02 Temmuz 2011

Doğa için çal - 3

Doga icin cal! 3 - Gesi Baglari, Cemberimde Gul Oya, Cayelinden Oteye - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.

106 doğa sever müzisyenin katkılarıyla birbirinden güzel 3 türkümüz yeniden yorumlanmış..

Buyurun, kulaklarınızın pası silinsin...


01 Temmuz 2011

Hayatınız seçtiğiniz kadındır...


Hayatınız seçtiğiniz kadındır.
Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz ,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.
Hayat kat kattır.
Babil''in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve
bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.
Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır...
Hayatınız seçtiğiniz kadındır...

29 Haziran 2011

Tarihe not düşmeli...

Tarihe not düşmek adına, sonradan unutma ihtimalimin olduğu birkaç başlık yazmak istiyorum bugün.

Çocuklar son hızla büyümekteler. Öyle ki, büyüdüklerini ancak küçülen giysilerden anlar oldum.. Bu aralar bir koşuşturmaca var hayatımızda ama koştuğumuz mecra belli değil.. Bu tempo arasında ben de kaynıyorum arada açıkçası..

Uzun zamandır kendim için yaptığım tek şey çalışıyor olmaktı. Bir de buna 1,5 aydır diyetisyen günlerim eklendi.. Öyle ki aynaya bakmaz olmuştum, salmıştım iyice.. Haziran başında emzirme işini de bırakınca artık kendime söyleyeceğim geçerli bir mazeretim/yalanım da kalmamıştı.. Başladım tanıdık bir diyetisyene.. İlk 4 haftada 4,3 kg. verdiğimi yazmıştım geçenlerde.. Pazartesi yeniden gidip tartılıcam bakalım son durum nedir diye.. Ama bunun şöyle bir faydasını görür oldum ki, hayatıma yavaş yavaş yürümek fiilini sokuyorum. Ama benim yürümekten kastım ancak eve gelmeden yapılan faaliyet olabiliyor maalesef. Çünkü bir sebeple eve girdikten sonra paçamdan tutup çekiştiren öyle çok şey varki, mümkün değil bir daha çıkıp da şöyle 1 saat site içinde bile yürüyüş yapamıyorum aslında..

Ben de şöyle bir yol buldum kendimce bu soruna karşılık; eve varmadan önce eğer ayakkabılarım çok rahatsız değil ise evin önünden geçen araçlara değil de uzaktan geçen araçlara binip, eve yürüyorum. Şu sıralar fazlası için ne vaktim ne de enerjim var maalesef.

Çocuklar ise dediğim gibi tam gaz gidiyorlar..

Emre’m, ilk gözağrım.. Gün geçtikçe bir fidan gibi serpiliyor sanki.. 3 yaşını henüz doldurmuş çocuktan fidan olur mu demeyin, oluyor vallahi ya da belki bu kuzguna yavrusu şahin görünüyordur bilemiyorum..


Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda çok yakın bir arkadaşım ile çocuklarımız karışmışlar ve sonunda ben onun oğlunu almışım, o da Emre’yi.. allahım o nasıl bir yürek sıkıntısıydı öyle rüyamda, içi daraldı, karabasanlar çöktü üzerime sanki.. Diyorum ki kendi kendime Emre o kadar naif ve her dediği yapılan bir çocuk ki şimdi orada ne deseler “tamam” diyecektir içinden gelmese bile.. Off şimdi bile düşündükçe kötü oluyorum, Allahım kimseyi evladından ayırmasın..

Kardeşiyle arası çok kötü olmamakla birlikte iyi de sayılmaz.. Bunda Erdem bücürünün iyice ayaklanmış olmasının rolü de var tabi kabul etmek gerek..Emre kuzum 3 aydır gündüzleri büyük ve küçük tuvalaetlerini tuvalete yapıyor ve sadece geceleri bez bağlıyorduk. 2 haftadır onu da kaldırdık.. Yatak alezi ve şarşaflar hemen hergün ıslanıyor ama napalım alışacağız bir şekilde…

Emre’yi sonbahardan itibaren haftada 3 yarım gün okula gönderelim diyoruz ama bakalım henüz net bir karar veremedik. Kuzeninin ana okuluna gidip konuştuk, fena değil ama daha önce bu konuyu hiç bilmediğimizden bilemiyoruz henüz..

Emre kuzum ile vakit geçirmek genelde çok zevkli..

Dışarı çıkınca hele onunla bir şeyler yapmak süper.. Her yere geliyor, her laftan anlıyor.. Birkaç kelime haricinde o kadar düzgün ve uzun cümleler kuruyor ki herkesi şaşırtıyor.. Ve bir de hafıza konusu var bizi şaşırtan.. İnanılmaz bir hafızası var, herkezi ve her şeyi hatırlıyor.. Bu yaş çocuklarının hepsi mi böyledir yoksa bizimkinde fil hafızası mı var çözemedik henüz..

Ve ikinci meleğim, Erdem’im.. Çok tatlı, çok uyumlu, çok hareketli, çok değişik bir bebeksin sen.. Sen de anneliğimin ustalığını yaşıyorum sanırım. Bu nedenle bu kadar uyumlu ve naifsin sen galiba..

11 aylık olduğunda başladın yürümeye.. Şimdilerde koşuyorsun neredeyse.. Yaptığın şeyin kötü bir şey olduğunu anlarsan ben “Erdem napıyorsun oğlum?” demeye varmadan yaptığın şeyi çabuk çabuk yapıyor, panikliyor ve kıkırdıyorsun bol bol.. Bu halinle seni yememek, o topiş ayaklarından ısırmamak mümkün değil.

En büyük aşkın abin tabiî ki.. “Edde, edde” diyerek peşinde dolanıyorsun sürekli olarak.. En sevdiğin ve en çok ilgi gösterdiğin oyuncak ise her zaman abinin elindeki oyuncak oluyor.. Tabi o sana vermek istemiyor, sen uzanıp almaya çalışıyorsun, o seni itekliyor, sen düşüp mızlıyorsun vs. vs..

Şu günlerde bir süredir şehir dışında olan dedeni özlüyorsun, evlerine gidince yatak odasını, banyoyu ve oturma odasını gezip “deddeeeee delllll” diye dedeni çağırıyorsun.

Ağzında 8 dişin var ve sen orda burada yerde ne bulursan kıtlıktan çıkmış gibi ağzına tepiyorsun.. Dün akşam baban abinin elindeki çikolatadan bir parça verince ağzına yıktın ortalaığı daha fazla yemek için için ama yemezler tatlım, daha çok küçüksün..

Saçlarını yakında keseceğiz, çok uzadılar ve terleyince kaşındırıyorlar gibi.. Ve arkadan Rahmetli Mehmet dedene öyle benziyorsun ki, şaşırmamak elde değil..

28 Haziran 2011

Ahvalimiz budur...


Sabah ofise uğramadan direk müşteriye gidecektim bu nedenle evde kahvaltı edecek vaktim vardı. Bu sayede sabah haber programı da izledim biraz..

Gördüğüm en can alıcı haber ise şuydu;

Türkiye'de GIDA SEKTÖRÜNDE SAHTECİLİK YAPAN tamı tamına 500.000 (yazıyla beş yüz bin) adet iş yeri olduğu düşünülüyormuş. (Gıdada sahtecilik derken mesela küflenmiş peynirleri eritip krem peynir yapanlar, zeytini boyayanlar, salçaya kiremit tozu katanlar, salam, sucuk ve sosis içine at eti, eşek eti, tavuk kemiği tozu katanlar vs vs..)

Buna karşın denetleme yapan 4.600 (yazıyla dört bin altı yüz) görevli varmış.

