26 Ekim 2009

Yeni bir...


Yeni doğan güneş yeni haberlere gebeymiş meğer...

Hiç planlamadan da gebe kalınıp, yıllardır planlanıyormuşcasına sevinilebiliyormuş minik test cihazındaki ikinci pembe çizgiye..

Evet evet evet.... Hamileyim.. İçimde yeni bir can, yeni bir merak, yeni bir heyecan, aklımda binlerce soru işareti ile bugün itibariyle 5 hafta+2 lik bir hamileyim yine yeni yeniden..

Sağlıkla kavuşmayı diliyoruz yeni güzelliğe ve gün sayamaya başlıyoruz artık..

23 Ekim 2009

Pekmezli - havuçlu - şekersiz kek...


Emre kuşuma dışarıda yapılmış şeker içerekn gıdalar almadığım gibi evde yaptıklarımdan da vermiyorum. Ama şeker yerine pekmezle tatlandırılmış bu kek çok lezzetli oluyor ve Emre de çok seviyor bunu..

Tarif Oktay Usta'ya ait.

Detaylar şöyle :

4 yumurta
1 su b. pekmez
2 havuç
1 çay b. ceviz
1 tatlı k. tarçın
1 tatlı k. yenibahar(ben kullanmadım bunu)
1 p. kabartma tozu (kabartma tozunda katkı maddesi vardır diye karbonat kullandım)
alabildiği kadar tam buğday unu.

Hazırlanışı :
Karıştırma kabına 4 adet yumurtayı kırın ve karıştırın. Üzerine rendelenmiş havucu ekleyin. 1 su bardağı pekmezi ilave edin.Üzerine kırılmış cevizi ilave edin. Üzerine alabildiği kadar un ilave edin. Üzerine 1 tatlı kaşığı tarçın ve yeni bahar ilave edin. Kek kalıbını margarin ile yağlayın ve içine ceviz serpin. Kek kalıbına harcı boşaltın.Önceden ısıtılmış 170 derecelik fırında pişirin.

Ben kek kalıbında değil de küçük boy yuvarlak borcamda pişirdim ve margarin ile değil zeytinyağı ile yağladım..

Emre ne yapıyor?


Soru : Emre ne yapıyor?
Cevap : Annesinin yaptığı pancar turşusunun tadına bakıyor...

22 Ekim 2009

Emre 19 aylık...

Emre kuzum 1,5 yaşını geçeli 1 ay oldu bile...
Çok hızlı büyüyor sanki..
Günler günleri kovalarken, büyüsün diye gözünün içine bakarken, yaşını ikiye dayıyor oğlum sessizce..
Kendisi büyürken bizi de büyütüyor oğlum.. Farkında olamadan geçip gidiyor günler..
Öğrendik artık o uyursa dinlendiğimizi, o yerse doyduğumuzu, o gülerse mutlu olabildiğimizi...
İyi varsın kınalı kuzum benim...
Bebekler anne-babalrını seçerlermiş ya..
İyi ki bizi seçtin, iyi ki geldin...
Seni çokkkk seviyorum birtanecim, cennet kokulu yavrum benim.

13 Ekim 2009

Diyet Aldatmacası...


Diyet ve benzeri oluşumlar Türk delikanlıları güçten düşürmek ve Türk tebaasının devamını engellemek için dış mihraklar tarafından çıkarılmış bilinçli bir düzmecedir.
.
Amaç eskiden bir koyunu bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp elde orak çalışmaya devam eden büyük Türk kadınlarını; kalori sayan, grip olunca yatağa düşen, fitness ve aerobik yapan çıt kırıldım tiplere dönüştürmek ve Büyük Türk ırkını Japonlar gibi sıska zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir.
.
İktiza ettiğinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir Türk babayiğidini pazar arabası ile pazara çıkmaya muhtaç duruma düşürülmesinden daha soykırım ne olabilir arkadaşlar ?
.
Annemin anlattığı vita yağı dönemleri ve hatta dedemin anlattığı iç ve kuyruk yağı dönemlerinde kalp hastalığı var mıydı? Vardıysa neredeydi? sorarım size. Kolesterol çokluğu bir hastalık değil sadece ölçüyü kaçırdığınızın bir göstergesi olup 2 şişe soda ile oranı düşürülmesi mümkün bir basit durumdur.

