08 Mayıs 2012

Badem'li bir haftasonu...

Buzda bademi bilirsiniz değil mi? Hani sıcak yaz gecelerinde özellikle yazlık mekanlarda satılan, lezzetli ve atıştırmalık çerez cinsi...


Ekşi sözlükte şöyle de tanımlanmış hatta :

"ozellikle tatil beldelerinde satilan, soguk badem...
son model simitci tezgahini andiran tekerlekli camekan icinde oldukca iri bir buz parcasinin uzerine yigilmis olur, islandiklari icin bu esnada, bademlerin kabuklari cok kolay soyulur, tadlarina doyum olmaz... diger tatil beldesi yaz tatili cerezlerine gore pahali bir zevk olmasi, beraber buzlu badem yeme tekliflerine anlam ve onem katar..."
İşte ben bu bademi çok severim ve neden evde yapmayayım diye düşündüm.. Sonuç gerçekten harika oldu... Hatta hızımı alamayıp bu bademlerle bir de Kremalı Mantar Çorbası yaptım ki, sormayın... Yanağınızı dayar uyursunuz :-) (*)

Evet efendim, bunun için gerekli malzemeler şöyle :

Kavrulmamış badem
Kaynar su
Büyükçe bir kavanoz

Şöyle yapıyoruz : Akşamdan bademleri bir kaseye alıp üzerini kapatacak kadar kaynar suyu boca ediyoruz.. Bu böylece sabaha kadar bekliyor..

Sabah suyun renk değiştirdiğini göreceksiniz zaten... O kirlenmiş suyu döküp bademleri bir kavanoza koyup, üzerini örtecek kadar da normal su ekliyorsunuz ve bu kavanozu ağzını kapatıp buzdolabında saklıyorsunuz..

Akşam saatlerinden itibaren de bademiniz yemeye hazır oluyor.. Buzdolabındaki kavanozu 1 hafta kadar saklayıp azar azar tüketmeniz mümkün..

Gelelim Bademli-Kremalı Mantar Çorbası tarifimize;


Malzemeler :
400 gr (1 paket) mantar
2 kaşık un
3/4 çay bardağı sıvıyağ
1/2 paket krema
8-10 adet buzda badem
Sıcak su
1 su bardağı süt
Karabiber
Tuz

Önce mantarları temizleyip ince ince kıyıyoruz. Sonra çok az yağ ile sularını salıp sonra tekrar çekene kadar pişiriyoruz.

Başka bir tencerede (mümkünse seramik ya da teflon) un ve kalan yağ kavrulur. Üzerine sıcak suyu azar azar ekleyip karıştırıyoruz. Önceden pişmiş mantarların yarısı eklenir, blenderdan geçirilir. Sonra kalan mantarlar eklenir, 10 dakika kadar kısık ateşte kaynatılır. Sonra süt eklenir.. Bademler bıçak yardımıyla ince ince ama dişe gelecek şekilde doğranır ve tencereye eklenir.. En son krema eklenir. 2-3 dakika daha kaynatılır ve altı kapatılır.. Son olarak da karabiber ve tuzu eklenip, 10 dakika kadar ağzı kapalı olarak demlendirilir...

Afiyet olsun...

(*) "Yanağını dayar uyursun" lafı Cafe Fernando'ya aittir. :-)

17 Nisan 2012

4+4+4 = -1


Blogcu anne Elif,  dün gidip İstanbul İl Miili Eğitim Müdürü ile görüştü, kafalarda olan soruları sormuş.. ve malesef alınan yanıtlar, aslında kimsenin neyin nasıl yapılacağını ve tepeden inme bu sistemle nasıl başa çıkacağını bilmediğini gösteriyor.. Öncelike Elif'e ellerine sağlık demek istiyorum, çok önemli bir bilgilendirme olmuş bu bizim için...

Elif'in yazısına göre ise bizim evde durumlar şöyle, Emre 2008 Nisan doğumlu olduğundan ve Eylül 2013'de 65 aylık olacağından, 67 aya kadarki çocukların velilerinin seçme özgürlüğü olduğundan (en azından şimdilik birinci el ağızdan duyumumuz bu şekilde) Emre'nin 2014 de ilkokul 1. sınıfa başlaması gerekecek.. bu süper bir haber resmen kendi açımdan bir oh çekebiliyorum...

Ve fekat, kızkardeşimin Ocak 2008 doğumlu kızı ise Eylül 2013'de 69 aylık olacağından malesef onun 2013 yılında ilkokul 1. sınıfa başlaması gerekecek...

Düşünün ki aralarında sadece 3 ay olan iki çocuktan birisi mecburen 1 yıl önce başlayacak okul hayatına...

Ben kendi adıma çocuklarımın hiçbir ideolojinin kurbanı yapılmalarına izin vermeyeceğim. Cezası neyse vermeye hazırım..

Bir de bahsedilmesi gereken bir seçmeli ders komedyası var ki sormayın.. +Şu günlerde üst sınıflardaki  öğrencilerin velilerine gelecek sene için seçmeli ders tercihlerini soran kağıtlar dağıtılıyor okullarda ve bakın seçenekler nasıl ?

a) Kuran-ı kerim  dersi
b) Hz.Muhametin hayatı
c) İkisi de
d) Kararsızım

d şıkkını işaretlerseniz "onlar" sizin yerinize seçim yapıp çocuğunuzun her iki dersi de almalarını sağlıyorlar.. inanmayanlar için buyrun okuyun Anne Kaz yazmış... 

Nerede kaldı resim, müzik,  güzel sanatlar,  drama, vs vs..... tık yok....

Olay bu kadar ideolojiktir yani...  (Bu arada bu parantezi açıp özellikle belirtmek isterim ki çocuklarımın vakti geldiği zaman hem kutsal kitaplarını hem de peygamberlerinin hayatlarını öğrenmelerini elbette isterim, ama zamanı geldiği zaman ve zorla dayatma olmadan...)

Yeni sisteme göre sadece İSTANBUL da 5400 adet derslik ihtiyacı doğuyormuş... Günümüz Türkiyesinde devlet okullarındaki sınıf mevcudunun iyimser bir tahminle 40 olduğunu varsayarsak, ortaya çıkan ekstra derslikler Eylül ayına kadar yetişmeyeceğine göre sınıf mevcutlarının Eylül ayında 60-70 olması kaçınılmaz olacaktır.. Aynı sınıfta 60-70 adet 5 yaş çocuğuna ne öğretilecek çok merak ediyorum doğrusu..