Yani denetçi başına yaklaşık 109 mekan düşüyor ki bu da ayda 20 iş günü çalıştıklarını varsayarsak günde 5,43 mekana gitmeleri, denetim yapmaları, zabıt tutmaları, gerekli kapatma-açma-mühürleme işlemlerini yapmaları anlamına geliyor. Tabi denetlenmesi gereken ama bu şerefsizlerin tersine sahtecilik yapmayıp alnının teri ile para kazanan diğer üretimhaneler-fabrikalar vs bu sayıya dahil bile değil...

Ahvalimizin ayinesidir bence... Yorum yok...

24 Haziran 2011

Yeşil'in Aslı'sı ile radyoda söyleşi...


‎24 Haziran (yarın) Cumartesi günü saat 16:00-17:00 saatleri arasında MüjdeFM de(89.6) Yeşil'in Aslı programının konuğu olacağım..

Program yapımcısı ve sunucusu Aslı Dede ile Profilo Organik Pazar'da tanıştık ve laf lafı açarken konu döndü dolaştı internette yazdığım yazılara, Annelerin Dünyası'na ve bu bloğa kadar geldi..

Aslı hanım "gelin radyoda konuşalım bunları" deyince hemen kabul ettim ben de..

Yarın bu saatlerde daha sağlıklı beslenmek ve çocuklarımı daha sağlıklı yetiştirmek için evde neler yaptığımı konuşacağız..

Beklerim efendim...

(Programın tekrarı Cuma günü sabah saat 11:00-12:00 arasında)

----------------------
Güncelleme 27.06.2011
Programın ses kaydını sağ taraftaki sütunda bularak dinleyebilirsiniz.

Ortaya yanar döner karışık...

Bugünlerde evdekiler, yapılanlar, yapılacaklar, tatil planları vs.. derken yine günlerdir yazamadığımın farkında olarak başımı öne eğiyor ve fekat bu kez söz veriyorum bu bloğu daha diri ve canlı tutacağıma...

İşte meraklısına küçük küçük notlar geçmiş günlerden :

** Sabah saat 6:30 suları, yer bizim yatak odası, Emre uyanmış, yanımıza gelmiş, bizim yatakta kuduruyor.. Yatağın başlığının üzerine çıkmış babasının üzerine atlıyor, babası "oğlum biraz da annene doğru atla" diyor haince.. Emre gözlerimin içine bakıp veriyor cevabını : "Annecim sen benim gözümün nurusun, ben sana atlamam, babama atlarım"... Eriyip bitiyorum, babamız susuyor, susuyor...

** Akşam yemeği niyetine ne verdiysem reddeden Emre'ye muz vermeyi önerdim. "Anne muzu maymunlar sever, ben maymun değilim" dedi... "Peki oğlum" diyebildim sadece...

** Eğer ben bir şehzade annesi olsaydım ve haremde yaşasaydık, bizim evdeki kuzular eminim haremin de altını üstüne getirir, kalfalara ve cariyelere koca sarayı dar ederlerdi.. Ne o öyle sus pus şehzadeler oturuyorlar orada burada saksı niyetine... Çocuk dediğin azar, kudurur... Şehzade bile olsa:-)
,
** Nihayet diyetisyene gitme cesaretini kendimde bulabildim ve başladım diyete.. İlk 4 haftada 4.3 kg verdim. Diyetisyenime göre iyi ama bana göre kötünün iyisi bir sonuç bu.. Yine de durmak yok yola devam...

23 Haziran 2011

Evde çiğ süt ile neler yapılabilir?


Aşağıdaki yazıyı Annelerin Dünyası için kaleme almıştım, bu aralar yine çokça soru alıyorum ve bir de burada yayınlıyorum o nedenle... Buradan buyurun lütfen, keyifli okumalar dilerim..
......

