26 Mart 2007

Gitmek...

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız ''kalk gidelim'',
öbür yanımız "otur'' diyor.
''Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki.. .
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardır ;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar. Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel

21 Mart 2007

Doğum günü hediyem...



Benim doğum günüm Ağustos'ta.. Ama geçen hafta çok şirin bir doğumgünü hediyesi aldım.. Ofisteki arkadaşlarım Berijr, Ağustos ayında aldığı hediyemi önce haftalarca kütüphanesinde unutmuş, sonra da ofisteki çekmecesinde saklamış. Saklamış derken, oldukça nevi şahsına münhasır bir kişilik olan Berijr'cım çok utanır hediye almaktan ve vermekten filan.. Bir türlü verememişti bana hediyemi.. Ben de kızmıştım kendisine aslında, çünkü birisini doğumgününde hediye alacak kadar önemsiyorsan, sana zor da gelse bu hediyeyi ona vermelisin dimi?

Neyse.. Sonuçta 7 ay sonra da olsa yukarıda gördüğünüz kediciklerime kavuştum.. Çok şirinler değil mi? Ben çok beğendim.. Paylaşmak istedim..


19 Mart 2007

...33...

Profilime girip bakarsanız Google hesabına göre 33 yaşında olduğumu görürsünüz.. Ben hep yıl hesabı yapıp 34 bulduğum için yaşımı (Lütfn doğduğumuz gün 1 yaşında mıyız muhabbetine girmeyelim) üzülüyordum.. Hala bir çocuk sahibi olamadığımız için bu gidişle bebeğin doğumu 35 e sarkarsa amniyosentez yapmaları gerekirse, ya düşük yaparsam ve bebeğimi kaybedersem diye paranoya yapıyordum bir süredir.. Demek ki hala vaktim var...

Bu aralar çok mu düşünüyorum bu konuyu ? Evet..
Manyak mıyım ? Evet...
Bunca uğraşmaya hala hamile kalamadım mı? Hayır...

Çekilebilirsiniz.. Bu günlük bu kadar...

Yorgunummmm dostlarım.......


Gelini ata bindirmişler “ya nasip ya kısmet” demiş derler ya.. İşte bizim hafta sonu tatilimizde aynen bu şekilde son buldu.. Cumartesi günü tüm gün Yağızcığımla vakit geçireceğim, Pazar günü de evde tembellik diye düşünürken olaylar çok farklı gelişti..

Cuma günü işten biraz erken kaytarıp, doğru annemlere gittim ve hasret giderdik sanki.. Hakan da geldikten sonra yemeğimizi yedik ve zaten zor zaptettiğimiz Yağız efendi kek yapalım diye tutturdu.. Ve birlikte kek yaptık tontişimle..

Sonra Yağızın babaannesinin rahatsızlığını duyup, ertesi günkü tüm planlarımızı iptal ettik. Çünkü sabah Figen ile Yağız’ın dönmeleri gerekiyordu.

Cumartesi sabahı erkenden kalkıp poğaça yapmak geldi içimden.. Tabi Yağız dururmu, birlikte yaptık poğaçaları.. Kahvaltının hemen sonrasında ise hep beraber Yağızın babaannesine gidip geçmiş olsun dedik ve vedalaştık minik canavarımla..