Aziz Türk milletinin evlatları gelin bu oyuna düşmeyelim kalori diyet gibi tuzaklara kapılmayalım.
Can boğazdan gelir!
Gürbüz insan güzel insandır!
İştahlı insan sağlıklı insandır!
Soya fasulyesi et yerine geçemez!

Hindi etinin neyime derman olduğu belli değildir! Hindi ne tavuk ne de et yerine geçer adı hindidir hindi sevenler tarafından tüketilmeli yeni çağın mucizesi olarak yutturulmamalıdır.
.
Feminizm ve eşitlik adı altında değerli Türk kızlarının aklı çelinmekte, yemek yapmayı bilmeyen, yeni nesli abuk sabuk yiyeceklerle yetiştirecek, beceriksiz, uyumsuz, damak zevki gelişmemiş sunta kılıklı diyet bisküviyi yiyecek sanan, et yemeyen, geleneksel mutfağına bağlı kebap perver kişileri hanzo yada kıro gibi gören, sinirli ve bir deri bir kemik bir güruha dönüştürmekte az önce belirttiğim gibi Gelecek Büyük Genç Türk neslinden korkan dış mihrakların bir oyunudur.
.
Bir yeni çağ yalanı da Çin mutfağıdır. Aslında Çin mutfağı yada Çin yemeği diye bir şey yoktur onların olayı bahçede buldukları her türlü malzemeyi bir demir leğene doldurup (wog) diğer Çinliler mevzua uyanmadan acele pişirip (her şey az pişmiş) karnını doyurmaktan ibarettir. Bu kardeşlerin sayısı milyarlar ile ifade edildiğinden bizdeki gibi ortadaki tencereye kaşık sallama durumlarında masadakilerin yarısı aç kalmakta ve dolayısı ile tok açın halinden anlamamakta fakat kung-fu marifeti ile bir araba sopa yemekteydiler. Sonunda uyanık bir Çinli bu durumda çözüm olarak çubukla yemek tekniğini bulup masada bulunan herkesin tencerenin dibi görünmeden bir kaç lokma alabilmesini sağlamış ama sonuçta bu günkü cüce asabi ve kıl Çinliler ortaya çıkmıştır.Kahrolsun doymamış yağ oranları!
.
Kahrolsun şekersiz yiyecek içecekler!
.
Kepek ve lif insan değil hayvan gıdasıdır! (sıkıysa köyden gelen akrabanıza avakadolu hindi salatası ve yanında kepek ekmeği ve light kola ile ağırlayın bir dahaki kurban bayramı tavrını gözlemleyin.)
.
Her daim yaşasın geleneksel Türk ve Osmanlı mutfağı der; Bol salçalı yağlı ve hamur işli öğünler dilerim.
.
Yaşamınız fırından çıkmış bol fıstıklı ve peynirli künefe tadında geçsin.
.
Hamiş : Mailime gelen, kimin olduğunu bilmediğim bir yazıdır. Paylaşmak istedim.

Biz eskiden...

Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve Çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum.
.
Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile bir tuhaftı, ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk almıyordum. Hala gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen şeyler yapıyordum. Dokuztaş, misket, kukalı saklambaç, hele o "en de tura bir iki üç güzellik", unutulur gibi değildi.
.
İnşaatlardan sökülen paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok, oyuncak yoktu, olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence yaratıcılığımıza kalmıştı. Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak" diye bir deyim vardı.
.
Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında vurulmuştum. Net hatırladığım bir sahne var: Adi Yalın. Babası ona iki tekerlekli bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye söz vermişti. Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden. İkinci aşkım, alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye, Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte.
.
Diyarbakırlı Kürt bir Karpuzcumuz vardı . Salı Cuma karpuz, kavun getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı, değil apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek neredeyse bir gün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. Şimdi çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o yüzden ne tadı var ne de kokusu.
.
Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtıraş kullanmak israftı, sınıflardaki çöp kovası onu kalem açma kuyruklarını unutan var mı?
.
Plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan muz. Hele iç içe gecen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik bardaklar, kâbusumdu benim. Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını.
.
Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40 lı yıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu Üniversiteyi ya zar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve kardeş kavgasına rağmen. Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı, sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası güzellikler bıraktı.
.
O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı çıkaramıyorlar, zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar, bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile diyemiyorlar. .