SÜT UYUYUNCA

Süt, kadınların ve dişi hayvanların yavrularını beslemek için memelerinden gelen, besin değeri yüksek beyaz sıvıdır. Ayrıca bazı bitkilerin türlü organlarında bulunan beyaz renkte öz suya ve erkek balığın tohumuna da süt denir.
İnsanoğlu 5000 yıldan beri süt içiyor. Bu konudaki ilk kanıtlar Dicle ve Fırat ırmakları arasında kurulan Sümer Uygarlığı’nın Ur kentinde bulunmuştur. Bir yaşam mucizesi diye nitelenebilecek kadar büyük besin değerine sahip olan sütün, insan yaşamındaki yeri insanlık tarihi kadar eskidir.
Yüzyıllardır sağlığa yararlı bir içecek olduğu söylenen sütün yararları uzmanlarca kanıtlanmıştır. Süt içerdiği bol tüm kalsiyum ve vitaminlerle birçok hastalığı önler, hatta tedavi eder. Bu yüzden uzmanlar, Sağlık açısından bol miktarda süt tüketilmesini öneriyorlar.
Sütün yararları elbette saymakla bitmez.. İnternetten bile kısacık bir araştırma yaparak sütten gelen bir çok iyiliğe ulaşabilirsiniz kolayca.. Örneğin;
Süt ;
Kemik erimesini önlerMikrobik enfeksiyonlara karşı etkilidirİshali tedavi ederMide rahatsızlıklarını giderirSindirim sistemini düzene sokarÜlseri önlerBeyine enerji verirDiş çürüklerini önlerKronik bronşiti önlerTansiyonu düşürürYağsız süt, kolestrolü düşürür
Kanserin önlenmesine yardımcı olur.
Bizlerin ise birer anne olarak görevimiz bebeklerimizi önce kendi sütümüzle, sonrasında ise dışarıdan satın alabileceğimiz “sağlıklı” süt ve süt ürünleri ile beslemektir.
Sağlıklı süt hangisidir? Sokak sütü mü? Pastörize süt mü?
Bu konuyla alakalı sayısız kaynak bulabilir ve okuyabilirsiniz. Sonrasında da içinizden gelen ne ise onu yapmanız tavsiye edilir.
Ben kendi adıma bu konuya fazlaca kafa yorarak, şu sayfadaki yazıya benzer belki yüzlerce yazı okuyarak(http://www.sutplatformu.com/Haberler/98-UHT-Kutu-Sut-Gerceklerini-Okumadan-Marketten-Kutu-Sut-Almayin.html) araştırarak, doktorumuzun görüşlerini alarak ve deneyerek pastörize edilmiş sütleri evime sokmamaya ve ”güvenilir” bir sütçüden “çiğ süt” alıp işlemeye başladım, Yaklaşık 3 senedir hem evimizin ihtiyacı olan tüm sütü bu sütçüden alıyorum, hem de süt ürünlerini evde kendim yapıyorum.
Öncelikle dediğim gibi ÇİĞ SÜT tüketiyorum. Çiğ sütü tabi mutlaka kaynatarak tüketmek gerekiyor. Aşağıda her hafta Cumartesi günü bizim evde tekrarlanan süt işleme yöntemlerimi dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Süt nasıl kaynatılır?
Çelik tencereye biraz temiz içme suyu konur, iyice çalkalanır ve dökülür. Bunu yaparsanız sütün altı tutmaz.. Sonra süt tencereye dökülür ve orta derecedeki ateşte kaynamaya bırakılır. (Annemden ve aile büyüklerimizden dinlediğim bir kocakarı inanışına göre sütü tencerede tek başına bırakıp giderseniz süt size küser ve tencereden ayrılmak ister ve tecrübeyle sabittir başında beklemezseniz muhakkak taşar.)
Sütün 2-3 dakika fokurdaması yeterlidir.. Sonrasında soğumaya bırakılır ama bu soğuma oda ısısında değil evin en serin yerinde olmalıdır ki kısa zamanda soğusun diye.. Süt açıkta ne kadar beklerse o kadar bakteri üretir zira..
Evde tereyağ nasıl yapılır?
Eğer sütünüz su katılmamış saf süt ise üzerinde hatırı sayılır miktarda kaymak birikecektir. Bu kaymağı ben iki şekilde kullanıyorum. Sütüm soğuduktan sonra üzerinde biriken kaymağı bir delikli kepçe ile alıp kahvaltılarda bal-kaymak ikilisi halinde tüketiyoruz ya da çocuklarımın kahvaltısını hazırlarken kullanıyorum.
Ya da haftada 8 litre süt kullandığımı düşünürseniz biriken kaymak bir kase dolusu olduğundan ve vaktim de var ise tereyağ yapıyorum. Şöyle ki; sütün üzerinde topladığım kaymağı önce buzdolabında birkaç saat bekletip soğutuyorum. Sonra bu kaynağı rondoya koyup üzerine büyükçe bir bardak dolusu oda sıcaklığında içme suyu ekleyip, rondoyu 10 dakika kadar çalıştırıyorum. Bu süre zarfında suyun içinde topaklanmaya başlayan tereyağı ile de tanışmış oluyorsunuz. Sonra rondodaki karışımı süzgeçten geçirip 10 dakika kadar bekletiyorum ve tel süzgecin üzerinde kalan tereyağ topaklarını buz gibi soğuk su ile yıkayıp hemen ardından temiz bir keseye yada tülbentin içine alıp elinizle sıkarak üzerindeki suyun tülbent tarafından çekilmesini sağlayın. İşte mis gibi ev yapımı tereyağınız hazır…
Yoğurt nasıl mayalanır?
Yoğurt mayalamak için emaye ya da çelik tencere veya borcam tencere veya cam kavanoz-saklama kabı kullanıyorum ben. Çeşitli kaynaklarda yoğurt mayalamak için doğru ısının 43-45 derece olduğu yazar. Eğer benim gibi mutfak termometresi kullanmıyor iseniz sütün yeteri kadar ısınıp ısınmadığını şöyle kontrol edebilirsiniz : Süte küçük parmağınızı batırınca yanmalı ama 10’a kadar sayarken de elinizi sütte tutabileceğiniz kadar ılık-sıcak olmalıdır sıcaklığı. Ancak dikkat edilecek bir konu daha var ki, eğer sütü ısıtacağınız kap ile mayalayacağınız kap aynı kap değil ise yani birinden diğerine aktarma yapacak iseniz, mayalamanın yapılacağı kabın sütü bir miktar soğutacağını dikkate alarak sütünüzü bir miktar fazla ısıtmalı, sonra da soğumasını aşama aşama kontrol ederek uygun sıcaklığa gelince mayalama işlemini yapmalısınız.
Sonra önceden buzdolabından çıkarılmış mayalık yoğurt -(sulu olması tercih edilir.) biraz kaç kaşık sıcak sütle karıştırılır ve süte eklenip 7-8 kez karıştırılır. Ben her hafta 3 litre sütten yoğurt yapıyorum, bu kadarına 2 yemek kaşığı dolusu yoğurt yetiyor.. Bu mayalık yoğurdun önceki mayaladığınızdan kalan bir yoğurt olması tercih sebebidir. Eğer ancak yoksa da market yoğurdu kullanmıyorum ben. Çünkü kıvamı böyle uzayan tuhaf bir yoğurt oluyor sonuçta.. Hiç mayalık yoğurdum yoksa (ki hep 1-2 kaşık ayırırım) probiyotik yoğurtların sadesi de kullanılabilir.
Yoğurdu mayalayınca hiç kımıldamadan duracağı evin ılık bir köşesine yere koyup, tencerenin kapağının altına bir havlu seriyorum hani pilav yapınca demlensin diye yaparız ya işte öyle.. Sonra kapağını kapatıp birkaç kat sarıp bırakıyorum uyusun diye.. Mayalama sonuna kadar hiç kıpırdatmıyorum.
yoğurt 4-5 saatte mayalanır. Fazla bekletirseniz sulanma olur. Bu süre sonunda yoğurdu sarsmadan açıyorum, en başta oldukça sulu gözüküyor. Sonra direk buzdolabına koyuyorum AĞZI AÇIK olarak… Buzdolabında sabaha kadar bekletip sonra
da kapağını kapatıp mis gibi kullanabilirsiniz Suyu da çekilmiş oluyor bu yöntemle… Bu arada yaptığım yoğurt market yoğurdu gibi taş gibi olmuyor diye dertlenen çok insan var ama gerçek yoğurt taş gibi olmaz.. Ha illa taş gibi olsun derseniz içine biraz süttozu katıp mayalayın derim ama ne gerek var. Gerçek yoğurt sulu olur.. Ve kısa zamanda da bozulur. Tıpkı gerçek süt gibi…
Bozulan süt ve yoğurt nasıl değerlendirilir?
Dediğim gibi ben haftada 8 litre çiğ süt kullanıyorum.. 5 litresi süt olarak, 3 litresi de yoğurt olarak. Bazen ikisinden de artıyor.. Yeni sütüm geldiğinde evde ne kadar kalmış süt yoğurt varsa hepsini aynı tencereye koyup, içine de ufak çay bardağının yarısı kadar sirke ekleyip kaynatıyorum ve bu karışım kesiliyor. 5 dakika kadar fokurdatıp sonra tel süzgeçten süzüyorum. İşte size muhteşem lezzetli bir lor peyniri.. Böreğe katın, ya da çocuğunuzun krebine ekleyin ya da zeytinyağı ile karıştırıp kızarmış ekmekle yiyin.. Ha bu arada lor peynirimi süzerken ortaya çıkan su var ya onu da sakın dökmeyin müthiş vitaminlidir. Hamur işlerinize koyun…
Kefir ?
Kefir, çok eski yıllardan beri Kafkasya’da, bugün ise tüm dünyada ticari maksatla imal edilen Kefir mayası yardımıyla yapılan köpüklü, koyu kıvamlı (yoğurt kıvamında), hafif ekşimsi bir içecektir. Kefirin gücünün bilinmesi ve isimlendirilmesi 18.yy başlarına kadar uzanır. Kefir tanelerinin Allah’ın Kuzey Kafkasyalı müslümanlara bir hediyesi olduğuna inanılır.
Çeşitli yayınlarda kefirin alerjik rahatsızlık, iştahsızlık, uykusuzluk, verem ve böbrek hastalıklarında, bronşit ve astımda, egzama tedavisinde, bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesinde kullanıldığı belirtilmektedir.
Evde kefir yapmak için öncelikle bir miktar süte ve canlı kefir mayasına ihtiyaç duyarsınız. Kefir mayası ticari maksatlı olarak satılabildiği gibi, üniversitelerin ilgili bölümlerinden edinilebilir ya da çevrenizde kefir yapan kişilerden kefir mayası alabilirsiniz.
Kefir mayasını edindikten sonra yapmanız gereken öncelikle sütünüzü kaynatıp soğutmaktır. Soğutmak derken serçe parmağınızın dayanabildiği sıcaklıktan bahsediyoruz. Daha sonra edindiğiniz kefir mayasını metal olmayan bir süzgeçten süzüp, ılık içme suyu ile yıkadıktan sonra ılıyan sütünüzün içine ekleyebilirsiniz. Mayalama işlemi için mümkün ise kapağı metal olmayan bir cam kavanoz uygun olabilir. Kavanozun kapağını sıkıca kapattıktan sonra kavanozu sarıp sarmalayıp oda sıcaklığında bir ortamda 24 saat kadar bekletmeniz gerekir. Sıcak yaz günlerinde ise 12 saat bekletmek mayalama için yeterlidir. Kefir ne kadar çok beklerse o kadar ekşir.
24 saatlik mayalama süresinin sonunda oluşan kefiri tüketmek için öncelikle kefir mayasından ayırmak gerekir. Bunun için ilk baştaki gibi metal olmayan bir süzgeçten süzüp, süzülen kefiri afiyetle içebilir, ailenizle paylaşabilirsiniz. Eğer elinizde kalan maya ile yeniden kefir mayalamayacak iseniz o zaman cam bir kavanoza kefir tanelerini alıp, üzerine süt ekleyip buzdolabında bekletmeniz önerilir. Kullanacağınız zaman yine süz-süt ekle-mayala şeklindeki döngü ile mis gibi taze kefir üretebilirsiniz.
Peki ya peynir ?
Bu anne kişisi maalesef henüz peynir yapmaya fırsat bulamadı. Merak edenler için internetten sayısız peynir tarifi bulunabilir. Ya da meraklısına Artun Ünsal’ın “Süt Uyuyunca – Türkiye Peynirleri” adlı kitabını önerebilirim..
Sağlıklı ve bol sütlü günler dilerim.
Yazıda kullanılan kaynaklar :
Süt Uyuyunca – Artun Ünsal

