30 Temmuz 2009

Yemek düzenimiz...


Emre'nin yemek düzeninden bahsetmek istiyorum bu yazımda.. Yine tarihe not düşmek, unutmamak için..

Emre 6 ayını tam olarak doldurana kadar sadece anne sütü içti.. Çevreden yapılan tüm müdahalelere kulak tıkayıp, inatla yılmadan emzirdim oğlumu saatler boyu.. Hep istediği zaman ve istediği kadar emdi. Gerçi halen de emiyor kuzucum beni.. İşe başladıktan sonra daha düşkün oldu emmeye.. Hele işten gelince tişörtümü çekiştirerek bir meme isteyişi varkı görmeye değer.. Ama son günlerde geceleri uyanınca beni az emiyor.. Havaların sıcak ve nemli olmasının da etkisi var sanırım, çok su içiyor geceleri..

6. aydan itibaren yavaş yavaş ek besinlere geçtik.. Sabah kahvaltımızdan önce bol bol emiyor beni kuzum.. Sonra iyice acıkınca kahvaltı yapıyor.. Menüsünde sadece tereyağ, tuzu alınmış peynir, yumurta, bebe bisküvisi ve ılık süt ile hazırlanmış püre oluyordu... Şimdi Emre kahvaltıda domates ve tost yemeyi de çok seviyor..

Yemeklerine halen tuz koymuyorum, ama bizim yemeklerden mutlaka tattırıyorum, tuzludur diye düşünmüyorum. Kendimiz için pilav, makarna olacaksa tuzunu az , tereyağını da bol katıyorum. Emre çok seviyor pilavı...

Şekerli gıda vermiyoruz hiç.. Dışarıdan verenler olursa da bir yolunu bulup tadına bakmadan elinden alıyoruz. Şeker, cips, sosis vs.. ayrı bir yazı konusu aslında ama şöyle düşünüyorum ben : Bu gıdalardan sonsuza kadar uzak tutamayacağız kuzuyu.. Ama elimizden geldiğince geç alışmasını sağlamaya çalışıyoruz.. Zaten büyüdüğünde her çocuk gibi çok sevecek böyle zararlı şeyler.. Şimdiden alışmasın diyoruz.. Gerçi bu tarz zararlı gıdalara sadece yiyerek alışmıyor bu çocuklar.. Şöyle ki, televizyonda gördükleri reklamlar bir şekilde beyinlerinde yer ediyor.. Önceki hafta annnemlerde yaşadığımız bir olayı anlatmam lazım sanırım :

Geçen haftasonu adaya yazlığa gittik oğluşumla, kardeşim ve çocukları da oradalardı. Kardeşim çarşıdan şu saplı lolipop dediğimiz şekerlerden almış, 1 kızına, 1 de Emre'me.. Ben Emre yemez bunu deyip mutfaktaki dolabın üzerine koydum şekeri.. Sonra ertesi sabah Emre kucağımda dolabın yanından geçerken oğlum o lolipop şekeri farketti ve eliyle işaret edip almak istedi.. Ben de 1-2 dakika oynasın sonra ambalajını açmadan elinden alırım diye verdim eline şekeri.. O an oğluşumun yüzündeki ifadeyi ve munzır gülümsemeyi görmeniz lazımdı.. Şok etti bizi.. Hani bir kabahat işlerken insanın yüzüne oturan o çok bilmiş gülümseme vardır ya, Emre o halde sırıtarak, lolilpop yalamaya başlamasın mı? Şaşırdık kaldık, bu çocuk kimseyi elinde lolipop yalarken görmemişti, eline böyle bir şekeri ilk defa alıyordu... Nasıl biliyordu onun ne olduğunu?

Şaşkınlığımız geçince şekeri elinden almak istedim, "annecim o şeker, sen şeker yememelisin" gibi telkin edici laflar söylemeye başladım.. Emre bir anda "şşşş şşşş" diye taklit etmesin mi şeker deyişimi? Gülelim mi ağlayalım mı şaşrdık kaldık.. Sonra da reklemlara yorduk bunu...

Düşünün yani Emre 16 aylık ve hiç şeker yememiş bir bebek henüz.. Reklamlardan etkilenip neler yapabiliyor.. Eline versek neler yer neler içer siz düşünün....

Velhasıl yine çevreden gelen tüm müdahalelere rağmen biz halen Emre'ye bu gibi çok sakıncalı gıdalar vermiyoruz...

Gıda dedince bir de süt ve süt ürünleri sorunsalımız var tabi... Oğlum günde 1-2 bardak civarı süt içiyor.. Sağolsun Aysunthesütçü'müz var bizim.. Onun kızlarının mis gibi sütlerini içiyoruz genelde.. Evdeki tüm yoğurdumuz da o sütlerle yapıyorum. Eğer Aysun sütü bitmişse, günlük süt alıyoruz dışarıdan. Onu da bulamazsak Nestle çocuk sütü..

Malesef katı gıdaya başladığımız günlerde yoğurt yemeyi çok seven kuzum artık kesinlikle yemiyor.. Meyvalı yoğurt yapmayı da denedim istemiyor. Ben de zorlamıyorum artık .

Haftada 2 gün balık, 1 gün tavuk, diğer günlerde ise kırmızı et yemesi gerekiyor kuzumun.. Genelde et ürünlerini seviyor Emrecik.. Köfteyi tek geçiyor..

Sebzeler hergün yeniyor.. Karışık sebze çorbası ya da direk sebze yemeğini yiyor.. Yağ olarak sızma zeytin yağı ya da tereyağ kullanıyoruz.

