31 Temmuz 2007

Ortaya karışık...

* Cuma akşamı Funda’ya bebiş görmeye gittik Elvan ile birlikte.. Aslı Nur hanım yaklaşık 22 gün önce geldi dünyaya.. Pek şirin, pek pembe, pek yumoş.. Misler gibi cennet kokuyor ve hep uyuyordu.. Hayran kaldık, büyülendik.. İyi dileklerde bulunduk, kokladık, öpmeye kıyamadık ve döndük.

* Cumartesi sabah erkenden kalkıp O.nunla birlikte ev işine giriştik. Arada ben Yağıza bir kek yaptım. Sonra karşıya geçtik, Figen’le buluştuk, doktora gittik, Figen’imin karnındaki 4 haftalık mercimeği gördüm ultrasonda.. İlk kez canlı bir bebeği izledim bu şekilde.. Bizim bebiş hiç yerinde durmadan hareket ediyor.. Minicik daha ve kımıl kımıl.. Cinsiyetini yine göstermedi.

* Yağız’ımı gördüm, çok yaramaz bir günündeydi.


* Tatile 77 saat kaldı...

* Akşam bizim şirketin bağlı olduğu holding’in 50. kuruluş yıldönümü partisi vardı. Biraz istemeyerek gittik ama ortam ve ambians çok güzeldi. Yemekler süperdi ve asıl süper olanı Sertap Erener’di. Canlı performansı gerçekten muhteşemdi..

* Sonra Safiyeyi ve annesini aldık, bize geçtik. Gece üçte yatıp ertesi günü onikide uyandık. Çok tembel, çok zevkli ve çok geveze bir gündü.. Yemek olayını abartıp Safiyenin özlediği yemeklerden yapalım dedim. Ortaya kısır, mercimek köftesi, kabaklı ve havuçlu börek, hindistan cevizli kurabiye çıktı.. Hepsinden yedik yedik.. Şiştik...

* Gece birde mecburen yattık.. Cumartesi sabah görüşmek üzere deyip vedalaştık..


* Tatile 77 saat kaldı...

* Cuma akşamı itibariyle tatile çıkıyorum. Listemi hazırlamaya başladım bile.. Çok yemek yapıcam, Yağız ile yüzücem, bol bol fotoğraf çekicem...

* Güzel ve Dahi programını nihayet yayından kaldırmışlar. Bravo RTÜK, kedi olalı bir fare tuttu sonunda.

* Ayşe Arman Doğu Karadeniz yaylarına tatile gitmiş. Pazar günkü yazısında Pokut Yaylasını anlatıyordu. Çok kıskandım ve o günlerimizi andım.
* Tatile 77 saat kaldı...





* Ekim ayından itibaren O.nunla birlikte hafta sonlarında müzeleri/sarayları/ tarihi yerleri gezmeye karar verdik. Kendi küçük İstanbul gezilerimizi yapacağız.. Küçük bir araştırma yaptım, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Miniatürk, Santralİstanbul, Arkeoloji Müzesi, Beylerbeyi Sarayı gibi sayısız yer var gezmeyi bekleyen.. Bol bol fotoğraf çekmeyi de hedefliyorum tabi..




* O.nun yeni işyerindeki arkadaşları tüplü dalış yapıyorlar. Ben de iki kez deneme dalışı yapmış ve mest olmuştum evlenmeden önce.. Gelecek sene biz de gidelim dedi O. İnanamadım kulaklarıma.. Seneye tüple dalış olayını ele alıp, balıkadam brövemi almayı planlıyorum şimdiden.



* Sabah öyle zor uyandım ki, yukarıdaki karikatürdeki olayı yaşamak istedim.


* Tatile 77 saat kaldı...

30 Temmuz 2007

Cumhurbaşkanını Jüri Seçecek...