11 Mayıs 2011

Annelerin Dünyası yeniden yayında...


Duyan duymayan, bilen bilmeyen kalmasın lütfen.

ANNELERİN DÜNYASI yeniden yayında..

İçeriğimizi değiştirdik, kan tazeledik, başladık yeniden yazmaya..

Okumak için bir tık yeter...

Mayıs ayında dopdolu bir içerikle karşınızdayız..

İşte bazı yazılarımızdan örnek başlıklar :

Çocuk gelişiminde dönemler (2,5 yaş)
Çocuğum internette neler yapıyor ?
2011 yazında hamile olmak
Çocuğum yemek yemiyor
Yeni annenin sünnetle sınavı
Uzman gözüyle "çocuk ve ateş"


Her dem bekleriz efendim...


01 Nisan 2011

İdam Cezasını Destekliyorum !!!

Çocuklara tecavüz eden herkes çocukluğunda tecavüze uğramıştır. Çocuğunu döven herkes çocukluğunda dövülmüştür. Çocuklarına şiddet uygulayan bütün anne babalar muhakkak benzer bir çocukluk geçirmiştir. Bu çarkı bir yerde durdurmak mümkün değil mi? Barajlar, nükleer santrallar, dev binalar, otoyollar, metrolar yapılırken bütün bunları kullanacak insanların ruh sağlığı için doğru dürüst hiçbir projenin olmayışı?

Ensestin, çocuk tecavüzlerinin adını ağzına almayınca ortadan yok olacağını zannedenler, hiç değilse kendi çocukları için korkmalılar. Bir toplumun ruh sağlığı tam belinden çatırdadığı için önce kadınlar ve çocukların katledildiğini görmeliler.

Ece Temelkuran çok güzel yazmış, taının tamamı şurada..

Kendi adıma tek bir şey söylemek istiyorum, İDAM CEZASINI DESTEKLİYORUM..

-------------------------------------------------

Yalan; İnşaat boşluklarına müdavim adamın cebindeki bir avuç şekerdi

Bir eli ile sıkı sıkıya tutmuş
neye malolduğunu bilmediği şekerlerini
diğer eli ile örtmüş
çamura batmış etekliğini
Bu yüzden
asla şeker vermez bayramda
kapısını çalan çocuklara
ve gözleri yaşla dolar
nerde görse sıvasız bir bina..

1MK isimli sitedeki "Çocuk İstismarı" konulu kampanyada yayınlanmış olan bu şiiri sahibinin adı kendi isteği üzerine bende saklı kalmak şartıyla, özel izin ile yayınlıyorum..

30 Mart 2011

Bizim evden haberler...

Günlerdir hatta haftalardır yazamıyorum, önce blogspotun mahkeme kararıyla kapanmasını bahane ettim kendime sonra canım istemedi yazmayı.. Canım yazmak istediğinde ise acayip bir yoğunluğum oldu.. O nedenle hemen ortaya bir karışık yazı attırıp, aklımdakileri dökesim var...

Evdeki kuzular tam gaz büyüyorlar...

Emre oğlum kocaman bir adam oldu sanki.. 1,5 aydır ç.iş ve k.akasını kendi isteği ile tuvalete yapıyor. Şimdilik sadece geceleri bez bağlıyoruz, çünkü gece kaldırsak bile bir türlü yaptıramadık tuvaletini.. ama inanıyorum ki yavaş yavaş o da olacak.


Doktorumuzun tavsiyesi ile gittiğimiz göz muayenesinden büyük bir üzüntü ile çıktık. Emre paşam malesef 2,5 derece miyop çıktı. Doktor gözük yazdı 1,5 numara.. Önce çok üzüldük çünkü hiç beklemiyorduk ve tüm öğrenim hayatı boyunca gözlük takmak zorunda kalması açıkçası üzdü bizi.. ama ne yapalım, buna da alışıyoruz yavaş yavaş, tek derdimiz gözlük olsun.. Çok şükür başkaca bir sorunumuz yoktur.

Emre tahminimizden daha iyi kullanıyor gözlüğünü, en azından seviyor...


Erdem oğlum ise tam gaz büyüme telaşında şimdilerde..
Artık koltuklardan tutunup ayağa kalkıyor, yan yan yengeç gibi sıralıyor ve iki gündür de emekliyor. İki gündür diyorum çünkü önce emeklemesi sonra sıralaması gerekirken o bunun tam tersini yaptı. Hatta birkaç gündür tay tay duruyor. Dün akşam saydım 10 saniyeden fazla ayakta dıurdu hiç bir yere dokunmadan.

Çok tatlı çok ballı bir şey oldu.. Anne, baba, dede, mama diyor.. En sevdiği insan tabiki abisi.. Etrafta abisi varken kimseyi görmüyor gözü.. Kalabalıklarda bile abisini seçiyor..

Hani Mimar Sinan Şehzade Camii için "çıraklık eserim", Süleymaniye Cami için "kalfalık eserim", Selimiye Cami için de "ustalık eserim" dermiş ya, kendini çok bilmiş gören bu anne kişisi de benzer cümleler kurma haddini buluyor kendinde.. emre oğlum "çıraklık eserim", Erdem Oğlum ise "ustalık eserim"dir benim. Böyle biline... Aradaki kalfalık eserini es geçiyorum, 3. çocuğu düşünmüyoruz zira, Allah isteyene versin..

Erdem kuzum büyüyüp de kendi yatağı dar gelmeye başlayınca onu abisinin yatağına terfi ettirip, Emre'ye de Çilek Mobilya' nın araba şeklindeki yatağından almak istedik. Aslında bu fikri aklımıza annem soktu. Rahmetli babam yeğenim Yağız'a doğum günü hediyesi almıştı bu yataktan. Hep dermiş anneme büyüsün Emre'ye de alıcam diye.. aldık sonunda, dün geldi müthiş şirin oldu oğlumun odası..

Babacım nur içinde yatsın, ara ara geliyor kokusu burnuma, dalga dalga.. Artık gidip de sımsıkı sarılabileceğim bir babam yok düşüncesi çok ağır geliyor.. Çok özlüyorum babamı.. Aklıma geldiğinde hani derler ya burnumun direği sızlar diye işte aynen öyle oluyor.. İnanamıyorum gittiğine..
Şimdi adadaki evi açmaya hazırlanıyoruz hep beraber ama O'nsuz ada ne de boş olacak.. O evin her çivisinde babamın emeği var, sevgisi var.. Hatırlamamak elde değil..