Meyvalar ise favorilerimiz.. Babaannemiz sağolsun gündüz Emrenin eline sürekli meyva veriyor.. Ya da havuç, salatalık, kırmızı biber... (evet büyük kırmızı biber, emre bayılarak yiyor)

Meyvalarda ise karpuzu tek geçiyor oğlum.. Kiraz ve çilek diğer favori meyvaları...

Emreye ekstradan hiç ekmek vermiyoruz. .Yalnız sabah işe gitmeden öce biz kahvaltı ederken ekmek kemirmeyi seviyor...

Şayet gribal bir durum var ise, gün içinde mutlaka adaçayı veya ıhlamur yapıp bal ile tatlandırıyorum. Ama bunları sallama bardak poşetlerinden değil, gerçek kurutulmuş bitkilerden yapıyorum. Ihlamur çayına karanfil, kabuk tarçın, zencefil ve 1 elmayı kabuğuyla, çöpüyle birlikte dilimleyerek ekliyorum. Güzel kokulu bir çay oluyor.. Doktorumuz önermişti işe de yarıyor gerçekten..
Eğer akşam yemeğini güzel yemediyse yatarken 1 bardak sütten muhallebi yapıyorum. Pirinç unu olarak şundan kullanıyorum. Muhallebi yiyemeyecek kadar tok isek süt içip uyuyoruz... Eğer sütünü de içemeyecek kadar tok ise veya bir sebepten yarım bıraktı ise gece uyandığında mutlaka acıkmış oluyor ve yeniden süt veriyorum.
İşte böyle bizim kuzunun yemek serüveni şimdilik..Gece beslenme ve uyku serüvenimizi de yazmak istiyorum aslında ama başka sefere inşallah...

29 Temmuz 2009

Emre kuşumla stüdyodaydık...

Biraz geç kalmış bir paylaşım bu aslında.. Emrenin 1 yaşına basmasından 10 gün kadar sonra gittik stüdyoya.. İstedim ki bizim çektiklerimizin haricinde profesyonel görüntüleri kalsın yavrucağızımın büyürken...

Maşallah demeyi unutmayalım lütfen:-)
















20 Temmuz 2009

Raf ömrünüz uzun olsun !!!

Aşağıdaki yazı mail ile geldi bana, hemen paylaşmak istedim. Yazarının şurada da yazıları çıkıyor.. Okunmalı ve bir daha düşünülmeli diye düşünmekteyim..
Der.ya Bay.kal'ın açık sütlere savaş açtığı o küçük filmi hatırlarsınız.. Kısa süre öncesine kadar tvlerde dönüyordu sıksık.. Dışarıdaki giydiği ayakkabılarla eve dalan Derya hanım, ev sahibi şaşkın hanıma sayıp dökerken, ayakkabılarıyla eve taşıdığı pisliği ve kanserojenleri yok sayıyordu hani...

Neyseki biz çiftlik sütüne ulaşabilen üstelik çiftliği de bizzat gezmiş görmüş bir azınlıktanız ve doktorumuzun da onayıyla Aysun hanımın sağlıklı kızlarının saf sütlerini kullanmaktayız..

En azından bunu yapabiliyoruz yani..

Şimdilik.....

-------------şimdi buyrun okuyun lütfen, okuyun ve tekrar düşünün---------------

Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik-yeşil etiketleri;
Tek renk, tek ses, tek yürek halleri; yüksek fiyatlarıyla tezgahların yıldızı, kan kırmızı domatesler.
Yediniz mi?
Yiyeceksiniz!
Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları.
"Tatmin olma" duygusu köreltilmiş, "yeter" sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zeka ürünleri onlar.
Onlara şimdi domates diyorlar.
Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar. Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar. ..
Hava mı lazım? Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor.
Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor.
Kuş mu lazım? Aşk olsun! Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri; dölleniversinler, kurda-kuşa muhtaç olmadan..Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler.Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...
Hala markettesiniz.Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde, dolaşıyorsunuz raflarda.
O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz.
Nasıl söylemeli, bilmem ki?
Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok!
İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin "Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır...".
Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız?
İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu.
Önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar.
Günde 100 kilo süt (!) veren inek yaptılar.Ne demek biliyor musunuz bu?
Market arabasını sürmeye devam.Üzümleri gördünüz mü?Sanki bağdan yeni gelmişler. Dipdiri, ipiriler.Nereden geliyor bunlar?
Şili'den.
Şili mi?
Evet!
Kaç gündür buradalar?
3-5 gün oldu.
Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları.Uzun yolculuklar sonunda bize geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor.. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor. İyi ama, nasıl?
Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:
Dane büyüklüğünü artırır,
Dane ağrılığını artırır,
Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir,
Tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir,
Güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır.
Bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır,
Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar,
Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir,
Yüksek kalite ve standart sağlar,
Raf ömrü uzar
Daha durun!
Petunya ve karnabahar geni konmuş mısırlardan yapılma cipsleri de yiyeceksiniz.
Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız.
Diyebilirsiniz ki, "hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez". İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki!
Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var.
Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp, dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2 kilo gıda düşüyor.
Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar.
Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.
Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz.
Neye ağlayıp, neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor.
Kimi sevip, kimden nefret edeceğimizi de.İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz.
Gün geliyor, öldürüyoruz.
Adına "bilgi" dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup, enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz.
Ne diyelim?
Raf ömrümüz uzun olsun!
Sunay Demircan