Hakan ile hava da güzel diyerek Eminönü’ne gittik. Biz çok severiz oaralarda gezmeyi.. Alışveriş yapmayı J Çok abartmamakla birlikte gezdik ve iskeleye kadar yürüdük ki orada benim aklıma balık-ekmek olayı düştü.. Vapuru beklerken yarımşar ekmek arası soğanlı ve bol yeşillikli ızgara balıklarımızı yiyiverdik. Çok eğlenceliydi doğrusu.. Ama eve geldiğimizde ikimiz de yorgunluktan bayılmak üzereydik.. Hemen bir çay demleyip, DVD'ye Çetin Tekindor ve Vahide Gördüm’ün başrollerini paylaştıkları İlk Aşk adlı duygusal bir filmi takıp seyrettik.. Tabi sonra açıktık yeniden ve yemek yemeğe üst kata Hakan’ın annesine çıkıverdik.. Laf aramızda bu altlı üstlü oturma durumları çok avantajlı oluyor böyle durumlarda.. Neyse lafı fazla uzatmayalım, yemekten sonra eve geldik tam banyolar yapıldı ve daha geceden Pazar günü için hayal edilen tembelliğe dalış yapılmıştı ki, Hakancığımın halası aradı ve müsaitsek amcalarla Pazar günü bize gelmek istediklerini söylediler.. Tabiki buyrun dedik.. İlk kez geliyorlar evimize amcalar.. Ama tabi bu demek olduki bizim Pazar günü hayallerimiz kuş olup uçtular.. Pazar günü erken kalkıp yemekti, temizlikti, hazırlıklar yapıldı. Misafirlerimiz için bir de tatlı-pasta arası birşey yaptım.. Yoğun ama güzel bir gündü sonunda.. Şimdi nasıl mıyım? Yorgunnnnnnnnnnn....

16 Mart 2007

Beşiktaş pazarı günlerimiz...


Biz eskiden yani henüz kardeşim de ben de evlenmeden önce Cumartesi günlerini iple çeker, kahvaltıdan sonra da kendimizi evimize çok yakın olan Beşiktaş Pazarına atardık. Bazen annem de gelirli bizimle.. Elimizdeki tüm parayı harcayıp, saatlerce yayıla yayıla alışveriş yapar, gerekli gereksiz ama hepsi çok ucuza alınmış birsürü poşetlerle yorgun argın eve dönerdik. Pazara giderken yürümüşsek bile dönüşte yorgunluktan mutlaka taksiye biner, evde yemek için de taze simit alırdık. Eve dönünce ilk iş bir çay koyup, biraz dinlenip, mutlaka koca bir tabak patates kızartıp, çay-simit-patates üçlüsünün dayanılmaz hafifliğine (!) bırakırdık kendimizi. Sonra pazarın kritiği yapar, aldıklarımızı dener, bir dahaki pazar ziyaretimiz için plan bile yapardık.

Şimdi niye geldi bunlar aklıma ? Çünkü bu akşam iş çıkışı anneme gidicez, Figen'ler de orda olacaklar. Yarın pazara gidemesek bile oldukça keyifli bir gün geçireceğimizi düşlüyorum. Hem sanırım annemleri ve evi de özledim. Babam annemi de alıp adaya kaçmadan önce 1 geceliğine de olsa orada kalmak istiyorum..

Herşeyden önce bütün gün Yağız ile birlikte olacağız.. Muhtemelen, Yağız ile birlikte bol çikolatalı bir kek yapıp, arkasından mecburen bir de banyo keyfi yapacağız.. Beyimiz aklı fikri hep muzurlukta olduğu için çok seviyor kek yapmayı benimle birlikte:-)) Benim de canıma minnet tabi:-)

Yani keyifli bir hafta sonu bizi bekliyor diye umut ediyorum.. Bakalım şansımıza ne çıkacak?

(Sitemi okuyan çok az kiş olduğunu biliyorum ama yine de okuyan herkese keyifli günler dilerim..)

14 Mart 2007

Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplumsal uzlaşma...

"Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkemizde derin kaygılar uyandırmaktadır. Zira, ülkemizin birliğini ve ulusumuzun bütünlüğünü temsil eden Cumhurbaşkanının toplumsal uzlaşma ile değil, dayatma ile seçilmesine çalışılmaktadır.

Cumhuriyetimiz, devletimiz ve tüm yurttaşlarımız ile barışık, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş, dürüst, demokrat ve laik bir kişinin Cumhurbaşkanlığı makamına toplumsal uzlaşmayla seçilmesini savunuyoruz.