Referanduma giderse öyle gözüküyor... Seçer efendim... Niye seçmesin... Bu halk erovizyonda Ali Rıza Binboğa'yı seçmedi mi? Cumhurbaşkanını da seçer elbet... Popstar yarışmasında Bayhan'ı haftalarca oyları ile bir numaraya taşımadı mı? Taşıdı... Karpuzun iyisini hoplatarak, zıplatarak ve şapşaplıyarak pıt diye anlayan sevgili halkım, yıl boyunca kelek karpuz yese de seçmesini iyi bilir kardeşim... Buz dansı yarışmasında Hülya Avşar junior olarak aynı ses tonu ile hayatımıza duhul eden Tuba kardeşimize oy yağdırmadılar mı? Cumhurbaşkanına da oy yağdırırlar elbet... Tamam, düğüm atılmış iple oy kullanan yegane demokrasi olma şerefini taşıyor olabiliriz... (sistem çöyle çalışıyor : okuma yazma bilmeyen sevgili demokrasi aşığı vatandaşım, parti proğramlarını ve adayları incelemiştir ve sıra oy atmaya gelmiştir. Ama sandık başında oy pusulasında nereye evet mührünü basacaktır? işte düğüm atılmış ip bu sırada yardıma yetişir. Önceden aşiret reisi veya yerel parti temsilcisi tarafından düğüm atılmış iptir bu... Eğer ipin ucunu oy pusulasının sonuna denk getirirseniz düğüm oy pusulasında malum partinin tam üzerine gelmektedir. Demokrasi tutkunu vatandaşım büyük bir özgüvenle basar, evet mührünü düğümüm hizasına denk gelen partinin evet hanesine...) İpli demokrasi olur mu demeyin... Bana seçkin aydın ayakları yapmayın, yemem... Meydanlarda ip kavgası yapınca demokrasi oluyor da iş mührü ipe göre basmaya gelince mi demokrasi sorgulanıyor. Boşanmaların yüzde kırkları geçtiği ülkemizde eşini doğru seçen halkım, cumhurbaşkanınında iyisini seçer kardeşim... On kere üst üste Demireli seçmedi mi? Sonracıma aynı sene Demirele yasak getiren anayasayı da seçmedi mi? Firdevs'i seçti yahu Firdevs'i... Bosna için toplanan yardım parasının veremeyen Erbakan'ı... Mavi gözlü diye Dalan'ı, doktor diye Sözen'i, ağzı bozuk diye Tayyip'i seçmedi mi? Semranım'ı da seçti bu halk unutmayın... Rahmetli oğlunu da... Bittabi Reha Muhtar'ı seçti senelerce... En seksi erkek olarak Ahmet Mete Işıkara'yı seçtiği gibi cumhurbaşkanını da seçer elbet...Banker kastelliyi bir numara yaptığı gibi, tan gazetesine milyonlar sattırdığı gibi, Manukyanı vergi rekortmeni yaptığı gibi, Murat 124 arabayı en çok satan araba yaptığı gibi seçer EvvelAllah... Benim halkım seçmesini bilir çok şükür... Onlara güvenim tam... Cumhurbaşkanı Orduya başkomutanlık yapacaksa da gider en doğru ismi bulur getirir oraya... Mehmet Ali Ağca da olur, Uzan'ın babası da olur, Fatih Ürek de olur... Yok deve demeyin, burası Türkiye...

Sen iste elbet bir yol bulunur... Sen iste her şey çok güzel oluuuuuur...



Hamiş : Sevgili Elvan arkadaşımdan mail ile geldi. Yazının altında " Gani Müjde - Penguen - 12 temmuz 2007" yazıyordu, gerçi derginin internet sitesinde bulamadım yazıyı ama yayınlamamış da olabilirler.

27 Temmuz 2007

Tatilim geldi...


En sonunda olan oldu.. Tatilim geldi..
Gelecek hafta bugün bu saatlerde, şimdiki gibi günleri değil saatleri sayıyor olacağım tatile çıkmak için. Tabi gidilecek yer malum. Ev aldık, borcumuz var, O.nun da izni yok bu sene ve ben annemlere yazlığa gideceğim adaya.. Figen ile Yağız da gelecekler. Koca bir hafta tontişimle beraber olacağım, yüzeceğim.. Tabi bir de Safiye var. Eski günleri anıp, yiyip içip yatacağız...
Gel tatil gel...
Gel tatil gel...
Gel tatil gel... gel.... gel...

25 Temmuz 2007

Kahpe Kader...

Hayat bazen ne de hoyrat davranır bazı insanlara? Hele de ülkemizde kadınsanız, doğulu iseniz sanki daha da zorlar sınırlarını.. İnsanoğlunun yaşayabileceği acıların, sıkıntıların, dertlerin sınırını bilmek ister bazen kader.. Kahpe kader deriz tabi böylesine...

