneye yetiştirmiştik. 112 den istenen ambulans Bostancı iskelesinde bekliyordu ama hastanın oraya kadar nasıl geleceği tamamen kaderinizdi...

Aradan geçen zaman içinde bizim bulunduğumuz ve ailemin yaz-kış sürekli yaşadığı Kınalıada’daki sağlık hizmetleri ise şöyleydi : 1 pratisyen hekim (evi adada olmadığı için saat 17:00 den sonra mümkün değil erişemezsiniz), 1 ebe (evi adada mıydı hatırlamıyorum), bir hemşire ve bir ambulans vardı..

Şu anda ise aynı doktor devam ediyor, halen adada oturmadığı için akşam ve geceleri doktor yok yani.. Hemşire ve ebe artık yok (niçin yok bilmiyorum), bir ambulans var ama onun da şöförüne akşam ve gece ulaşmak mümkün değil...

1,5 ay önce annem düşüp de kalça kemiğini kırınca biz de Kınalıada’dan 112 yi aradık.. 3-4 dakika içinde deniz ambulansını yönlendiricez dediler ve gerçekten de yönlendirdiler. Ama iskeleye gitmek için ambulansı kullanamadık çünkü akşam 7 civarıydı ve ambulans şöförü 17:00’den sonra çalışmıyordu (şaka değil).. Sonra karakolu aradık polis arabası geldi annemi iskeleye götürdük, orada bekleyen deniz ambulansına aldılar ve 6-7 dak. içinde Bostancıdaydık, başka bir kara ambulansı bizi bekliyordu... Velhasıl biz şanslıymışız, toplamda herhalde 30 dak. gibi bir sürede adadan hastaneye ulaştık...

11/08/2013 tarihinde Heybeliada’da yaşanan olayda ise 112 den yardım alınamadığı iddia ediliyor.. Gerçi 112 Komuta Kontrol Merkezi'nin gazetede yer alan açıklamasına göre vaktinde müdahale edildiği yazıyor ama aynı açıklamada adalarda saat 22:00 ye kadar doktor da bulunduğu söyleniyor ve bu doğru değil.. Dolayısıyla bu gencin arkadaşlarının yaptığı açıklamalara güvenmek bana daha mantıklı geliyor..

Heybeliada sakinleri Cuma günü saat 14:00'te İlçe Sağlık Müdürlüğü önünde eyleme hazırlanıyor. İstanbul'un göbeğinde ve en turistik beldelerden biri olan Adalar'da yıllardır hastane olmaması, sadece Büyükada'da bir polikliniğin bulunması büyük tepki topluyor. Yıllardır yaşanan bu durum 22 yaşındaki bir gencin kolunu kaybetmesi sonucu halkı adeta isyan ettirdi. Adalılar sosyal paylaşım sitelerinde, #heybeliadayahastaneistiyoruz diyorlar ve ellerinden geldiğince seslerini duyurmaya çalışıyorlar. 


Adalıların haklı olarak şunları bilmek istiyorlar :
•Neden 24 saat sağlık hizmeti ve acil sağlık hizmeti verilmemektedir?
•Neden hem kara, hem de deniz ve hava ambulansları hizmet verecek donanıma, personele ve işleyişe sahip değildir?
 Talepler ise şöyle :
 •Haftada 7 gün 24 saat acil sağlık hizmeti verecek ve hastayı ihtiyacı olan hizmet birimine ulaştıracak, ücretsiz ve hızlı erişilebilir gezici ve sabit sağlık birimleri talebimizdir.

•Haftada 7 gün 24 saat hizmet alabileceğimiz vardiyalı, ücretsiz başta doktor, hemşire ve Acil Tıp Teknisyeni olmak üzere sağlık personeli talebimizdir.


Siz de bu taleplere destek vermek için şu linkte bulunan kampanyayı imzalayabilirsiniz...

26 Temmuz 2013

3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM?

Bugün birçok blogda aşağıdaki yazıyı görebilirsiniz, ortak hareket edip tepkimizi birlikte vermek adına sevgili Banu Conker ve İrem Afşin tarafından hazırlanan aşağıdaki metni paylaşıyoruz.. Her cümlesine katılıyor ve altına imzamı atıyorum.. Kendilerine de çok teşekkür ediyorum..





#KöprüdegilTopluTasima




Ben bir anneyim. Anne olmak sadece doğurmak değildir. Anne/ Baba olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.

Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.

Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı. 

• Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevre yollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak. 

• Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız. 

• Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak. 

• Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.

• Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak. 

Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi? 

İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi. 

Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor. 

Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!

Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:

Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken

Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!

İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:

Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken

Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!

Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10

Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90

Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü,

2040 yılında 70 köprü yapılması gerek!  Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?

Ben bir anneyim ve çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım. 

Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum. 

Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre  için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!

Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.

Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

25 Temmuz 2013

Gebelerin sokağa çıkmasına terbiyesizlik diyenlere cevabımdır..

Bak güzel kardeşim (teşbihte hata olmaz),

Şimdi sen dün akşam tamda iftar vaktinde ödediğimiz her vergiden yüklüce pay alan ama artık helal etmediğimiz devlet televizyonunda çıkıp da hamile kadınların hamileliklerini evlerinde yaşamaları gerektiğini, 6 aylık falan hamile olunca ancak beylerinin arabalarıyla bi nefes almaya çıkabileceklerini, onları sokakta olmasının terbiyesizlik olduğunu ve de  herşeyden evvel  estetik olmadığını söyledin ya ? İşte sana iki çift lafım var otur da bir dinle hele...

Şimdi bak en başta anlaşalım, biz de  insanız.. Anne-baba olmadan evvel de insandık, halen de öyleyiz.. Kendimize göre doğrularımız, yanlışlarımız,inançlarımız, değer yargılarımız var.. E sonuçta ağaç kavuğundan çıkmadık, hepimizin anası babası, bir ailesi var.. Gelenek, görenek, örf, adet dediğimiz kurallar topluluğu her ailede her yörede şekil değiştirse bile tüm topluluklarda bir kural koyucudur yazılı olmasa da... bunun farkındayız...

 Ancak şu da bir realitedir ki her toplumun alışkanlıkları belirli zaman aralıklarında akıl ve sağ duğu sahibi bireyler tarafından ölçülüp tartılarak, görüp öğrenerek değişime uğrarlar... Ve bu normaldir.. Misal benim kayın validem babasının yanında bebeğini kucağına bile alamazmış, ayıpmış çünkü.. Ama ben kendi öz babamın yanında çocuklarımı emziriyordum.. Bundan da bir gün bile utanmadım, çünkü bana göre anne olan bir kadın için memeleri sadece ve sadece bebeğini besleme araçlarıdır.. Şükür ki Rahmetli babam da benim gibi düşünürdü ve bir gün bile şu ayıp, bu günah aman zinhar yapma etme demedi bana..

Bak şimdi, biz şöyle yaşıyoruz , uzaydan gelmedik sonuç itibariyle.. Senin büyüdüğün, “eğitim aldığın” ortamlardan uzakta (çok şükür)  genellikle akranına aşık olan, flört eden, evlenen, sevişerek genelde bile isteye çocuk yapan, daha bebeği karnında bir mercimek kadarken bile onu seven, okşayan, gebe olmakla gurur duyan, zevk alan, çocuğuyla ilgili her şeyi seven insanlar topluluğuyuz biz.. Artık ötekileştirip çapulcu mu dersin, dinsiz-imansız mı dersin, arsız-ahlaksız mı dersin bilemem, o senin sorunun vallahi..

Ama biz gebe kaldığımızda bunun bir lütuf ve bir mucize olduğunu düşünüyor ve bu coşku ile evladımıza kavuşacağımız zamanı zevkle bekliyoruz.. Gebe kalmak için yaşanması gerekli şartları ise tu kaka, ayıp, günah diye değerlendirmiyor ve herbirimiz kendi mahremiyet sınırlarımız içersinde yaşıyoruz bunu.. Gebe kaldıktan sonra da hiçbirimiz “aa bak ben o işi yaptım da gebe kaldım şimdi de göbeğimi gere gere dolaşıyorum ortalıklarda” gibisinden bir tavrımız/hareketimiz hiç olmuyor.. 

Misal ben her iki gebeliğimde de doğuma 2 hafta kalana kadar çalışmak durumundaydım.. Bu sebeple ilk doğumumda Göztepe’den Gebze’ye servisle, ikincisinde ise Göztepe’den Mecidiyeköy’e hem de metrobüs denen akıllara ziyan toplu taşıma aracıyla gidip geldim.. Zor olmadı mı tabi ki oldu.. Ama buna mecbur hissettim kendimi.. Doğacak çocuğuma sağlayacağım daha iyi fırsatlara sahip olmak için yaptım bunu.. Asla da pişman olmadım..