O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama onca imkâna rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı saklambacı ve hatta uçurtma uçurtmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları marketlerde hazır yapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma uçurmanın tadını bilmiyorlar.
.
Okulun açılacağı haftanın öncesinde önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya ihtiyacı yok çünkü. Kâğıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kâğıt koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor.
.
Hiç dut silkelemediler bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine.
.
Mutlular mı?
.
Umarım öyleler.
.
Peki, çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?
.
Umarım ...
.
Hamiş : Mailime gelen, kimin olduğunu bilmediğim bir yazıdır. Paylaşmak istedim.

08 Ekim 2009

Palovit Vadisi Duyarlılık Platformu...


PALOVİT VADİSİNE DOKUNMA!
.
Kaçkar Dağları ekosistemi içinde çok önemli bir yere sahip yaylalara gelişigüzel açılan yol çalışmaları, mahkeme kararlarına rağmen devam ediyor. Geçtiğimiz yıl Pokut ve Hazindağ yaylaları arasında yapılmak istenen yola dava açılıp, Trabzon Bölge İdare Mahkemesi “yürütmeyi durdurma” kararı vermesine rağmen, yola devam edilmişti. Bu yolla ilgili tartışmalar sürerken önümüzdeki yıl da aynı yolun, bu kez Doğu Karadeniz’in 100 yıllık kesme taş evleriyle ünlü en yüksek yaylası Samistal’a ve oradan da Kaçkarlar’a kuzeyden çıkış noktası Yukarı Kavrun yaylasına devam ettirilmek istendiğini ve bunun da programa alındığını öğrendik. Şimdi de Amlakit yaylasına kısa sürede ulaşmak adına Palovit Vadisi ‘ne dozerler girmiş bulunuyor.
.
Başka Fırtına Yok! Dünya koruyor biz kesiyoruz.
.
Fırtına Vadisi, Fırtına Deresi’nin, Karadeniz kıyı çizgisinden başlayıp iç kısımlara doğru birden çok kola ayrılarak (Durak, Hemşin, Hala, Palovit, Elevit ve Tunca dereleri) Kaçkar Dağları’nın kuzey yamaçlarına kadar uzanmasıyla oluşuyor. Bölgede, alüviyal akarsu ormanları (kızılağaç), geniş yapraklı ılıman ormanlar (doğu kayını), iğne yapraklı doğu ladini ormanları, yapraklı ve karışık ormanlar, geniş alpin çayırlıklar ve kayalık habitatlar, nadir şimşir ormanları gibi Doğu Karadeniz’e özgü bütün habitatları burada bulmak mümkün. Bu değerlerinden ötürü, Fırtına Vadisi ormanları, dünyada korumada öncelikli yüz alandan biri. Ayrıca bölge doğal sit alanı yani dokunulmaz, yapılaşma olamaz, inşaat yapılamaz, yol yapılamaz. Diğer ülkeler doğal alanlarını artırarak ve ekolojik politikalar üreterek sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken her nedense ülkemizde yeşili “yok etmek” için özel bir çaba sarf edilmesine anlam veremiyoruz.
.
Deniz alası için, boz ayı için, yaşlı dev ağaçlar için
.
Fırtına vadisi öyle bir biyolojik çeşitliliğe sahip ki Kaçkar Dağları ile birlikte 537 odunsu bitki, 136 kuş, 30 memeli, 21 sürüngen ve 116 endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Fırtına, Hemşin ve Çağlayan dereleri, her yıl Karadeniz’den iç kısımlara göç ederek yumurtadan çıktıkları yere kadar yüzüp burada yumurtlayan dünyadaki tek denizalalarının da yuvası. Fırtına ve Palovit vadileri, içerdikleri doğal yaşlı ormanlarla, hem bölgenin, hem de ülkenin en bozulmamış birkaç orman ekosistemi arasında değerlendiriliyor. Palovit Vadisi kendine özgü endemik bitki çeşitliliğinin yanı sıra barındırdığı hayvan türleriyle de doğa koruma açısından büyük önem taşıyor. Türkiye’de en yoğun bozayı popülasyonun bulunduğu bölgelerden biri olan alanda, yaban domuzu, çengel boynuzlu dağ keçisi, yaban keçisi, kurt, tilki, çakal, yaban kedisi, vaşak, karaca ve porsuklar yaşıyor.
.
İş işten geçmeden! Vadi bütünüyle korunmalı
.
Tüm bölge aslında birçok kanunla korunuyor; Bern sözleşmesine taraf olan Türkiye bölgeyi koruma altına alacağını çok önceden taahhüt etmiş durumda. Ayrıca Türkiye yine imzaladığı AB katılım çerçevesinde; “Avrupa’nın yaban hayatı ve doğal yaşama ortamlarının korunması” sözleşmesi ile endemik ve doğal yaşamı korumakla yükümlü. Kendi kanunlarımızla doğal kültür turizm ve arlıkları açısından bölge birinci derece doğal sit alanı ilan edilmiş durumda.
.
Tüm bunlara rağmen hangi kanuna dayanarak ve hangi inisiyatifle bilinmez; halen ısrarla kepçeler bu doğal vadiyi mahvetmek için çalışıyor. Açılan davalara rağmen doğa rant uğruna kurban ediliyor. İmzalanan anlaşmaları görmezden gelen, uluslararası sözleşmelere yokmuş gibi davrananlar, ihale alamayan yandaş müteahhitlere doğayı peşkeş çekenler, şark kurnazlığı ile aradan sıvışıp yol alacaklarını zannediyorlar.
.
Türkiye’nin yağmur ormanlarını kestirme!
.
Fırtına Vadisi başta hidroelektrik santraller olmak üzere, yol inşaatları, turizm ve çarpık yapılaşma, taş ocaklarının tehdidi altında. Bir de bunlara yaylaların birbirine bağlanması projeleri eklenince kirlenme kaçınılmaz oluyor. Fırtına Vadisi boyunca yer alan şimşir ormanları, dev yaşlı ormanlar yasa dışı kesimler nedeniyle azalıyor. Türkiye’nin yağmur ormanları planlı olarak yok ediliyor.
.
Bu nedenlerle hem yol isteyen yöre sakinlerinin hem de yaylaları birbirine bağlayıp jeep-safari turizmi yapmak isteyenlerin ve ilgili devlet yetkililerinin yapacakları bu katliamı görmeleri gerekiyor. İş işten geçmeden!
.
Biz aşağıda imzası olanlar yapılan bu katliam için sesimizi duyurmak, bugüne kadar tüm projelere kayıtsız kalan politikaları protesto etmek ve “Palovit vadisine dokunma” demek için kamuoyunu göreve çağırıyoruz. Lütfen destek vermek için TIKLAYINIZ...