Düşünün şimdi, kadınsınız, Urfa’da yaşıyorsunuz, çat pat derdinizi ifade edecek kadar Türkçe biliyorsunuz.. Kimbilir nasıl evlendirilmişsiniz ve kimbilir kaç yaşında.. Kimse anlatmamışki size doğum kontrolü diye birşeyi, kimselere şikayet edememişsiniz bu yüzden doğurdunuz 6 çocuğu ve olmayan rızıklarının hesabını.. Eşiniz, eriniz, efendiniz olmuş. İki göz odada 8 nüfus hasbel kader yaşarken eşiniz iş ararmış hep güya.. Ama aynı zamanda hastaymışsınız da.. Sık sık hastaneye yatıp tedavi olmanız gerekiyormuş. Bu yüzden okula gidebilen çocukların öğretmenleri hep şikayet ederlermiş sizden.. Çocuklarınızın üstü başı kir içinde, aç açık gezerlermiş ortada.. Yokmuş ki paranız fazlasına. Sağolsun konu komşu yardım edermiş arada.. Akmasa da damlıyormuş elindekileri paylaşmak isteyen iyi niyetli insanların yardımları.. Mesela birileri hiç bilmediğiniz sadece duyduğunuz bir yardım ağı kurmuşlar internet ne ise işte orada.. Günün birinde uzaktan ta İstanbullardan bir mektup gelmiş küçük kızınıza.. Hani okula yeni başlayana Nazlı’ya.. Kısa saçlı, kömür gözlü, henüz okumayı bile çözememiş olan küçük kıza.. Birisi diyormuş ki öğretmenine gönderdiği mektubunda “Merhaba Nazlı, kardeşim olur musun ?”

O günden sonra Nazlı kız daha çok sever olmuş okulu, öğretmenini.. O zamana kadar okumayı sökmek konusunda oldukça isteksiz ve verimsiz iken birden asılmış derslerine.. Öyle ki öğretmeni bile teşekkür etmiş bir mektupla taaa İstanbullardan yazan ve üç-beş yardım etmeye çalışan ablaya.

Sonra günler aylar yıllar geçmiş, Nazlı’nın babası, kocanız, eriniz, sizi ve 6 çocuğunu terk edip başka bir kadına, muhtemelen de sizden daha genç bir kadına gitmiş.. 6 çocukla devam etmek zorundaymışsınız hayat meşgalesine.. Ama artık daha zormuş.. Kirada oturduğunuz evin üç kuruşluk kirası bile fazla geldiğinden başka bir mahalleye, daha kötü ama daha ucuz kirası olan bir eve taşınmak zorunda olmuşsunuz.. Mahalle değiştirince tabi Nazlı da çok sevdiği öğretmeninden ayrılıp yeni evine yakın bir okula gitmek zorunda kalmış.. Ama hiç sevememiş yeni okulunu nedense..

Günler bu şekilde geçip giderken bir gün aniden ve acımasızca trafik canavarı denen şeyle tanışmışsınız. 7 yaşındaki minik yavrunuzun (Nazlı kızın küçüğü olanı) minicik bedenini kara toprağa teslim etmek zorunda kalmışsınız.. Evlat acısı çökmüş yüreğinize bu kez.. Hepsinden farklıymış bu seferki.. Artık ne sinir krizleri ne de önceki hastalığınız haber vermez olmuş çat kapı girerken hayatınıza fütursuzca...

Bu arada okul adresi değiştiği için İstanbuldaki ablanın mektupları elinize ulaşmaz olmuş. Neyseki eski öğretmenin yardımıyla yeni ev adresi bildirilmiş İstanbullu ablaya.. O da 1 sene boyunca defalarca mektup göndermesine rağmen ulaşamıyormuş meğer kimseciklere.. Neyse ki İstanbullu abla son bir mektup yazmış ev adreslerine ve belki kaybetmişlerdir diye telefon-adres vs. tüm bilgilerini yeniden vermiş. Böylece yeniden haberleşmeye başlamışlar.