Öğretmen ihtiyacı cabası... Hem de binlerce öğretmen atama beklerken...

Müfredattan bahsetmiyorum bile... 5 yaşındaki çocuğunun mevcut müfredatla nasıl 40 dakika bir sırada oturtulup ders dinleyeceği bence ayrı bir  yazı konusu olur...

Aslında kimseyi suçlamamak ve oy sandığında kime oy verdiğimizi hatırlamak lazım, bu adamlara bu gücü biz verdik, HER HALK HAKETTİĞİ GİBİ YÖNETİLİRMİŞ....

Hamiş 1 : Resim şuradan alıntıdır..

Hamiş 2 : Başlık "...13 yaşındayken onlarca pisliğin tecavuzune ugrayıp "kendi rızasıyla oldu" diyen devletten çocukları korumasını beklemek zaten anlamsız." diyen Hülya'nın aynı konulu yazısından alıntıdır..

09 Mart 2012

4+4+4 İSTEMİYORUM !!!

Her anne-baba gibi biz de hayretler içinde hatta dehşetle izliyoruz küçücük çocuklarımız sırtından dönen bu anlaşılmaz oyunları...

Aşağıdaki mektubu Ankara'daki bir eğitim derneği tarafından kaleme alınmış ve Ankara'lı veliler bu konuya karşı çıkmak için örgütlenmeye başlamışlar bile.. Darısı diğer şehirlerin ve kurumların başına..

Aşağıdaki mektubu imzalayıp gerekli yerlere mail ile ya da fax ile gönderebiliriz belki sesimizi duyurmak için...

--------------



 İSTEMİYORUM;

  • · Henüz 10 dakika yerinde duramayan çocuğumun 40 dakika sırada oturmaya mecbur bırakılmasını istemiyorum.

  • · Oyun çağındaki çocuğumun bu ihtiyacının, zaten zor olan ergenlik dönemine bırakılmasını istemiyorum.

  • · Henüz özbakım becerilerini kazanmamış çocuğumun, kişisel ihtiyaçlarını kendi başına beceremediğinde kendine güveninin sarsılmasını ve değersizleştirilmesini istemiyorum.

  • · Sosyal olgunluğu tamamlanmamış 5 yaşındaki çocuğumun, tek başına servisten inip eve girmesini istemiyorum.

  • ·  Çocuğumun, yıllık eğitim programını yetiştirmek zorunda olan sınıf öğretmeninin zorlamalarına maruz kalmasını istemiyorum.

  • ·  5 yaşındaki çocuğumun kocaman bilinmez bir alanda yalnız kalmasını istemiyorum.

  • ·   5 yaşındaki çocuğumun 12–13 yaşındaki abi ve ablaları ile,  aynı alanda risklere açık olarak bulunmasını istemiyorum.

  • · 7 yaş çocuğunun dahi, ilköğretim 1. sınıfta zorlandıklarını duyarken, 5 yaşındaki çocuğumun ilkokula başlamasını istemiyorum.

  • · Çocuğumun bu baskılar altında psikolog ve çocuk psikiyatristleri ile tanışmasını istemiyorum.

  • · Yine Bilim Uzmanları’na göre; okul öncesi dönemde okuma-yazma öğretmenin sağlıksız bir durum olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bunu yasal zemine çekmenin mantığını anlamıyorum


  • Bana göre, sosyal uyum, akademik olgunluk açısından, 6 yaş çocuklarımız ancak anasınıfına başlayabilirler.  Okuma yazma öğrenmek için en ideal yaşın, 7 yaş olduğu dikkate alınırsa, fırsat eşitliği açısından çocuklarımızın 6 yaşını doldurmadan ilköğretime başlamasını istemiyorum. 



60–72 ay arasında okul öncesi eğitimi almak koşuluyla ancak ilköğretim 1. sınıfa başlayabilirler.  

Bütün bunlardan çıkan sonucun; TAŞIN SERT, ÇİMENİN YEŞİL, SUYUN ISLAK olduğunu inkar etmekten başka birşey olmadığını düşünüyorum.

60–72 ay okul öncesi okuma yazma 
hazırlık becerileri için anasınıfı,
İlköğretime başlamak için, 
akademik olgunluk yaşı 72 ay kalsın İSTİYORUM


Ad- Soyad:


06 Mart 2012

Neydim ? Ne oldum ?


Eskiden kimdim ben sahi? Ne yerdim ? Ne içerdim ? Nasıl mutlu olurdum ?

Ne yaparken kendimden geçerdim ? 

Neyi yapmadan duramazdım ?

Uyumuş uyanmışım da eski hayatım bir rüyaymış gibi geliyor şimdi geçmiş ben’i hatırlamaya çalıştıkça..


Eskiden kitap kurduydum ben… Pek çok arkadaşımla karşılaştırılınca böbürlenerek seyrettiğim bir kütüphanem ve dergilerim vardı.. Sürekli olarak birşeyler okurdum ve bundan müthiş zevk alırdım. Okumamak ölümdü, boşluktu.. Kitapevlerinde geçirdiğim zamanlar ömre bedeldi benim için..

Şimdi ne yapıyorum ? Okumak için zaman yaratmaya çalışıyorum ve itiraf ediyorum ki kitap okuyabildiğim yegane yer banyo.. Bizim banyoda hep bir-iki kitap olur, boşa vakit geçmesin diye.. Şimdi ise zamansızlıktan banyoya sığınıyorum birkaç satır okumak için.. Gerçi hala sürekli kitap satınalıyorum doğru, ama bunların çoğu ya çocuk kitapları ya da ebeveynlere yol gösteren kitaplar...

Eskiden gezerdim sevgiliyle elele… 3 gün bile olsa tüm tatilleri değerlendirip, ille de bir yerlere gitmek isterdim. Ülkemin bilinmedik gezilmedik ne çok köşesi vardı keşfedilmeyi bekleyen.. Trakya’dan Marmara bölgesinin bilinmeyen yaylalarına, Kaz dağlarından Ege’nin mis gibi kokan turunç bahçelerine, Orta Anadolu’nun Tuz Gölünden en sarp Karadeniz yaylalarına ve hatta Gürcistan sınırına kadar ne çok yer gezmiştik değil mi elele sevgiliyle ?

Şimdi ne yapıyorum ? Bırakın şehir dışı bir yerlere gitmeyi, hafta sonu  çocuklarla bir yerlere çıkmak için bile 40 kere düşünüyoruz. 