Şimdi kim kullanılmayan şanzımanlı çamaşır makinası kazanlarının üzerini çakıl taşlarıyla kaplayıp, onu evin önüne saksı yapacak? Kim atılmış kurnaların içine yoncalar ekecek, sardunyalar ekecek? Meşhur erik ağacımıza dadanan çocukları kim kovalayacak ? Kim???



11 Mart 2011

1 TIK = 1 AŞI...



Türkiye'de önlenmiş olmasına rağmen dünyada halen var olan yeni doğan tetanozu diye bir hastalık varmış. Biz de yeni öğrendik Prima sayesinde..

1=1 kampanyası ile Prima Unicef’e bir aşı bedeli bağışlıyor, tabi ki bizlerin yardımlarıyla.

Facebook'taki Prima Dünyası sayfasına girip BEĞEN i tıklamanız yeterli,

1beğeni=1 hayat kurtaran aşı demek oluyormuş yani.

Facebook müdavimleri hergün neler neler beğenmiyorlar ki, bir tık da bunun için lütfen...




Bloguma Dokunma !!!

İnanılır gibi değil ama blogspot bloglarına günlerdir erişilemiyor. İnsanlar sürekli DNS adreslerini değiştirerek yazmaya/okumaya devam etmeye çalışıyorlar.
Kınıyorum kısaca..
Başka da sözüm yoktur...
Yakında taşınacağız, zamanı gelince bildireceğim.
Bir musibet bin nasihattan iyidir derler ya, bakalım yeni gelen günler neler getirecek..
Ne zamandır aklımdan geçenleri hayata geçiriyorum artık..
Dur bakalım herşey sıra ile..

18 Şubat 2011

Günün itirafı...

Dün itiraflarımı yazarken asıl bombayı unuttuğumu hatırladım.. İşte size iki çocuklu çılgın annenin bombası :

Erdem'e yanlışlıkla hamile kaldığım zaman diliminde kendimde şöyle bir değişim gözlemiştim : Yeni doğmuş bebeklere aval aval bakmalar, annelerini kıskanmalar, "of şimdi nasıl güzel süt kokuyordur bu yavrucak, şöyle kucağıma alıp bir göğsüme bastırsam" diye iç geçirmeler filan.. Sonra üzerine çattt diye hamile kalınca anladım ki o dönem vücudum hazırlamış kendini bu sürpriz gebeliğe...

Eeeee diyeceksiniz itiraf bunun neresinde? Önceki gün Muhteşem Yüzyılı seyrederken Hürrem'im oğlunu görünce ay bir kötü oldum, bir özlemişim yeni doğan bebekleri yarabbim.. alıp kucağıma içime sokasım, öpesim hatta bir temiz emziresim geldi...

Manyak mıyım neyim? Tövbe tövbeeeeeeeeeeee....

Hamiş : Yukarıdaki resim şuradan alıntıdır. İlk iki çocukları erkek olan annelerin üçüncü çocuklarının da erkek olma ihtimali %52'ymiş diye okudum bir yerlerde.. Yukarıdaki 3 korsanı görünce aklıma geldi nedense??''!!??!?!?!


17 Şubat 2011

İki çocuklu annenin itirafları...


Burcu yazmış, çocuklarımızla ilgili itiraflar yapıyomuşuz, beni kimse ebelemedi, sobelemedi ama onun yazdıklarını okuyunca itiraf edesim geldi.. Buyrun iki çocuklu annenin itirafnamesine :

Çocuk yapmadan önceki günlerimizi tam hatırlamamakla birlikte çok ama çok özlüyorum. O kadar çok gezer, o kadar çok şey yapardık ki, şimdi hepsi mazide tatlı birer anı gibi asılı kaldılar sanki.. İşin tuhafı çocuklar büyüyecekler, biz eski sosyalliğimize yavaştan da olsa geri dönebileceğiz gibi bir düşüncem hiç yok. Hayatım boyunca bu iki küçük kuzu ile sadece mecbur kaldıkça dışarı çıkarak evde hapis hayatı yaşayacakmışım gibi geliyor.

Çocuklarımın yola çıktıklarını gösteren idrar testi çubuklarına gözüm gibi bakıyorum, İngiltereden bir arkadaşımın hediye getirdiği şık yüzük saklama kutumun gizli gözünde saklıyorum.

Herkesin hamileliğini eşine söylediğinde olanlarla ilgili süper hikayeleri var ama benim yok. Emre'ye hamile olduğumu söylediğimde hatırlamıyorum bile ne dediğini, hadi ya falan gibi anlamsız laflar etmişti.. Sanki 13 aydır bu haberi bekleyen biz değildik. Erdem'e hamile olduğumu söylediğimde ise "yapma ya" demişti galiba, düşündükçe sinir oluyorum.. Çocuklarıma haksızlık gibi geliyor.

Emre'ye hamile iken internetten bir doğum videosu seyrettim (seyretmez olaydım) ve normal doğumdan soğudum. İki çocuğumu da epiduralli planlı sezeryanla doğurdum. Eşekler gibi pişmanım şimdi. Keşke Elif'i daha önce tanısaydım.

Yaşları Emre'ye akran olan tek çocuklu arkadaşlarımın çocuklarını düşündükçe ikinci çocuğu yaparak Emre'me ihanet ettiğim hissiyatına kapılıyorum.

Erdem'e "kaza kurşunu" ile hamile kaldığımdan kendimi salak gibi hissediyorum ve öncesinde yanlışlıkla hamile kaldıkları için küçümsediğim kadınların intikamı bu diye düşünüyorum. Ama aynı zamanda Erdem gibi bir mucizeye tanıklık ettiğim için de şükretmekten gözlerimden yaşlar geliyor genellikle..

"Mesleğimi değil ama çalışmayı seviyorum. Sabah evden çıkıp akşam gelmek iyi geliyor bana. Tam zamanlı anne olmayı becerebileceğime inanmıyorum, becerebilenlere şapka çıkarıyorum. Ve çalıştığım için zerre kadar vicdan azabı da duymuyorum. " demiş Burcu itiraf ederken, altına imzamı atasım geldi ...

Ve fekat çalışan annelerin vicdanlarını rahat ettirmek için çocuklarına sürekli oyuncak almalarını eleştirirdim eskiden ama galiba ben de bunu yapıyorum. İşyerimin karşısında bir avm olmasının dezavantajı büyük tabi.. Kendimi yaptığımın yanlış olduğuna dair telkin edeceğime de "ama o çocuk ve tek dünyası oyuncakları" gibi abuk fikirler de ürettiğim oluyor bazen.

Bazen iki çocuğun verdiği sıkıntı ve stresle başedemeyip Emreye karşı sesimi yükseltiyorum. Böyle durumlarda Emre hem niye böyle birşey yaptığımı anlamaya çalışıyor hem de ağlıyor genelde.. O zaman kendimden nefret ediyorum ve bu dünya güzeli iki evladı haketmediğini düşünüyorum.

Emre kardeşine karşı şiddet kullandığında onu en azından o sakinleşene ve Erdem'in ağlaması geçene kadar küçükten uzak tutmaya çalışıyorum. Bu esnada bazen el kol hareketlerim(tamamen Erdemi koruma refleksiyle sanırım) sertleşiyor ve birkaç kez Emre'yi iteklemiş gibi oldum bu sebeple. Düşündükçe içim eziliyor . Oysa Emrecik henüz çok küçük ve kardeşini kıskanıyor sadece..
Özellikle uykusuz gecelerde veya enerjimin tükendiğini hissettiğim yorgun günlerin sonlarında çocukların ikisi birden arıza çıkardıklarında, onlara kızmaktan kendimi alamıyorum ve "şimdi ikisini birden camdan atsam, sonra da ben atlasam" gibi abuk senaryolar geçiriyorum aklımdan.