Ayrıca programdaki beden dilinizin, konuşma tarzınızın, paçalarınızdan akan kibirin bir tasavvufçuya hiç ama hiç yakışmadığını, yüzünüzden nefret okunurken ağzınızdan çıkanların kadın düşmanı kelimelerin dinleyende bir iğrenme duygusu yarattığını da özellikle belirtmek isterim. Karşınızdaki pişmiş kelle misali her dediğinize “Allah razı olsun “ diye sırıta sırıta onay veren salak sunucunun komik halleri bile kurtaramadı programı söylemesi benden..

Ama ben derdinizi anladım aslında.. Bakın kulak verin bana, bir insan ve bir anne ve bir kadın olarak bence çok önemli bir tespitim var hakkınızda : Sizin gibi düşünen insanların kadını sadece ama sadece bir cinsel haz objesi gibi görmesi  sebebiyle hamile bir kadının güzelliğini farkedememenizdir sorun bence.. Kadın dediğin sizin lugatınızda eksik etek, oy hakkı/miras hakkı/kendini ifade etme hakkı ve özgürlüğü olmayan, daha el kadar çocukken oyuncak bebeklerinde koparılıp kadın yapılmış, üst üste istese de istemese de gebelikler yaşamış, ağzına vur lokmasını al, gece de koynuna gir şeklinde yaşanan bir kaşık düşmanıdır gördüğümüz kadarıyla.. Gebe kaldığında da ayak altında dolaşması hoş karşılanmaz elbette.. Kırsın dizlerini evinde çocuklar doğursun, onları büyütsün, gerisi hikaye değil mi ?

Ayrıca “yaradandan ötürü yaradılanı severiz”  diyen siz değil miydiniz ? Şimdi gözünüze hoş görünmeyen insanların toplum içine çıkmasının terbiyesizlikten de öte estetik olarak kötü olduğunu mu söylüyorsunuz ? Peki o zaman kilolu insanlar da çıkmasınlar sokağa, hasta olanlar, down sendromlu olduklarını yüzlerine bakınca anladığımız çocuklar, engelli vatandaşlar, vücudu estetik anlayışınızı tatmin etmeyen kimse dolaşmasın sokaklarda öyle mi ? Bu nasıl bir bağnazlık ve nefrettir insana karşı anlamak mümkün değil...

Ha bir de siz insanların her seferinde bile isteye, seve seve mi gebe kaldıklarını sanıyorsunuz... Bu ülkede 14 yaşındaki beyinsel engeli kız çocuklarına tecavüzler de yaşanıyor, aile içi şiddetle karısına tecavüz eden hayvan kocaların eşleri de gebe kalıyor..  Onlar için de bir formülünüz var mı ? Örneğin tecavüz suçlularını serbest yargılanmak üzere salıveren, olabilecek en hafif cezaları onlara layık gören mahkemeleri adam etmek gibi mesela ?

Bu yazıyı kaleme almadan önce sizin hakkınızda ufak bir araştırma yaptım ve aslen avukat olduğunuzu, Karabüklü Cerrahi tarikatının şeyhi olduğunuzu, tasavvuf ve Mesnevi tabanlı sohbetlerinizi, kitaplarınızı öğrendim.

Ekşi sözlükte bile lehinize yazılmış onlarca post mevcut.. Ancak bu tv programı nedeniyle de bir hayli yorum yapılmış hakkınızda.. Bugün yapılan bir yoruma yer verirken, bu yazının amacıyla birebir örtüştüğünü  hatırlatır, Allahın selameti üzerinize olsun, uzak ara görüşelim hatta hiç görüşmeyelim derim..