(Ama aldığı kötü haber çok üzmüş İstanbullu ablayı.. Duyduğundan beri her aklına geldiğinde yüreğinde sızı, gözünde bir damla yaş beliriyormuş aniden.. Ne zamandır aksattığı bir iş gelmiş aklına. www.kardesinisec.com adlı siteden bahsetmek istemiş günlüğünde.. Belki başka ablalar da başka kardeşleri bulurlar el yordamıyla ve sevindirirler diye.)

16 Temmuz 2007

Çekirdek Harekatı...




Manisa Belediyesi ve Tema Vakfı birlikte enteresan bir proje geliştirmişler.. İnsanların yedikleri mevyaların çekirdeklerini doğaya bırakmaları durumunda, bu mevya çekirdeklerinin değerlendirilebileceğini, ülkemizin ağaçlanmasına bir nebze de olsa katkıda bulunabileceğimize dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Çok mantıklı geldi bana da.. Benim de çorbada tuzum bulunsun istedim. Belki bizim biriktirdiğimiz çekirdekleri öyle havadan falan doğaya bırakamayız ama, gittiğimiz yeşillik alanlarda vs.. toprağa serpip, ufak bir ihtimal de olsa bir ağacın yeşermesine sebep olabiliriz..

Ne güzel olur değil mi?

Hamiş : Bu bilgi bana nereden mi geldi ? Sevgili Pınar arkadaşım mail atmış sağolsun..

11 Temmuz 2007

Vişne likörü...


Önceki yazılarımdan birinde bahsettiğin vişne likörünü nasıl yaptımı sormuş Gülçin.. Bir süre önce birileri daha istemişlerdi ama ben unutmuştum.. Şimdi karşınızda Vişne Likörü .....

2-2,5 kg. Kadar vişne
1 kg. Şeker
3 çubuk tarçın
ufak ir parça zencefil
15 adet karanfil
1-1,5 litre kaliteli votka (Ben Rusyadan getirdiğim votkayı kullanmıştım..)
1 çay bardağı kadar Yunan konyağı (eğer bulabilirseniz)


Vişneler güzelce yıkanır, sapları atılır, süzgeçte iyice süzdürülür. Bir kürdan yardımıyla çekirdekleri çıkarılır. (Çekirdeklerini çıkarma kısmı biraz uzun sürüyor, bana O. yardım etmişti.) Tarçın çubukları, karanfil ve zencefil bir tülbent parçası ya da tül parçası içine konur ve ağzı sıkıca bağlanır. Elde edilen çekirdeksiz vişne, tarçın-karanfil-zencefil bohçası ve şeker büyük bir cam kavanoza (ben turşu için olanlardan almıştım) konur, ağzı sıkıca kapatılır, bir kaç dakika kuvvetlice sallayarak şekerin kısmen erimesi sağlanır. Sonra bu kavanozu güneş gören bir cam önü gibi bir yere bırakıyoruz ve 2 ay boyunca hafta bir gidip birkaç dakika sallayıp bırakıyoruz.

2 ay sonunda vişnelerimiz olmuşlardır. Vişnenin suyu, tanelerinden ayrılır ve iyice süzülür. Sonra bu suyun içine istediğiniz kadar votka ekleyerek likörümüzü yapmış oluyoruz. Ekleyeceğiniz votka miktarını yukarıda tahmini yazdım, votkanızın sertliğine, vişnelerin sulanma oranına ve en önemlisi de damak tadınıza göre miktarı değiştirebilirsiniz. Bu yüzden votka ile vişne suyunu kontrollü bir şekilde birbirine karıştırmakta, arada bir tadına bakmakta fayda var.

Hazırladığınız vişne likörünü ağzı kapalı bir şişelerde veya kavanozda buzdolabında saklamanızı öneririm. Servis yaparken de küçük likör bardaklarında, her bardağa kalan vişne tanelerinden 1 tane ekleyerek sunabilirsiniz.

Annemlerin adadaki mahalleden komşuları Alis teyze (kendisi yemekleriyle ünlüdür) eğer bulabilirsem 1 çay bardağı kadar Yunan konyağı da ekleyebileceğimi, çok nefis olacağını söylemişti ama ben bulamamıştım.. Yine de içen herkesin çok beğendiği bir likör oldu.. Özellikle Türk kahvesinin yanında sunumu müthiş oluyor..

Kalan vişneleri ise ayrı bir cam kavanoza koyup, dolapta saklayabilirsiniz. Kek, puding, tart gibi hamur işlerinde çok güzel oluyorlar.