Eğer Murph'nin benim gibi aralarında 2,5 yaş olan çocukları olsaydı şöyle kurallar üretirdi eminim : İki küçük çocuğunuz varsa ikisi birlikte ve tamamen arka arkaya... kusarlar , acıkırlar, uykuları gelir, kaka yaparlar, ağlarlar....

İşyerimde telefonda Emre'nin ya da Erdem'in ağlamasını duyduğumda kabıma sığamıyorum ve hemen o an yanlarına ışınlanıp, onları sarıp sarmalayıp susturmak istiyorum.

Bu kadar güzel çocuklar doğurduğuma hala inananmıyorum ve kendimle gurur duyuyorum. Bu güzel çocukları haketmek için hayatımın bir döneminde birine müthiş bir iyilik yapmış olmalıyım diye geçiriyorum içimden hep.

Of... yoruldum valla.. Bir solukta benden bu kadar.. Dileyen kendini sobelesin, yazsın-çizsin lütfen:-)))

14 Şubat 2011

Çocuğum yemek yemiyor-du...


Şimdi şu yukarıda görülen sıpa var ya, her öğün kendisine yemek yedirmeye çalışan her kim ise ona kök söktürür, ağzını açmamak, açtı ise ağzındaki yutmamak için binbir bahane ileri sürerdi..

Meğer çocuğumun İkea'ya gidesi varmış sevgili günlük.. Görüldüğü üzere hapur hupur götürüyor masadakiler... Tavuk kanat, brokoli, soğan halkaları...

Her yemek vakti avm avm gezip öyle mi beslesem ben bu kuzuyu bilemedim şimdi..

Şakan bir yana gerçekten bir savaş halinde geçer bizim öğünlerimiz. Bu videoda ise hem löp löp yiyor hem de kendisi yiyor yahu...

Sömestir tatili ve bir evde 4 çocuk...

Dün biten sömestir tatilinden faydalanarak çocukları biraraya getirelim dedik kardeşimle geçen hafta... Topladı kuzuları bize geldi, 2 gece kaldılar.. Aslında daha çok kalmalarını isterdim ama evdeki tansiyon akıllara ziyan verecek düzeydeydi.. Bir evde 4 çocuk düşünün, boy boy..

Yağız 8 yaşında..
Yağmur 37 aylık
Emre 34 aylık
Erdem 8 aylık


Her kafadan bir ses çıkıyordu, çok yorucu ama çok güzeldi bence.. Yine de karar verdik, küçükler büyüyene kadar bööyle bir çılgınlık yapmıycaz:-))))))))))))))



Evde en çok tekrarlanan replikler ise şöyleydi :

Yağız : Anneeeeeeeeeee, Emre bana vuruyo... Yeşil arabamı robot yap, robotumu araba yap... Acıktımmmmmm....

Yağmur : Emme bana vuduuuuu....Huuuuuuuuuuuuuu...... O benimmmmmmmmmmm.... Huuuuuuuuuuuuuuuuu....

Emre : Ama ama ama...... Huuuuuuuuuuuu... Kıyal neyde?

Filiz : Şşşşştttttttttt, yavaş olun çocuklar Erdem uyuyor...... Emmrreeeeee vurma diyorum sana Yağmur'a... Yağmurrrrrrrr kızım bağırmadan konuşsana tatlımmmmmmmmm... Yağızzzzzz televizyonun sesini kıs teyzecim, kafam şiştiiiiiiiiii...

Figen : Yağızzzzzz, şimdi arıyorum babanııııııı.... Emreeeeeeee vurma kızıma........

Yazın adadaki halimizi düşünemiyorum ben... Kreş gibi olacak ev...

09 Şubat 2011

Hıncal Uluç'tan nefret ediyorum...

Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir.

1,5 yaşındaki bir bebeğin ölmüş annesine dil uzatan Hıncal Uluç'tan nefret ediyorum.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mehtap Erel yazmış aşağıdaki yazıyı, eline, yüreğine sağlık çok da güzel yazmış...

''Defne Joy Foster’ın Oğlu Can’a Mektup''

''Bir şeyi ilk nasıl öğrenirseniz hep öyle hatırlarsınız. Bu yüzden, üzerinden defalarca “geçilmiş” ve “görülmüş” gündem konularından yazmamayı tercih ediyorum. O konuda ya ilk gün yazacaksın, baktın “çiğnendi” duracaksın.

Sen “görmeyeceksin” o haberi. Kimi okur senin durumu umursamadığını düşünür kimi konu hakkında çok radikal fikirlerin olduğu için görüşünü kendine sakladığını. Oysa basit bir şekilde, duruyorsundur sadece…
Ama şişersin…

Defne Joy Foster’ın ölümü hakkında o kadar çok yazıldı ki bir ben bir de Diyanet İşleri Başkanlığı kaldı açıklama yapmayan. Bu noktada ben (Diyaneti bilemem) topa girmemeyi tercih ettim çünkü eğitimim öyle. Yani hala Yenal’la çalışıyor olsak bana “çok görüldü o” derdi. O yüzden bu yazıyı rahatsız bir şekilde yazıyorum ama size değil. Defne’nin oğlu Can’a…

Sevgili Can,

Başka problemimiz, sıkıntımız yokmuş gibi, memleket oturdu, babanın ilerde sana annenin ölümünü nasıl izah edeceğini, düşünüyor. İyi ya da kötü annen hakkında yazılan yazıları, ilerde büyüdüğünde internetten annenin adını “google”layıp okuduğunda neler hissedeceğin “çok önemli mevzu” bazılarımız için.
İşin ilginci bunu mevzu kabul edip senin için dertlendiğini iddia edenler annen hakkında en biçimsiz yazıları yazanlar.

Hepsini boşver ve bir tek benim yazımı oku.

Oğlum bak, ben de anneyim ve senin anneni hiç tanımadım, bir kez olsun yan yana gelmedim.
Uzaktan iyi niyetli ve neşeli bir insana benziyordu. Güler yüzlüydü ve şakacıydı. Hareketliydi, kimi zaman hızlı konuşuyordu ve saçları sürekli kabarıktı. Bu ona sevimli ve biraz da çocuksu bir hava veriyordu.
Senin annen sana hamile kalan, seni 9 ay karnında taşıyan, doğuran, emziren, altındaki bezi değiştiren, popondaki kakaları yıkayan kadın.

Senin annen sağ elinin işaret parmağıyla senin dudaklarını aralayıp çıkmak üzere olan dişin var mı diye bakan, henüz dişin gelmediği halde eczaneye girdiğinde sana diş kaşıyıcı oyuncak alan kadın.
Senin annen sen gazını çıkaramayıp ağladığında seni kucağında gezdiren, sırtını okşayan, sen “pırt” yaptığında da sanki dünyanın en müthiş şeyine şahit olmuş gibi gülümseyen kadın.

Senin annen sen gece acıktığın için ağladığında, kan uykusundan uyanıp, seni kucağına alıp memesini ağzına veren ve emzirmekten yara olmuş göğüs uçları acısa da seni beslemeye devam eden kadın.

Bir gece sen hastalandın aniden, ateşin çıktı ve annen bekledi baş ucunda. Elinde ateş ölçer, sabaha kadar yarım saatte bir ateşini ölçtü, alnını sildi serin bezlerle.