Bu nedenle, tüm demokratik kuruluşlarımızı ve duyarlı yurttaşlarımızı toplumsal uzlaşmaya dayalı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi hedefi doğrultusunda tavır almaya ve güç birliğine davet ediyoruz."

diyen ODTÜ Mezunları Derneği - www.toplumsaluzlasma.org grubunu desteklemek için siz de kurdela takın...

Çayır çimen geze geze...


Yağmur yağan her yerde topraktan kendi kendine çıkmış çimenler görülebilir. Bahçe çimi gibi dekoratif ve düzgün yapıda olmasalar da dünyanın dörtte birine yakını çimenlerle kaplıdır. Dünyada tabiatın bu kadar bol bahşettiği başka bir bitki yok gibidir. Çimen tabiatta, yerde biten otların genel adıdır. Yaklaşık 7 bin cinsi vardır. Çimgillere şekerkamışı, bambu, pirinç, buğday, darı ve yulaf da dahildir, yani çimgillerin bir kısmı gıda maddesi olarak tüketilmektedir. Zamanımızda çim denilince evlerin bahçelerinde ve spor alanlarında bulunan ve biraz da sosyal statüyü gösteren, ekimi ve bakımı özen isteyen özel bitkiler anlaşılıyor. Tabiattaki çimler kendi kendilerine büyürler, yağmurla gelişirler ama bahçelerdeki çimleri yeşil tutabilmek için sulamanın yanında boylarını da sık sık kesmek gerekir. Özellikle makine ile kesilen çimlerden etrafa hoş bir koku yayılır. Diğer bitkilerde olduğu gibi çimlere de yeşil rengi veren, fotosentez işleminin yapılmasını sağlayan, klorofil denilen pigmentlerdir. Bitkilerdeki klorofilin moleküler yapısını kandaki hemoglobinin yapısı ile benzerlik taşır. Aradaki fark hemoglobindeki demirin yerine klorofilde magnezyumun bulunmasıdır. Bu tip moleküler yapıya sahip elementlerin bir ortak özelliği de hava ile temas ettiklerinde keskin bir koku yaymalarıdır. Kesilen çimden yayılan kokunun nedeni de açığa çıkan ve hava ile temasa geçen klorofil pigmentleridir.

Not : Mail ile geldi,kaynak bilinmiyor.

10 Mart 2007

10 Mart:-)


Safiye benim Kanada'da yaşayan dostum.. Aslında dostumuz demeliyim çünkü o hem benim hem de Figen'in en iyi dostlarımızdan biridir. Onunla tanışmamız Figen ile aynı kursa gittikleri günlere rastlıyor.. Kurstan eve gelip, tvde çizgi film seyredişleri dün gibi aklımdadır.. Kendisi aynı zamanda babamın 3. kızıdır. Hatta o kadar kardeş gibiyiz ki evlenirken enişte bey (Sedat) onu babamdan istedi.. Biz ailecek onu çok severiz..
Şimdi hayat şartları bizi birbirimizden çokkk uzak diyarlara sürüklemiş olsa bile, kalbimizhep onunladır. Sevgili Safiye'nin bugün doğumgünü.. Bugüne kadar hep kart yollamak, mail atmak şeklinde kutlamıştım doğumgününü.. Bu yıl ise malum ben de bir blog sahibi olaraktan ve Safiye'nin de beni buradan izlediği bildiğim için, değişiklik yapayım dedim..

Sevgili arkadaşım, kardeşim, nice mutlu yıllara... İyiki doğdun, iyiki seni tanıdım.. Yeni yaşında daha mutlu, daha huzurlu, daha zayıf :-), daha çocuklu ve bize daha bir yakın olursun inşallah.. Temmuz'da burada olacağın günleri iple çekiyorum. Seni çok seviyoruz ve özlüyoruz..
Filiz, Figen, Yağız...

07 Mart 2007

Yıldız...