07 Ekim 2009

Cici kitaplarım...

Elif Şafak'ın AŞK'ından sonra okunması gereken bir kitap bence:-) Henüz başlamadım.

Tracy Hogg'un ünlü kitabını Yapıncak çevirmiş... Okumaya başladım..

Montessori yöntemiyle ilgileniyorum, uygulamaya çalışıyorum Emre ile.. Bu kitap da çok güzel özetlenmiş, resimlerle örneklenmiş konular. Şöyle bir göz gezdirdim sadece...


05 Ekim 2009

Bugün...


Bugün hayatımda aldığım en doğru, en isabetli, en romantik kararı alalı, O.na EVET diyeli tam 7 yıl oldu.. Birlikte geçirdiğimiz bu 7 yıl içinde hiç pişmanlık duymadıysam, bu; dünyanın en tatlı, en yakışıklı, en anlayışlı, en sabırlı, en çalışkan, en düzgün adamıyla evlendiğim içindir.. Bu konuıda ne kadar şanslı olduğumu anlatamam hiçbirşekilde tam olarak..

İyi ki varsın aşkım, iyi ki kocamsın, iyi ki oğlumun babasısın, herşeyimsin..


02 Ekim 2009

Bunları aldım çokkk memnunum...




Evdeki elektrikli süpürgemiz çektiği tozları arkadan üflemeye başlayınca değiştirme vakti geldi dedik.. Bunu aldık, süper çekiyor, üstelik de çevreci...





Temizliğe gelen yardımcımız tarafından iki kez yere düşürüldüğü için içine su koymamıza itiraz eden eski ütümüzü değiştirdik sonunda.. Tefalin bu modelini aldım ve daha önce hiç buharlı ütü kullanmamışım diyorum. O kadar verimli ve kolay hale geldi ütü işi benim için.. Harcadığınız zaman kesinlikle yarıya iniyor.
Aldım, kullandım, tavsiye ediyorum....