Popon piştiğinde ise o kremledi poponu en iyi kremlerle. Hatta o ay almak istediği bir ayakkabı vardı ama almadı. Çünkü zor bulunan ve çok hızlı tedavi eden yabancı bir pişik kremi vardı, çok da pahalıydı, o ay durum biraz sıkışıktı. Annen sana pişik kremi aldı. Ve biliyor musun
Can, o ayakkabıyı alamamayı hiç umursamadı.

Can, ben senin anneni hiç tanımadım ama ben anneyim, benim de oğlum var. O yüzden sana bir anne, bir erkek annesi olarak şunu diyorum:

Seni bir tek bunlar ilgilendiriyor yavrum, bunun dışındakiler değil.

Annenin özel hayatında ne yapıp ne yapmadığı sen dahil kimsenin işi değil. Bu sadece babanı ilgilendiren bir konu anneannen, babaannen bile yorum yapamazlar annen hakkında. O yüzden gazetelerden 20 sene sonra sana ulaşmaya çalışan “vicdansız” bir takım insanlara hiç aldırma.

Çünkü oğlum inan bana, şu anda ortamlara ahlak dersi vermeye çalışan o insanlar var ya, onlar daha ahlaklı değil.

Can biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki yavrum, torunu yaşında kızlarla fingirdeyen yaşlı dedeler, adına sübyancılık denen durumu “sweetheart” deyip müesseseleştirdiler. Şimdi topluma “doğru neymiş yanlış ne olurmuş” annen üzerinden o dedeler anlatıyor, boşver…

Bu ülkede ünlü olmak isteyen yazarlar memelerini açmadan bir yerlere gelemiyor, yazı işleri müdürleri ile gönül eğlendirmeyenlerin yaptığı işler gazetelerde manşet olmuyor, üniversitede hocasının köpeğine bakmayan asistanlık bulamıyor, bulsa da hocayı bulamıyor çünkü hoca devletten “danışmanlık” kovalamaya çalışırken okula uğramıyor.

Bu ülkede hala organlarını satan insanlar var ve geçenlerde de Hizbullahçılar (bak bunu google’la işte) serbest kaldılar, aramızda dolaşıyorlar, her an birimizin kolunu bacağını bağlayıp canlı canlı gömebilirler.
Bu ülkede herhangi bir sabah programını aç, hiç ummayacağın bir yaşlı teyzeyi “emmim beni düttü, sonra ben muhtarla oynaştım, sonra bunu bizim küçük gelin görmüş, o da kaynıma söylemiş, kaynım da bizim gelini düttü, sonrada kocamı kömürlükte ölü bulduk” gibi yaşamlarını “bakkaldan iki kilo şeker aldım” der gibi anlattığı bir ülke.

Bu ülkede Can, 6 aylık bebeğe tecavüz eden sapıklar var. Bu ülke internette arama motorlarında “çocuk pornosu” nu en çok aratan ilk üç ülkeden biri.

Annenle ilgili yazılar yazan bazı insanlar bunlar burada yaşanmıyormuş gibi davranıyor ve ne olduğunu bilmeden ölmüş bir kadının ardından kusuyor.

Sen üzüleceksen eğer Can, neye üzül biliyor musun yavrum?

Annen hiçbir zaman seni okula götürüp akşam çıkışta seni kapıda bekleyemedi. Karneni görüp sana bisiklet hediye edemedi. Öğretmenler toplantısında senin için “yaramaz” diyen suratsız öğretmenle tartışamadı. Çok istediğin oyuncak seti için “önce matematik notların düzelsin bakalım” diye pazarlık yapamadı seninle. Sen kız arkadaşını alıp geldiğinde güler yüz gösterip kız gittikten sonra “koca popoluymuş bu” diyemedi sana.

Sünnetini, mezuniyetini, mürüvvetini göremeden gitti.

Sen üzüleceksen eğer düğün gününde karından sonra, üzerinde smokin, annenle bir dans edemeyeceğin için üzül.

Kucağında bebeğin, gözlerinde yaş, “bak babannesi” diyemediğin için. Bunlara üzül yavrum istediğin gibi, bu senin hakkın.

Ama annen bekar bir arkadaşının evine gitti diye üzülme. Çünkü o belki de lohusalık sıkıntılarını henüz üzerinden atamamış, belki depresyonda, belki mutsuz genç bir kadındı. Bir hata yaptı, bu kısmı seni ilgilendirmez.

Senin annen sana bakarken hayatında daha güzel başka hiçbir şey görmediğini düşünen, mutluluktan gözleri dolan başka bir kadın.

Sen üzüleceksen o gözlere doyamadığın için üzül, bu senin hakkın.

Ve babana dört elle sarıl, sahip çık, sev.

Baban bu zor günlerinde, sadece annenin acısıyla ya da senin için endişelenmekle kalmadı, bir de “reytink” kokusu alan leş kargalarına kulak tıkamak zorunda kaldı.

Gerisi seni ilgilendirmez.

Bizi de….''

Mehtap Erel
05.02.2011

04 Şubat 2011

Sinemaya ve/veya tiyatroya gitmek istiyorum


İlk oğlum doğduğundan beri ne sinemaya ne de tiyatroya gidemedim ben, biz hatta... Son seyrettiğimiz sinema filmi Büyü idi.. Son gittiğimiz tiyatro oyununu hatırlamıyorum bile..Düşünün artık gerisini...

Oysa vizyonda ne kadar güzel filmler var :

SANCTUM... Sualtı görüntüleri bol bir 3d filmi.. Yani 3 boyutlu gözlüklerle seyredilecek.. Ne sahneler vardır kimbilir denizaltının muhteşemliğini gösteren...

THE TREE.. Bir aile ve sevgi filmi.. Babalarını kaybeden bir ailenin, babalarının ruhunun bir ağaçta yaşadığına inanmalarını konu ediyor.. Sıcak ve naif..

AŞK TESADÜFLERİ SEVER... Bence son 50 hatta 100 yılın en tatlı jönünden içinizi ısıtacak bir aşk filmi.. Gülmek bir adama bu kadar mı yakışır yahu??? (Sevgili duymasın aman:-D)

Ha bir de eskiden yaptığım gibi Devlet tiyatrolarına sezonluk kombine bilet alıp, sonra oyundan birkaç gün önce bir telefonla ilk 5 sıradan rezervasyon yaptırıp tiyatroya gidesim var.. Ama ille de sevgili ile birlikte ve ille de AKM'nin önündeki kestaneciden bir avuç dolusu kestane aldıktan sonra tabi:-))))

01 Şubat 2011

Misket Pasta'da şeker gibi bir gün...

Dün Misket Pasta Atölyesine davetliydik biz. Kurabiye ve pasta yapma etkinliği düzenlemişler. Çocuk çombalak oldukça kalabalık ve gürültülü bir gün oldu. Çok keyif aldık.. Emre ile ilk kez böyle bir etkinliğe katıldık ve çok mutlu olduk. Gitmeden Özden ve güzel gözlü oğlu Can'ı da aramış ve davet etmiştik, onlar da geldiler.. Güzel geçen günümüzden kalanlar ise aşağıdaki gülümseten kareler ve yaptığımız kurabiyeleri evdekilerle paylaşma anlarımızdı..








Fazla söze gerek yok, görüldüğü üzere çok "şeker" bir gün geçirdik.

24 Ocak 2011

Nebulizatör neymiş öğrenmiş olduk...

Bu hayatta her şey ama her şey insanlar için sahiden be günlük.. Allahım o ne kabustu öyle.. Evde hasta çocuklarla olmak, ama onların dertlerine çare olamamak, çareyi ilaçlarda, oksijen maskelerinde aramak nasıl da acıtıyor insanın içini..