Yıldız benim en eski dostum diyebilirim. Ortaokulda aynı sınıftaydık onunla.. Önce o sarılık olduğu için uzun süre görüşemedik ama okula dönünce yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez olmuştur.. Ortaokul mezuniyet töreninde, ailelerimizle gittiğimiz pikniklerde, onlarda veya bizde kaldığımız eğlenceli gecelerde, Yedikule’de, Kınalıada’da, lisede, dershanede, sahaflar çarşısında, açıkhavada Sezen Aksu konserlerinde, üniversite dönüşü İstanbul’da hep birlikteydik zaten.. Liseye giderken rahmetli Cemal Amca’yı Kınalıada yazlık kiralamak için ikna edince de yıllarca yaz aylarında da hep dip dibe beraber olmuştuk.. Sonra bir nedenden ötürü birkaç yıl görüşmedik.. Ve ben o yıllarda aynen şimdi olduğu gibi onun doğum gününde hep onu düşünür, acaba şimdi ne yapıyor diye merak ederdim.. Tekrar görüşmeye başladıktan sonra karşılıklı olarak aynı şeyleri düşündüğümüzü anlatınca birbirimize, şaşırmıştık... Ben onun doğumgününde onu, o benim doğumgünümde beni düşünüyorduk..

Sonra bir gün Yıldız işyerimden beni aradı ve kaldığımız yerden başladık.. Dostluk dediğimiz şey eğer araya giren yollara-yıllara rağmen karşılaştığınız anda bıraktığımız yerden başlamak değil midir zaten?

Bugün Yıldız’ın doğumgünü.. Nice mutlu yıllara sevgili dostum.. Yeni yaşında daha mutlu, daha sağlıklı, daha bol çocuklu olmanı diliyorum tüm kalbimle.. İyi ki varsın.. Son zamanlarda evler, evlilikler, eşler, çocuklar araya girerek bir parça uzak düşürdüyse de bizi farketmez değil mi? Biz ilk karşılaştığımız gün yine kaldığımız yerden başlayabilecek kadar iyi birer dostuz birbirimize...
(Not : Sen aslında frezya seversin biliyorum ama şimdilik bununla idare edersin değilmi:-)

05 Mart 2007

Yazın Safiye geliyorrrrrrr........

Safiyecim canım mail atmış bana, ancak okuyabildim.. Yine gözümden süzülen iki damla yaşa engel olamadım. Öyle güzel şeyler yazmışki canım dostum ta Kanada'lardan.. Yine çok özlediğimi hissettim onu.. İçim burkuldu yine.. Ama güzel haberi sona saklamış.. Temmuzda gelecekmiş hem de 1,5 ay için.. 2 sene önceki gelişinde birtürlü denk getiripte söyle uzunca bir süre birlikte olamamıştık... İnşallah bu yaz biraz olsun hasret gidereceğiz.

Yazın Safiye geldiğinde adaya gitsek.. Ben, Hakan, Safiye, Figen, Yağız ve Nejat... Sabah erken kalkıp onlara patatesli omlet yapsam, sonra denize giderken yanımıza içine patates kızartması koyduğumuz sandviçlerimizi alsak, Yağızın peşinde koşmaktan çok yorulsak, güneşten kızarsak, akşam üzeri kek yapıp çayla yesek, ekmek almak için çarşıya gitsek, şamfıstığı ve çok şeker alıp dönsek, akşam yemeğine babam ızgarasını yaksa ve bize mangalda sucuk yapsa, rakımızı açsak, Safiye'ye ilk rakı içiren kişinin babam olduğu günleri yad ederek, annemin zeytinyağlı barbunyası eşiliğinde yemeğimizi yesek, Safiye ve Figen birer bahane bulup, sofrayı toplamaktan da kaçsalar, bisikletle ada turuna çıksak, külahta dondurma yesek, çok yorulsak, gece bahçede çekirdek çitleyip, kabuklarını yere savursak... Ne dersin Saf'ım var mısın?

Evim evim güzel evim...

Taşındık ve en sonunda oldu.. Artık kendi evimizde oturuyoruz.. Evimiz çok şirin oldu.. İçime sindi.. Yakında birkaç resim ekleyeceğim buraya...