ön yargısız izlendiğinde bile, irite edici açıklamaya imza atmış tasavvuf ehli. ilgili cümlede edep ya hu demesi bile doğru değil. bu tarz ahlaki değerler bu topraklarda bin yıldır böyle oldu mantığıyla açıklanamaz. toplumsal değerler 20-30 yıllık periyotlarla kendine yeni dinamikler edinebilir, ahlaki değerler değişir bu yok olduğu anlamına gelmez. bugün kadınlar ne regl olmaktan utanıyorlar, ne de hamile olmaktan. bunun dünyanın en en normal şeyi olduğunun bilincindeyiz çünkü. ayıp/günah olmadığı için utanılması veya saklanılması da gerekmiyor. toplumsal ahlak ve kültür de bu yönde evrimleşiyor. bugün babalar kızlarına gidip marketten orkit vs. alabiliyor. bundan çok değil 20 yıl öncesine kadar kendi evladını aile içinde kucağına alıp sevmesinin ayıp görüldüğü babaya bugün kızı boynuna sarılıp hamile olduğu müjdesini verebiliyor. evet artık bu utanç meselesi değil müjde. bana kalırsa ahlak olumlu yönde, sevgiden yana gelişiyorsa kendi tabularımızla önünde durmaya gerek yok. hele nefret bürünmüş bir yüz ifadesiyle "edep ya hu" demek en basit ifadesiyle allah ın kanunlarına onun adını kullanarak muhalefettir. ben bütün iyi niyetimle şahısta kötü niyet görmedim, yalnızca bağnazlık gördüm. kişisel olduğu sürece bağnazlığı kendine, fakat topluma yönelttiğinde bağnazlığını bence tehlikeli. çünkü bilinir ki durumdan vazife çıkaracak zır cahil çok.


Ayrıca hoca efendinin karşısında koltuk kaygısıyla ya da belki düşüncelerini paylaştığı için pis pis sırıtıp “lafı da nasıl gediğine koydunuz, hay Allah razı olsun sizden” gibisinden duran sunucu arkadaş, inanki sen de en az  savunulan fikir kadar mide bulandırıcı görünüyorsun.

Ve devlet kurumu TRT, ne desem boş kaçacak. Sadece veciz bir ata sözümüzü paylaşacağım size olan duygularımı ifade edebilmek için : Deveye boynun neden eğri demişler, nerem doğru ki demiş...

Kendinize gelin ve bu ülkede müthiş cesur yürekli kadınların yaşadığını unutmayın lütfen.. O kadar cesuruz ki bu şartlarda gebe kalıp çocuk filan doğuruyoruz yani o kadar.. Ayağınızı denk alın...




18 Temmuz 2013

Çapulcular başörtülü kadının çocuğuna cam kırıklarıyla dolu dondurma ikram etmişler...

İftira atmak da zeka işidir ve bazılarının hiç kafası çalışmıyor gerçekten de... Şimdi aşağıdaki fotoya bakalım öncelikle :



Neymiş efendim, iki tane "başı açık kadın" çocuğuna dondurma ikram etmişler... Ama dondurmanın içinden bira şişesi kırıkları çıkmış..

Bağğğğzııı sorularım olacak :

1- Hiç tanımadığı birinin çocuğuna verdiği gıda maddesini yemesine kim müsaade eder ? Ben etmiyorum şahsen.. 
2- Bu sıcakta insan cebinde dondurma taşıyabilir mi ? Erimez mi, yamulmaz mı, içinde cam kırıkları varsa o daracık cepte insana batmaz mı? Ayrıca kakaolu külah dondurma diye tabir ettiği şey sanırım açık külah dondurma.. Nasıl cebe girer ki?
3- Müslüman "başı kapalı" kardeşimiz küçücük bir cam kırığının bira şişesine ait olduğunu nasıl anladı ?
4- Eliyle dondurmayı kontrol etmiş arkadaş.. Nasıl yani, parmaklarını dondurmaya sokup mıncıklamış mı ? Bunu hep yapar mıymış ? Temiz çıksa eliyle mıncıkladığı dondurmayı çocuğuna yedirecek miymiş ?


Orantısız zekanın tavan yaptığı bir günlerdeyiz.. Herkesi kendileri gibi salak sanıyorlar..

Basit bir Google görsel araması ile yüzünü flulaştırdıkları aynı kadın fotosunun başka haberlerde de fon niyetine kullandıkları ortaya çıkıyor.. 





Demek ki aynı fonu her şey için kullanıyorlar.. Şimdi de yüzünü flulaştırıp (ki kadının gözündeki gözyaşının su damlası gibi durduğunu büyük ihtimalle Photoshop'landığını anlamak için alim olmaya da gerek yok) Ramazan ayında çocuğuna cam kırıklarıyla dolu dondurma ikram edilen zavallı "mazlum başı kapalı kardeş" gibi göstermişler..

Komiksiniz, zavallısınız ve iftiracısınız..