Cuma günü hastalık dereceleri kötüleşen kuzuları tekrar doktora götürdüm ve sonrasında da iyi ki götürmüşüm dedim.

Erdem oğlum minik kuzum benim ya, o daha zor atlatıyor tabi.. Bir kere ilaç başlamadık ona. Ama bronşiolit olmasını da engelleyemedik. Genetik yatkınlık dedi doktorumuz, kuzeninin de allerjik bronşit olduğunu bildiği için.. Eve nebulizatör satın aldık. Günde 4-5 kez, oksijen desteği ile birlikte ilaçlı bir karışım veriyorum yavruma. İlaçlı karışım dediğim de bildiğimiz astım ilacı.. Şakası yok yani.. Doktorumuza göre virüs tetiklemiş ve akciğerindeki hava boşluklarında daralmaya sebep olmuş.. Allerjik bir durum ama tehlikeli sonuçta..



Hele Erdem'in oksijen maskesini takınca ortaya çıkan sakin, halsiz ve karşı koymaz halleri mahvediyor beni.. Allah beterinden saklasın...


Pazar günü de saat 3 e kadar halsiz ve yorgun olan kuzum o saatlerdeki uykusundan uyanınca, günlerdir ilk kez gülümsedi ya, işte o an bir yandan salya sümük ağlayarak, bir yandan şükrederek sımsıkı bağrıma bastım kuzumu..


Emre'min boğazındaki enfeksiyon ilerlediği ve sıklıkla tekrarlayan yüksek ateş yaptığı için antibiyotiğe başladık haliyle.. Emre oğlum 33 aylık ve bu ikinci antibiyotik alışımız..

Cumartesi günü Emre o kadar halsiz ve ateşli idi ki bütün gün sürekli yattı, parmağını bile oynatacak enerjisi yoktu yavrumun. Hastalıktan göz altlarında halkalar oluştu..

Başladığımız antibiyotik neyse ki işe yaradı ve akşam 8 den sonra biraz biraz kendine geldi ve oyun oynamaya başlayabildi. Halen feci şekilde öksürüyor ve boğazının ağrıdığını söylüyor. Bence tahriş oldu artık boğazı.. Nasıl olmasın ki... Elimden geldiğince bitkisel destekle yumuşatmaya çalışıyoruz boğazını, özellikle ballı bitki çayı ile.. Şimdi daha iyice..

İlaç tedavilerimiz ve Erdem'in hava desteği devam edecek bir süre daha. Allah beterinden saklasın ama çok zormuş anne olmak be günlük, onlar hasta iken elimizden birşey gelmemesi çok zormuş. Allahım bu dünya üzerindeki her yavruyu anasına babasına bağışla, sağlıkla...

20 Ocak 2011

Hastayım, hastasın, hasta...

Yok böyle bir hastalık furyası... İki oğlum ve ben korkunç derecede hastayız günlerdir. Aslında bu bizim eve girip de üçümüzü birden esir alan 3. grip bu kış. Güya grip aşısı oldum bir de... Ama önceki hastalıkları hep ayakta atlattık. Bu fena..

Emre oğlum dün ilk kez boğazının ağrıdığını söyledi ve gösterdi. Keyfi yerinde olmakla birlikte biraz halsiz ve durgundu. Burnu akmıyor ama öksürüyordu.. Bugün sabah uyandığında ateşi vardı. Calpol verdik düştü, bir saat kadar önce yeniden çıkmış. Bu kez Dolven verdiler evdekiler... Evdekiler diyorum çünkü ben ofisteyim..

Erdem oülum ise önceki gece ateşlendi, ölçtük, 38,5 ti, biraz soyduk, bekledik düşmedi, Calpol verdik mecburen. Dün çok salya sümük ve mızmızdı haliyle..

Dün öğlen iki kuzuyu birden alıp doktora gittik apar topar. Feci bir salgın varmış. Beni bile muayene etti doktorumuz, bana da antibiyotik verdi. Emre'ye ise bir balgam sökücü efervesan tablet verdi ve vitaminini balık yağı ile değiştirdi. Küçük Erdem kuzuma ise ilaç yok, anne sütü yeter ona dedi her zamanki gibi.. Dün gece yine ateşlenmişti küçük kuzum, soyup bekledik önce ama ateşi düşmeyince Calpol verdik mecburen. Bugün öğlen gibi yeniden ateşlenmiş Dolven vermiş bakıcımız.

Ben ise iki hasta minik adamın arasında yalnız ve hastayım. Yalnızım çünkü babacık 24 Ocaktaki büyük proje geçişleri için çok çalışıyor ortalama gece birde geliyor eve.. O gelene kadar babaanne bizimle neyseki.. Gerçi varlığı sadece Emreyi Erdem'den uzak tutmaya yetiyor ama bu bile büyük lütuf benim için yalnızken.

Ve çokkkkkkkk hastayım, yorgunum ve uykusuzum. Bu hastalık için dinlenmeden geçmez derler ya, ben dinlenmek bir kenara, rutin uykumu uyuyamıyorum ki. 3 gecedir toplamda 8-10 saat uyku ile duruyorum ve artık tükenmek üzereyim. Kuzulardan bana sıra gelmiyor ki.. antibiyotik umarım işe yarar. Öksürüğüm, burun akıntım, halsizliğim, kısılmış sesim ve ağrıyan boğazımla üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum.

Annem hep "aman çocuklar hasta olmasın onların yerine ben hasta olayım" derdi, şimdi anlıyorum onu. Çocukların hastalığı kabus gibi.. O küçücük bedenleri öksürükle sarsılırken, ateş içinde yanarken ya da gözleri sulu, burunları salya sümük bir medet umar gibi gözlerime bakıp da mızıldarken, ben de eriyorum sanki onlarla birlikte.. Allah hiç kimseyi yavrusuyla sınamasın derler ya, büyük laf o.. İnsanın evladına çare olamaması ne acı veriyor, hastalık grip bile olsa..

Allah beterinden korusun..
Yavrularımızı sağlıkla bizlere bağışlasın Tanrım...amin.................

18 Ocak 2011

Gitmeli buralardan...


Adanın annesi Çiğdem mimlemiş beni. Henüz haberim oldu. Konu çok kolay ve çok eğlenceli.. Görmek istediğim 3 yer...

Tam da damarıma bastın Çiğdemcim, teşekkür ederim. Ama ben bu konuda 3 değil 333 yer sayabilirim sana.. Malum, kuzuların doğumundan önce kapı gıcırtısını bahane edip gezer tozardık sevgiliyle beraber. Şimdi hafta sonu bir yemeğe gitmek için bile 5 kez düşünmek gerekiyor..

Ama geçecek bu günler... Alıcaz kuzuları yanımıza, gezicez yine dağ tepe demeden..

Neyse sulandırmayalım mimi, hemen yazıyorum ailk aklıma gelenleri..

1- Doğu ve Güneydoğu Anadolu (GAP turu, çocuklardan önce kısmet olmadı ama bir gün mutlaka)
2- Antakya civarı
3- Konya (Özellikle Şeb-i Aruz zamanı)
4- Kars-Ardahan (Sevgilinin memleketi)
5- İtalya (B en gördüm ama sevgiliyle gitmek lazım)
6- Disneyland-ABD (Çocuklarla gitmek lazım)
7- .............

Ben özellikle kimseye değil de isteyenlere göndereyim bunu, çok zevkliymiş..

Tepedeki resimde Emre kuzum sabah gezmesinde.. Yer: Samsun sahili.. 2010 yazı..