Eskiden fotoğraf çekerdim.. Deklanşörden gelen o sesin beni ne kadar mutlu ettiğini gördüğümden kurslara gitmiş, kendimce şaheser niteliğinde tonla fotoğraf çekmiş, bunları paylaşmış ve hatta günün birinde sergi açma hayalleri kurmuştum..

Şimdi ne yapıyorum ? Bırak sanatsal değeri olabilecek fotoğraflar çekmeyi, gündelik hayattan kareler bile yakalamaya fırsat bulamıyorum bazen..

Eskiden tiyatroya giderdim. Devlet Tiyatrolarının sezonluk kombine biletlerini sezon başında alır, istediğim oyuna Taksim’e gider, orada sevgili ile buluşur, yemek yer, AKM’nin önünden kestane alır, tiyatroya giderdim.

Şimdi ne yapıyorum ? Çocuklarım doğduklarından beri tiyatroya gitmedim.

Eskiden zevk için mutfağa girerdim. Daha önceden hiç yapmadığım tariflerdi en favori olanlarım.. Çiğ börek yapayım, yağ mantısı yapayım, kestaneli pasta yapayım diye girerdim mutfağa.. Hatta işi ilerletip pencere önünde maydanoz ve roka yetiştirip, evde ekmekler yapmışlığım bile vardı.. Ekmek makinası almıştım kendime, ayçekirdekli, haşhaşlı, cevizli envayi çeşit ekmek yapardım. Mutfakta kendimi tek geçerdim aslında…

Şimdi ne yapıyorum ? Akşamları bakıcımızın yaptığı yemekler için seviniyorum.. 

Eskiden denizle ilgili herşeyden zevk alırdım. Babamla balığa çıkmak ve tüplü dalış yapmak ise en sevdiğim aktivitelerdi.. Sabahları gün ağarmadan babamla çıktığımız sandal sefalarını çok özledim mesela.. Bir de tüplü dalış heyecanı ile tanışmıştım ki, adrenalin nedir deseniz dalmaktır derdim. Brovelerimi alacak ve hatta bir de denizaltında fotoğraf çekecek ve sergileyecektim.

Şimdi ne yapıyorum ? Hiççç… Ne zaman denize girdiğimi düşünmem ve hatırlamam gerek..

Eskiden sıkı sıkı takip ettiğim dizilerim vardı. Mesela bir LOST-sever idik biz sevgili ile.. Sonradan Heros’a da dadanmıştık.. Lost’a ilk başlangıcımızda güncel bölümleri yakalamak için 10 günlük bir bayram tatilinde sabah 10:00′dan gece 04:00′e kadar arka arkaya Lost seyretmişliğimiz var mesela.. Hiç durmadan, sadece tuvalet ve yemek molası vererek ama:-) Sonrasında da her hafta Perşembe günleri Amerika’da yayınlanan bölümü netten indirip, ertesi günü de Türkçe altyazısını bulup seyrederdik.. Hey gidi günler…

Şimdi ne yapıyorum ? Şimşek Mc Queen’i, Sünger Bob’u, Peppe'yi takip ediyoruz maaile..

Eskiden -ADALIYDIK biz.. Annemler adada yazlıkta iken sık sık giderdik adaya.. En zevklisi vapura binmekti.. Simit alıp iskeleden yarısını martılarla paylaşmaktı… İskeleden eve kadar tembel tembel yürümekti.. Bahçede mangal yapma keyfiydi, geceleri avuç dolusu çekirdek çitletip, kabuklarını pufffff diye bahçeye savurmak ve ertesi sabah elinde süpürgeyle söylene söylene bahçeyi süpüren babamı seyretmekti..

Şimdi ne yapıyorum ? Adaya sadece çocuklar müsait ise ve onlar açık havada daha çok vakit geçirsinler diye gidip, yorgunluktan pestili çıkmış bir şekilde eve dönüyoruz. Bir de eve çekirdek almıyorum, çocukların boğazına kaçar diye..

Çünkü şimdi ben dünyalar güzeli iki çocuk annesi bir kadınım ve şimdi anlıyorum ki hayatın geri kalanı sadece teferuatmış.. Aslolan çocuk sahibi olmak ve onları yetiştirirken geçilen engebeli yolları aşabilmekmiş..

Hayatımız boyunca taktığımız farklı şapkalarla büründüğümüz belki onlarca farklı rolün arasından gerçek olanı ANNE olmakmış. Önce anne, sonra insan, sonra eş, sonra evlat, sonra kardeş, sonra arkadaş…. diye giden bir zincirmiş hayat ve bu zincirin en güçlü halkası annelikmiş..

Eskiden yaparken zevk aldığım tüm o güzellikleri evet özlüyorum ama asla hayıflanmıyorum… Tam tersine o kadar çok dua ettim ve bekledim ki çocuk sahibi olmak için, şimdilerde sadece şükrediyorum Lost yerine Şimşek Mc Queen’i seyrettiğim için..

28 Şubat 2012

ÇOCUK OLMAK ve POZİTİF DİSİPLİN

Pazar günü Atölye Çocuk'da düzenlenen "aile İçi İletişim Seminerleri - Çocuk Olmak v e Pozitif Disiplin" seminerine katıldım. Uzman psikolog ve aynı zamanda da bir anne olan Iraz Toros Suman tarafından anlatılanlar, tabiri caiz ise "titreyip kendime gelmemi sağladı" desem çok da abartmış olmam aslında.. 

 
Iraz'ın anlattıklarından aklımda kalanlar ve not ettiklerimle birlikte, kullandığı power point slaytından alıntılarla işte seminer notlarım : 

 
“Kuralsız bir hayat, rotasız bir gemiye benzer…”
Çocukların kurallara, sınırlara ve rutinlere ihtiyacı vardır.
“Kurallar
Destekleyicidirler..
Koruyucudurlar..
Yaşama hazırlayıcıdırlar…”
Kuralın kim için konduğu önemlidir. Kural çocuk merkezli midir? Yoksa yetişkin merkezli midir?
Bilmek çocuğu aydınlatır.
"Sınırsızlıklar, içsel düzeyde çocuk için yalnızlık anlamına gelebilir."
Gerçek hayatta da her şeyin bir sınırı vardır.
Çocuklar ebeveynlerini  dinlemekten çok gözlemlerler..
Çocuğa   empoze etmeye çalıştığımız kuralları söylemekten çok yapmalıyız..
 "Sınırlar, güvenlik ve kabul edilmişlik demektir.."
Çocuğun sınırları arttıkça sorumlulukları da artar..