Halbuki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır "nur/15 

"O asılsız sözü duyduğunuz zaman: "Bunu konuşmak bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?" (Nûr, 16) 

Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim mi? Her günahkâr iftirâcı, yalancı, sahtekâr üzerine iner. Bunlar (şeytanın iftirâ ve yalanına) kulak verirler. Çoğu ise yalancıdır." (26/Şuarâ, 221-223). 

“Kim bir hata yapar veya kasıtlı günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa, büyük bir bühtan/iftirâ ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.” (4/Nisâ, 112). 

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (49/Hucurât, 6).

16 Temmuz 2013

Ayşe Arman'ın polislerle yaptığı ropörtaja cevabımdır...

Ayşe Arman'ın polis memurlarıyla yaptığı ropörtajı okudum, hınçla, üzülerek ve hayret ederek... Kendi adıma kabul etmiyorum özürlerini de, sebeplerini de..  Yorgun, uykusuz, stresli vs vs... hale gelmişler...O sebeple yaşanmış onca vahşet... Yorgunluktan, gördükleri baskıdan psikolojileri bozulmuş...  



Bir insan ve bir anne olarak duyduklarım kanımı donduruyor... Hangi şiddetin, giden hangi canın özrü olabilir ki bu sayılanlar.. Mesela, Lobna Allami 31 Mayıs'ta  sabah saatlerinde saldırıya uğradı, olaylar yeni başlamıştı daha, hiçbir polis yorgun uykusuz vs değildi.. Bile isteye hayatı karartıldı o genç kızın.. Başına isabet eden gaz fişeği sebebiyle sağ tarafı felçli, hafızası gidip geliyor... İyileşecek mi, beyin hasarı ne durumda belli değil... Ve diğer kayıplarımız, 5 can alındı gözü dönmüş müdahaleler sonucunda... 5 can, 5 evlat, hayatları kararmış 5 aile... Onlarca kişinin gözleri kör oldu, yaralananlar, hala uyutulanlar... 

Ayrıca Taksimdeki onca olayda günlerce orada yatan kalkan, şiddet gören, gazlanan, aşağılanan, yorgun, aç susuz yerlerde, çadırlarda uyuyan/uyumaya çalışan, aklı evinde çocuğunda çoluğunda olup da direnişe destek veren binlerce insan vardı orada... Onların hali de çok acıklıydı ama hiçbiri şiddete başvurmadı, hiçbiri karşısındaki insanın canına kastedecek kadar insanlığından çıkmadı.. 

Herşeyi çok güzel özetliyor aslında bu tweet..

Ne hakla, ne cüretle sen bir canlıya zulmedersin ve psikolojinin bozukluğunu buna mazaret olarak gösterirsin ki ? İnsanlığa sığar mı bu? 



Üstelik de polisliğin zor ve meşakkatli bir iş olduğunu hepimiz biliyoruz.. Ama psikolojin bozuksa zaten o görevde olmaman gerekmiyor mu? Ne işin var orada, niye yok polisler için rehabilitasyon merkezleri ? 




Evet kabul ediyoruz asıl sorumlu sistem, ama sistem seni ne kadar zorlarsa zorlasın, bir insana  şiddet uygulamanın ve bunu yaptığın işten ve elindeki olanaklardan yola çıkarak yapmanın hafifletici hiçbir yanı ve sebebi olamaz...



ve Ayşe Arman, acaba o gözü çıkan çocuklardan biri senin çocuğun olsaydı, Lobna Allami senin kızın olsaydı aynı ropörtajı yine yapar mıydın ? Allah korusun ölen o gencecik çocuklardan biri senin evladın olsaydı halin nice olurdu hiç düşündün mü ?


11 Temmuz 2013

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...

Herkese merhaba,

Yeniden sahalara döndüğümü sevinçle duyurmak istiyorum..

Diren-çli bir Mayıs ayı sonrasında nihayet yaz geldi, hava ısındı ve hatta Mübarek Ramazan ayına da girdik..
Bu sene dualarımız ülkemizde yaşanmakta olan tüm olumsuzlukların yok olması yönünde elbette.. Evlatlar ölmesin, insanlar kör veya sakat kalmasınlar...

Bu mevzuu çok derin çok ince, ayrıca bir post konusu elbette.. Diyeceğim sadece #direngeziparki diyerek yükselmeye başlayan sesimiz çığlık oldu, umut oldu...

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...