Hamiş : Gülçin'cim bahçe vişnelerini çok kıskandım... Tüketemeyeceğiniz kadar çoksa ben de isterem :-) Afiyet olsun..

10 Temmuz 2007

Güzel ve Dahi...


Baştan sona mizansendir değil mi? Bu ülkenin en büyük 3 şehrinde yetişmiş, lise / kolej / üniversite mezunu / öğrencisi kızlarımızın bu kadar sığ, bu kadar genel kültürden uzak, bu kadar aptal olabilmeleri mümkün müdür? Yarışma formatı böyledir değil mi? O kızlar bu kadar boş olamazlar zira...

Anladığınız gibi Güzel ve Dahi adlı yeni uyduruk yarışma programından bahsediyorum. Cumartesi akşamı Figen’lede zaplarken yakaladık.. Yaşları 18-20 olan cicili bicili ama mutlaka derin dekolteli güzel kızlarımız, yanlarında da üniversitelerin ille de mühendislik bölümlerinden mezun ya da halen öğrenci erkekler.. Çiftler halinde yarışıyorlar..

Format şöyle kızlar aptallar, eğitilecekler, erkekler de vücut geliştirecekler..

Önce kızlarımıza “Karede kaç köşe vardır? “ gibi bir soru soruyorlar sonra da ekranda çeşitli ünlülerin resimlerini gösterip, kim olduğunu soruyorlar ve 15 sn. boyunca ondan bahsetmesini istiyorlar.. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor..

Pavvorotti’ye Bill Gates diyen,
Kenan Evren’i tanımayan,
Bülent Ecevit’in adını hatırlamayan, partisine DYP diyen,
Semra Özal’ın kocası için ünlü biriydi diyen,
Elvis Presley’in Eurovizyon yarışması birincisi sanan, adını bile bilmeyen,
Adolf Hitler’in adını kopya alarak bile söyleyemeyen,
Süleyman Demirel’in yaptığı görevleri bilmeyen,

kızlarımız herkesi şok ettiler sanırım. Güldük yine ağlanacak halimize.. Bizim ortamdaki en anlamlı tepki ise (kardeşim) Figen’den geldi.. Yağız (yeğenim 4 yaşında) da mı böyle olacak büyüyünce dedi?

Tabi ki hayır... Yüzbin kere hayır.. Allah aşkına arkadaşlar, hangimiz Pavvorotti’yi, Kenan Evren’i, Bülent Ecevit’i, Elvis Presley’i kitaplardan ya da okuldan öğrendik ki? Bu kişiler şimdiki zamanda yaşayan herkesin öğrenmesi bile demiyorum bilmesi gereken şahsiyetler değil mi? Hangi okulda hangi öğretmen anlatabilir ki Elvis Presley’in Eurovizyon yarışması birincisi olmadığını, hangi okul kitabında yazar Pavarotti’nin müziği? Bunlar öğrenilmez, bilinir.. Ve bu genel kültür değildir, çok basitçe çevremize bakarak, görerek, izleyerek bilinir..

Şimdi siz yukarıda verdiğim cevapları veren kızlarımızın er ya da geç anne olacakları zamanı düşünün? Kabus gibi değil mi?

Çok utanç verici, çok yazık, çok günah..

Sadece o kızları değil, asıl onları bu hale gelmesine bir şekilde seyirci kalmış olan aileleri yargılamak lazım öncelikle.. Yazık değil mi bu çocuklara, yazık değil mi onlardan türeyecek yeni nesile? Yazık değil mi iki eli kanda olsa, yiyecek ekmeği olmasa da “Aman yavrum bilsin, öğrensin, bir yerlere gelsin” diye kendini parçalayan nice aileye ve onların “kültürlü” çocuklarına?

Neymiş ? Çocuğunuzu daha ana sınıfından başlayarak özel okullara, kolejlere, paralı üniversitelere göndermek iş değilmiş arkadaşlar.. Önemli olan onlara dünyanın onların etrafında dönmediğini göstermek ve kendi kurdukları sabun köpüğüne benzeyen ve dış dünya ile ilişkisi olmayan o sihirli küreden çekip çıkarabilmekmiş.

Onun için Figen’cim, sen hiç merak etme, Yağız büyüyünce onlar gibi olmayacak...