 
"Sınırlar, büyümenin ölçütüdür.
Sınırlarımız, onların keşiflerini yönlendirecek kadar kesin, ancak gelişimlerine imkan verecek kadar da esnek olabilmelidir."
Eğer çocuk kuralsızca her şeye sahip olduğunu düşünüyorsa, sahip olduklarının değerini bilemez. Ve gerçek dünyaya ilk çıktığında ki bu okulda olur,  yaşayacağı duygu elbette ki hayal kırıklığıdır. Çünkü gerçek dünyada da kurallar ve sınırlar söz konusudur..

 
Sınırları belirlemek için sürekli “Hayır” demek de doğru değildir.

 
“Hayır” lar ekonomik kullanılmalıdır.

 
Ama elbetteki bunları sağlamak biz anne-babalar için çok zor.. Çünkü bizler bir taraftan çalıştığımız ve çocuklarımızza sınırlı zamanlar ayırabildiğimiz için suçluluk duyuyoruz, bir yandan da iyi anne-baba olmayı beceremediğimizi düşünüyoruz.

 
"Dünyada kötü çocuk diye bir şey yoktur. İyi-kötü davranış vardır.."

 
Çocukların sınırlara gösterdikleri tepkiyi kişisel olarak algılamamalı ve çocuğun biraz biraz küçük mutsuzluk yaşamasına izin verilmelidir.

 
"Pozitif disiplin,Nelson, Lott ve Glenn’in verdigi tanıma göre, çocukların kendi hareketlerini kontrol edebilmelerine ve problemlerini çözmelerine yardımcı olan bir yönetim tekniğidir."
Çocuğa seçenek sunmak gerekir..

 
Çocuk odaları önemlidir. Çocuklar devler ülkesine düşmüş gibi değil, kendilerinin odak olarak kabul edildiği mekanlarda daha mutlu olurlar.. Örneğin resim sanatına  ilgi duymasını istiyorsak odasında göz hizasına resimler asmalıyız.. Ayrıca odasında mutlaka ayna olmalı.. 

 
"Montessori felsefesinin önerileri ışığında ortamlar gözden geçirilebilir."

 
Evlerimizide dolaplara vs.. kilit takmak yerine  çocuğun ulaşabileceği alanlardaki zararlı olabilecek eşyaları  yükseğe kaldırmalı örneğin ilaçlar, detarjanlar ve kesici şeyleri ortadan kaldırdıktan sonra  çocuğun diğer nesnelere keşfetmek için bakacağını unutmamalıyız..

 
Çocuğumuzla konuşurken onun seviyesine eğilmeli, göz teması kurmalı, adını söylemeli ve o anda sadece onunla ilgilendiğimizi hissettirmeliyiz.

 
"Çocuğumuzu koşulsuz sevmeliyiz."

 
Tutarsız davranmak, anne ve babanın aynı şeyleri yapmaması çocuğun kafasını karıştırır ve yanlış mesajlar almasını sağlar.

 
"Çocuklar için süreç değil sonuç önemli olduğundan; başarmak yeterli bir ödüldür. "

 
Çocuklara sürekli "aferin" demek bu anlamda  gerekli değildir. Çünkü gerçek hayatta da yapılan her şeyin karşılığı bir ödül ya da bir "aferin" olmayacaktır.

 

"Çocuklar olumsuz davranışın doğal ya da mantıksal sonucunu bizzat yaşar. Ceza çocuğun davranışının bir yetişkin tarafından değerlendirilmesidir, bu durum her zaman fazla ya da eksik değerlendirme nedeniyle cezanın gereğinden fazla ya da az verilmesiyle sonuçlanır.

 

Üstelik her ceza kişiliği alçaltarak gelişimi olumsuz etkiler."




Hamiş : Tırnak içinde ve üzeri boyanmış  satırlar, Iraz Hanım'ın izniyle, seminerde kullanılan materyalden alıntıdır.

 

 

22 Şubat 2012

Çocuklar diyor ki...

Haziran'2011,  Emre 3 yaşında, Erdem ise 1...

 
Kuzular büyümeye devam ederken özellikle Emre oğlumun dili pek bir eğlenceli olmaya başladı son zamanlarda.. ve de bilmiş...

Tarihe not düşmek için yazıyorum :

* Dün sabah Emre ile Erdem Emre'nin yatağında oynaşıyorlar. Koridordan geçerken Emre'nin elini yanağını sıkmak için Erdem'e uzattığını gördüm ve şöyle bir  diyalog geçti aramızda :

Ben : Emreeeee, kardeşinin yüzünü sıkma oğlum, görüyorum o elini....
Emre : Görmeseydin şaşardım zaten anne....


* Cumartesi akşamı mutfağı toparlıyorum, salonda olan eşime seslendim, çay yapayım mı diye, duymadı beni.. Yanımda oynamakta olan Emre'ye "oğlum git sor bakalım baban çay istiyor muymuş?" dedim.. El-cevap Emre'den yanıt gecikmedi : "Ammmaaaaa, boşver anne, bugün de çay içmeyiversin..."

* Ben yatak odasını toplarken Erdem de çekmeceleri karıştırıyor herzamanki gibi.. "Oğlum, çekmeceyi kapatır mısın lütfen?" diye soruyorum... Cevap hemen geliyor : "Haayıııııyyyyyyy"

21 Şubat 2012

Evde Hellim peyniri yaptım !!!

Evet sonunda bunu da  yaptım. 

Daha önce şuradan aldığım harika sütlerle  yoğurt, tereyağ, kaymak, kefir yaptığımdan bahsetmiştim ya... Peyniri çökelek dışında hiç  denememiştim.. Süt aldığım grubun netteki mail grubundan bir arkadaşın verdiği tarifle evde harika bir peynir yaptım gerçekten de...

Tarifi ben 3 lütre süt için denedim ve şöyle uyguladım : 

3 litre çiğ süt çelik bir tencereye alınır, ocağa kaynamak üzere konur.. Bu sütün 1 tas kadarı ayrılır ve içine şunlar eklenir : 

1 limon suyu
4,5 kaşık yoğurt
4 adet kesme şeker
2 tatlı kaşığı kadar tuz.. (Ben tuzu sonradan koydum çünkü çocuklara çok tuzlu gıdalar vermiyorum.. Ama sonradan anladım ki en başta koymak daha doğruymuş.)

Ayırdığınız bir kase süte bunları ekleyip iyice karıştıryorsunuz, tenceredeki süt kaynamak üzereyken bu tastaki karışı ekliyorsunuz ve kaynamaya devam ediyor.. Kısa bir süre sonra kesilmeler başlıyor zaten.. Yaklaşık 15 dakika kadar kaynattıktan sonra tel süzgeçten süzdüm tenceredeki peyniri.. Aman dikkat, bu suyu sakın heba etmeyin, çok besleyicidir. Ben mesela ekmek ve poğaça yaptım o su ile..Özellikle ekmeğin tarifini vereceğim aşağıda..

Neyse konumuza dönersek, tel süzgeçten süzülen peyniri, süzme yoğurt için kullandığım bez keseye aktardım, ağzını bağladım ve üzerine kallavi bir ağırlık koyarak balkona koydum. 1 gece bekledi bu şekilde...


Sabah açtığımda resimdeki kadar yaklaşım 500 gr kadar hellim peynirim vardı karşımda.. Tadı gerçekten çok lezzetliydi, ama tuzunu baştan koysaymışım daha lezzetli olacakmış onu anladım..



Tarifi veren Pervin Hanım, peyniri saklamak için çevresini tuzla kaplayıp, poşetle dolaba koymaktan bahsetmiş ama dediğim gibi ben çocuklara yedireceğim için tuzdan biraz uzak duruyorum.. Kapalı bir kapta dolapta duruyor şimdilik hellim peynirimiz..  Yukarıdaki resimde yer alan açık yeşil kasedeki gibi her gün küçük kuzunun kahvaltısına ve büyük kuzunun da krebine ekleniyor..




Süzdüğüm peynir altı suyu ile de şöyle ekmek yaptım : 

2 ölçü peynir altı suyu
4,5 ölçü un
1 büyük ölçü tuz
1 büyük ölçü şeker
1/2 çay bardağı toz haşhaş -isteğe bağlı
1 çay bardağı dövülmüş iri ceviz --isteğe bağlı
2 küçük ölçü instant maya...

Simbo marka ekmek makinamda 2 lbs ağırlıkta ve Dark modda pişirdim ekmeği.. Yukarıda görülen resimdeki gibi oldu, çok lezizdi...  Mis gibi de kokuyordu...



20 Şubat 2012

Atölye Ful'de çikolataya bulandık...

Çok keyifli bir hafta sonuydu benim için... Cumartesi günü Atölye Ful'de çikolataya bulandım.. Netteki fırsat sitelerinden birinden aldığım bir indirim fırsatıydı.. Ne zamandır bu şekilde kendime zaman ayırmak istiyordum.. Ama eşimin hafta sonlarında en az bir gün fazla mesai yapıyor olması nedeniyle  bir türlü fırsatım olmamıştı.. Neyse ki şimdilerde normal düzenimize geri döndük..

Atölye Ful, Mecidiyeköyde..  Sahibesi Ful hanım çok  tatlı, samimi ve sanki bizden biri gibi.. Hoş sohbet bir aktivite oldu her şeyden önce.. O kadar genç ki üniversiteye giden çocukları olduğuna inanmak zor:-)




Cumartesi günü neler öğrendik peki ? Öncelikle çikolata hakkında konuştuk.. Neleri sever, neleri sevmez... Çikolata temperlemek nedir? Nasıl yapılır, niçin önemlidir?


Sonrasında da uygulamalı olarak kalıpta fındık dolgulu çikolata, Roches ve iki çeşit truffle yaptık.. Açıkçası ben en çok kalıpta yapılan çikolatayı büyüleyici buldum..

Evde roches ve truffle yapacağım mutlaka ama kalıplar alıp çikolata yapma fikri çok hoşuma gitti açıkçası.. Kısmet bakalım...

Kendi kendinize kalıp, sevdiğinizi birşeylerle uğraşmak, yeni şeyler öğrenmek ve en çok da eğlenmek isterseniz mutlaka tavsiye ederim.

Ayrıca Ful hanım, bizim gibi internetten fırsat satın alanlara sonraki kursların da aynı fiyattan verileceğini söyledi ki bence bu daha da süper oldu.. Makarna kursu çok ilgili çekti mesela, inşallah gideceğim..

27 Ocak 2012

Karanlığa küfredeceğine bir mum yak !!!



Duygu Asena kitapları okuyarak, “kadınlar için daha çok hak ve özgürlük gerek” söylemleri arasında büyüdük biz.. Babamın bir gün bile iki kızı olduğu için (oğlu olmadığı için) öykündüğünü duymadım ve görmedim. Kız çocuklarının okutulmadığı gerçeği ile büyüyünce karşılaştım.. Hiç anlamadım üstelik bunu..

Şimdi oturup sakin kafa ile düşününce ülkemdeki bir çok sorun gibi bunun da hak hukuk savaşları ile, meydanlara çıkmalar ile ya da 8 Mart’larda yazılacak köşe yazıları ile değil de insanların beyninde çözümlenmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Yani amaç kadını zihnimizde nasıl özgürleştirebileceğimiz olmalıdır bence.. İnsanoğlu tuhaf bir yaratık, beyninde çözümleyemediği konularla ilgili fiiliyatta herhangi bir ilerleme kaydedemiyor asla..

Peki durum tespiti yapacak olursak, nedir ülkemizde kadının durumu :

Kadın bir eksik etektir, kaşık düşmanıdır. Yani üreten değil tüketendir.
Evet doğurgandır ama başkaca yapabildiği bir şey de yoktur, ancak çocuklarının anası olabilir. Bunu da en iyi evde oturarak yapar zaten..

Kadın aile içinde şiddet görür.
Bu herhalde hiç örnek verilmese bile kabul edilecek en acı gerçeklerden biridir ülkemiz için. Bakın Oktay Ekşi 9 Mart 2010 tarihli yazısında aşağıdaki üç araştırmadan bahsediyor.. Çok acıklı bence..

Araştırmalara göre 2004 yılında Türkiye'de “ailelerin yüzde 34'ünde fiziksel, yüzde 53'ünde sözel şiddet yaşanıyor”du.



Bir başka araştırma “kadınların yüzde 45.8'inin balayı döneminin sonunda, yüzde 1.3'ünün ilk çocuklarına hamile iken, yüzde 9.9'unun doğumdan sonra” şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor.


Üçüncü bir araştırmaya, daha doğrusu bir ankete göre insanlarımızın yüzde 37.4'ü namus cinayetini onaylıyor. Keza yüzde 21.6'sı “öldürme dışında, kulak kesme, burun kesme, saç kazıma” gibi insan onuruyla asla bağdaşmayan cezaların verilebileceğini savunuyor.


Kadın aile dışında da şiddet görür.


Sırf kadın olduğunuz için sizi dikkate almayan erkeklerin egemenliğindeki bir portreden bahsediyorum. Bir şey siz kendinizi yırtarak anlatsanız da bir arpa boyu yol gidemezsiniz de bir erkek aynı konuda kılını kıpırdatsa konu hallolur.. En basitinden trafikte bile sırf kadın olduğunu anladıkları için sizi sıkıştırma hakkını kendinde bulan ne çok “iyi erkek şoför” var değil mi çevremizde ?


Aslında kadın nedir peki derseniz bence kadın eştir, annedir, düşünen ve kaygı duyandır. Kadın düşünür hep.. Annesini-babasını, kardeşlerini, çocuklarını, eşini, yakınlarını, arkadaşlarını… Kadın derindekileri görür, hisseder.. Yeri gelir içinde yeni bir hayat yeşertir, yeri gelir irdeler, değişir, değiştirir.


Zor zanaattır kadınlık fikrimce. Aynı anda birçok şey olmaya, birçok şeye yetişmeye çalışmaktır.


Çözüm ???


Bence çözüm yukarıda da değindiğim gibi kadına özgürlüğü meydanlarda değil zihinlerde vermektir ve bunun da tek yolu o zihinleri eğitmekten geçer..


Eğitmeliyiz erkek çocuklarımızı ki, büyüdüklerinde kız kardeşlerine hayatı zindan eden ağabeyler, eşlerine sözle ya da hareketle şiddet gösteren kocalar, oğlunu kızından ayıran babalar olmasınlar. Kızlarının okumasına en az oğullarının okumaları kadar –hatta daha fazla- önem ve öncelik versinler..


Eğitmeliyiz kız çocuklarımızı ki, gördükleri bu ikinci sınıf insan muamelesini kadına hak – kader olarak görmesinler, böyle şeyler yaşasalar bile bir gün başkaldıracak gücü bulabilsinler kendilerinde.. Dayak yiyip de kendilerinde suç aramasınlar. Eğitim hakları için babaları hatta anneleri ile, özgürlük ve insanca yaşam hakları için eşleri ile savaşabilsinler.


Peki bizim payımıza ne düşüyor bunca yaşanmışlıktan ve haksızlıktan sonra ? Tabi ki işin hareket boyutunda yer almak lazım, bir şeyler yapmak, yeni bir şeyler söylemek lazım.


Mesela, internette bir site var, bahsetmiştim bir süre önce. Adresi : http://www.kardesinisec.com/ Fotograf sanatçısı Cengiz Tunay tarafından kurulmuş bir yardımlaşma ağı diyebiliriz. Ailelerinin kötü ekonomik şartları nedeniyle eğitim hayatları tehlikede olan çocukların kayıtlı olduğu bir site bu. Herkesin kendisine bir kardeş olarak seçebileceği bu çocuklar için yapmanız beklenen tek şey onların öğrenim hayatları ile ilgilenmek, gerekli ihtiyaçlarını karşılamak ve tabi bu çocukları sevmek ve mektup arkadaşlığı kurmak.. Sitenin kuralları gereği asla para yardımında bulunmamalısınız. Çünkü para yardımı yerine ulaşamıyor çeşitli sebeplerden dolayı.

Ya da Kardelen’lere destek vermeliyiz ya da ne bileyim herkes elini az da olsa taşın altına koymalı bence, daha güzel günler gelecek ise bunu ancak elbirliği ile inşa etmemiz gerekiyor velhasıl, herkes kendi hesabına düşen kadar sorumludur bu hayatta var ettiklerinden.

Resim şu siteden alıntıdır.
Bu yazım daha önce Annelerin Dünyası bloğunda yayınlanmıştır.

26 Ocak 2012

Bizim evden haberler...

Malum uzunca bir süredir blogda paylaşım yapmayınca, evdeki kuzuların durumlarını falan yazmak, resmetmek gerekiyor.

Emre kuzum 45 aylık, 4 yaşına bitirmesine 3 ay kalmış bir kuzu.. Artık kuzu dememek lazım aslında kocaman bir adam olma yolunda hızla ilerliyor.

Emre evde uçuyor... Günde en az 1 kez salonumuz bu halde...

Kendini net olarak ifade etmek için kelimeleri gerçekten çok iyi kullanan, neredeyse her kelimeyi mükemmele yakın telaffuz edebilen, kardeşini kıskanan ama zarar vermek anlamında gittikçe uslanan, anneye düşkün, babaya  bağlı, kardeşini sahiplenen, müzik kulağı olan, asla sakin mizaçlı denemeyecek kadar hareketli yani kısacası böyle kete gibi, pamuk gibi bir çocuk oldu.. Geceleri uyanınca yanımıza gelip, babayı salona göndermeler, sabaha kadar koyun koyuna öpüşe koklaşa uyumalar...

Ekim ayında başladığımız okul maceramız malesef yarıda kesildi.. Emre önceleri uyum sağlıyordu ancak araya giren hastalıklardan sonra adapte olmakta zorlandı ve biz de zorlamak istemedik hiç. Zaten haftada 3 yarım gün oyun grubu şeklinde düşünmüştük, bir devamlılık arzetmeyecekti... Şimdilik okul konusu önümüzdeki seneye kadar rafa kalkmış durumda..

Erdem oğlum, ruhumun huzurlu yarısı...






Ve Erdem kuzum, tam bir kuzu:-)))

Şu an tam olarak 31. ayını doldurmak üzere... Dili günden güne çözülen, çok akıllı oluğu gözlenebilen, inanılmaz derecede rahmetli Mehmet dedesini andıran, cool, sakin mizaçlı, abisine aşık, babasına düşkün, dedesine hayran, naif oğlum benim...


25 Ocak 2012

İkinci çocuğu niye yaptık ?



KARDEŞİNİZ hayatınızdaki ilk arkadaşınızdır. 
Çılgın ailenizi, onun gibi anlayan bir başkası olmayacak. 
Eskisi kadar bir araya gelip konuşamasanız bile o sizin en iyi arkadaşınız olarak kalacak.
Her insanın bir kardeşi olmalı hayatta, bir sırdaşı, can yoldaşı, aynı kan, aynı can. 
Bir tek gerçek dünyanda seni anlayan ve gerçek bir koruma iç güdüsüyle seni tutan ve sana tutunan. 
En çetin kavgalarda bile, uzun süre küs kalmayı başaramadığımız,
Bir damla gözyaşı için, dünyaları bile hiçe sayabileceğiniz, tuhaf bir bağ işte bu kardeşlik...
Kardeşiniz, elinizi bir süre, kalbinizi ise ömür boyu tutacak...


İşte bu sebeple, aynı duyguları ben ve eşim de kardeşlerimize hissedebildiğimiz için, bir kardeş sahibi olmak lüksünden çocuğumuzu yoksun bırakmamak için yaptık ikinci çocuğumuzu...




19 Ocak 2012

Çocuğunuz yemek yemiyorsa...


 
Çocuğunuzla yaşadığınız en dramatik ve kendini en çok tekrarlayan süreç nedir diye sorsalar bana; yemek vakitleri derdim.. Derdim diyorum çünkü bu kitabı okumadan önce gerçekten de her öğün ayrı bir işkenceydi..  Çünkü ben hazırlardım, oğlum yemeği reddederdi.. Ben kızardım,  zorlardım, uçak yapardım, tv açardım, dikkatini dağıtırdım, bir lokma daha yesin diye çabalardım, o ise reddederdi..  Bu reddedişler artık o kadar klasik hale gelmişti ki bazen yemek saati yaklaştıkça içimi sıkıntı basardı..

 
Sonra bir gün bir arkadaşımın tavsiyesiyle bir kitap okudum..  Kitabı aldım, bir elimde kalem, bir elimde kitap, başladım hem okumaya hem de önemli noktaların altını çizmeye.. Hayatımız değişti diyemem ama öğün zamanları işkence olmaktan çıktı orası kesin. Şimdi her reddedilişimde bu kitabı hatırlıyor, derin bir nefes alıyor ve “sen bilirsin oğlum” diyebiliyorum.  Ve ne oldu bilin bakalım sonrasında, oğlumun kilo eğrisi doğduğundan beri ilk kez %90’lar seviyesine yükseldi.  Zorlamadan, kızmadan, sinirlenmeden, sakince, farkındalıkla, ve eğlenerek… 

 
Bu nedenle şu günlerde tekrar okuduğum bu kitaptan kalemle altını çizdiğim yerlerinden alıntılar  yapmak ve sizleri de bu kitapla ve yazarıyla tanıştırmak isterim.

 
Kitabımızın adı “Çocuğum yemek yemiyor”, yazarı sağlık profesyonellerine emzirmeyle ilgili eğitimler veren, 3 çocuk babası bir çocuk doktoru; Carlos Fernandez.

 
Kitabın ana fikri şu :

 
Çocuğunuzu yemek yemeye zorlamayın. Onu hiçbir koşulda, hiçbir nedenle, hiçbir şekilde, hiçbir zaman zorlamayın.

 
“Onu zorlamayın” derken kaşıkla “uçak” yapmayın, şarkılar veya televizyonla oyalamayın, hepsini bitirmesi için vaatlerde bulunmayın, tehdit etmeyin, yalvarıp yakarmayın, çocuğunuz olmasından yararlanmayın, araya büyükannesini sokmayın, kardeşleriyle kıyaslamayın, “iyi” ve “kötü” çocuklardan bahsetmeyin, önündekini yediği takdirde tatlı yeme şartı koşmayın demek istiyoruz.

 
Çünkü diyor yazar özetle, anne ve çocuk yemek yemek konusunda çatışırlar ve bu çatışmada en çok acı çeken her zaman çocuktur.

 
Aileler özellikle anneler,  yemekten kaynaklanan çatışmalar nedeniyle acı çekiyorlar. Hem de çok..  Bir annenin yazdığı gibi “yemek saatinin gelmesinden korkmak felaket bir durum” Anne korkuyorsa çocuk ne hissediyordur? Kederi ne kadar büyük olursa olsun bir anne, çocuğunun kendisinden daha çok acı çektiğini her zaman hatırlamalıdır. Onunla dalga geçmiyor, onu kendi çıkarları için kullanmıyor,  “her şeyi” bilmiyor, aykırı ruhunu göstermiyor. Yalnızca korkuyor.

 
Onun geçmişi, geleceği, arkadaşlıkları, mantıklı açıklamaları, umutları yok. Her şeyi sizsiniz.

 
Sizin her şeyi onun iyiliği için yaptığınızı anlayamaz.  Onun için annesinin bu davranışı, onu dövmesi ya da ona bağırması kadar anlaşılmazdır.

 
…annesiyle didişir. Nedenini bilmez. Bunun ne kadar süreceğini bilmez. (Yani sonsuza kadar süreceğini zanneder.) Dünyada en sevdiği insan, güvenebileceği tek insan ona sırt çevirmiş gibidir. Tüm dünyası altüst olur.

 
Bu çatışmada en çok acı çeken her zaman çocuktur.

 
Dr. Fernandez anlatmaya devam ediyor sonraki bölümde..

 
Yemek yemek ne işe yarar ?
Hayatta kalmak için.
Büyümek veya kilo almak için.
Hareket etmek, çalışmak, oyun oynamak için.
Çocuklar büyüyor olmasalardı bir yetişkinden çok daha az yemeğe ihtiyaç duyarlardı çünkü beden olarak çok daha küçükler.

 
Bir çocuk ne kadar hızlı büyüyorsa  o kadar çok yemeğe ihtiyaç duyar, ama çocuklar aynı hızda büyümezler.

 
Rahimiçi yaşamı bir kenara bırakırsak, bir insan bir daha hiç ilk yıl olduğu kadar hızlı büyümez.

 
…pek çok insan, büyümenin beslenmenin bir sonucu olduğuna inanır. Bu doğru değildir. Yalnızca özel beslenme bozuklukları büyümeyi etkiler.

 
İşin aslı, yemek yediğimiz için büyümüyoruz; yemek yiyoruz çünkü büyüyoruz.

 
Yemeğini yesin diye zorlanan çocuk ise  çaresizce kendini savunuyor haliyle . Bunu nasıl yapıyor derseniz çok basitçe değinmiş yazarımız buna da :

 
Pek çok anne çocuğunun normalde yediğinin iki katını yemesini bekler. Hiç kimse her gün ihtiyaç duyduğunun iki katını yiyip sağlıklı kalamaz.

 
Bu yüzden çocuklar kendini savunmak zorundadır. İlk savunma hareketi ağızlarını kapamak ve başlarını çevirmektir.

 
Israr sona ermezse ikinci savunma harekete geçer ; ağzını açar, istedikleri şeyi tıkmalarına izin verir ama yutmaz.

 
Daha fazla ısrar edildiği sürece çocuk ağzındakinin bir kısmını yutabilir ve böylece son siperini kazar : kusar.

 
Ne kadar tanıdık bir savunma şekli değil mi?

 
Kitapta çocukların sadece anne sütü aldıkları dönemde bile neye ihtiyaçları olduğunu gayet net bir şekilde bildikleri anlatılıyor. Bebekken bile aşağıdaki üç şekilde bunu biliyor ve buna göre beslenmeyi seçiyorlarmış :

 
Her emzirme sırasında emdiği süt miktarı (yani daha uzun veya daha kısa süreli ya da yoğun yahut etkisiz emmesi)
İki emzirme arasındaki süre
Tek memeden ya da her ikisinden birden emmek

 
Şunları yapmayın diyor Dr. Fernandez özetle  :

&
             Israr etmeyin

·          Gece baskınları yapmayın (yani çocuğu o    
           uyurken beslemeyin)
·         Korkunç karşılaştırmalar yapmayın (diğer 
          çocuklarla karşılaştırmayın)
·         Rüşvet vermeyin
·         İştah açıcılar kullanmayın


 
Yazarımız kitabında dünyadaki çeşitli sağlık örgütlerinin de tavsiyelerine yer vermiş :

 
WHO’nun ve UNICEF’in önerileri
         7. aya kadar sadece anne sütü verilmelidir.
      Her ne kadar “gelişim uygun gerçekleşiyorsa belki de 7. hatta 8. aya kadar başka besinler vermek gerekmese de 7. aydan itibaren yardımcı besinler verilmelidir.
      2 yaşına veya daha fazlasına kadar diğer besinlerin yanında anne sütü verilmeye devam edilmelidir.
      Besin çeşitliliği olmalıdır.
    
      Annenin çok sütü olabilmesi için anne sütü diğer besinlerden önce verilmelidir.
     3 yaşından küçük çocuklar günde en az beş veya altı kez yemek yemelidir.
  •  
         
     Daha fazla kalori içermesi için sebzeye biraz sıvıyağ veya tereyağ eklenmelidir. (tabiî ki elimizin altında zeytinyağı varsa diğer yağlara tercih edilir)

 
(WHO : Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF : Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu)

 
Yazar anneleri çocukları zorlamamaları gerektiği konusunda ikna edebilmek için çok basit bir deney yapmalarını tavsiye ediyor. Diyor ki özetle çocuğunuz eğer başka önemli bir hastalığı vs. yoksa zorlamadığınız sürece yemek yemediği için kilo vermez. Eğer diyor çocuğunuz kilo vermezse ben haklıyım demektir yani çocuğunuzu zorlamaktan vazgeçtiğinizde kilo vermiyorsa bu zorlasanız da zorlamasanız da aynı miktarda yediği anlamına gelir ki bu durumda hayatı kendinize de çocuğunuza da zindan etmeyin diyor. Ama yok çocuğunuz kilo verirse diyor ben susuyorum, gidin komşunuza kitabımın ne kadar saçma olduğunu anlatın diyor. Denemesi bedava deney kısaca şöyle :

 
  Çocuğunuzu tartın
  Yemeğe zorlamayın
  Bir süre sonra yeniden tartın
  Bir kilo vermediyse, yemeye zorlamamaya devam edin ve ikinci adıma geri dönün.

 
Dr.Fernandez gerçek hayatında da sağlık profesyonellerine anne sütü ve emzirme konularında danışmanlık yapan bir hekim olduğundan sanırım kitapta önemli bir kısım bu konulara ayrılmış. Anne sütü, emzirme, biberon alışkanlığı, ve hazır mamalar konusunda çok çarpıcı bilgiler okuyabilirsiniz. Özellikle mamalar konusunda doğru bilinen yanlışları özetlemiş, bence çok önemli ;

 
Mamalara dair birkaç mit :

 
  •          Mama sütten daha besleyicisidir.

 
Uygulayacağımız beslenme düzeni, bir dizi ihtiyaçlar serisini karşılamalıdır. Bir insanın, en azından hayatının belli dönemindeki, tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek tek besin anne sütüdür. Yeni doğmuş bir çocuk altı ya da daha fazla ay boyunca  yalnızca anne sütü ile kusursuz bir şekilde beslenir.
Akşam yemeğinden önce verilen iyi bir mamayla bütün gece uyur.

 
Hiç de öyle olmaz. Çocukların daha çok uyumalarının sebebinin mama yemek olmadığı deneylerle kanıtlanmıştır.

 
                7. Aydan itibaren devam sütü içmeleri gerekir.

 
Devam sütü neredeyse hiçbir faydası olmayan ticari bir buluştur. Amerikan Pediatri Akademisi meme emmeyen bebeklerin bu sütü 1 yaşlarına bastıkları yıl boyu almalarını önerir. WHO da devam sütünün gereksiz olduğunu düşünür.Reklamların sizi kandırmasın aizin vermeyin. Devam sütündeki fazla protein miktarı çocuğunuz için  bir avantaj değil, yalnızca endüstriyel bir israftır.

 
                 Et yemiyorsa yeterince protein alamaz.

 
Yalnızca sütle beslense bile  çocuğunuz yeterince protein alır.

 
Benim kitapta en çok eğlenerek okuduğum bölüm ise kitabın sonundaki “Biraz Tarih” bölümü. Burada yazar konuyu derinlemesine araştırırken karşılaştığı eski günlerde çocuklar ne yiyordu, doktorlar ne öneriyordu sorularının yanıtlarını paylamış ve çok da eğlenceli olmuş.

 
Kitapla ilgili olarak söylemek istediğim son şey ise bu kitabın al-oku-kaldır  şeklinde bir kitap olmadığı ve bir başucu kitabı şeklinde zaman zaman yeniden göz atılması gereken bir eser olduğu şeklinde olacaktır.

 
Keyifli okumalar, iştahlı ve bol sütlü günler dilerim.