03 Ağustos 2007

Tatil...


İki gündür çektiğim migren ağrımdan dolayı şu anda gözümün önünde yıldızlar uçuşsa da şunun çok net farkındayım ki tatile sadece 3,5 saat kaldı...


Dönüşte bol bol fotoğraf ile paylaşmayı umuyorum yaşadıklarımı...


Şimdilik hoşçakalın... Kendinize iyi davranın...


31 Temmuz 2007

Ortaya karışık...

* Cuma akşamı Funda’ya bebiş görmeye gittik Elvan ile birlikte.. Aslı Nur hanım yaklaşık 22 gün önce geldi dünyaya.. Pek şirin, pek pembe, pek yumoş.. Misler gibi cennet kokuyor ve hep uyuyordu.. Hayran kaldık, büyülendik.. İyi dileklerde bulunduk, kokladık, öpmeye kıyamadık ve döndük.

* Cumartesi sabah erkenden kalkıp O.nunla birlikte ev işine giriştik. Arada ben Yağıza bir kek yaptım. Sonra karşıya geçtik, Figen’le buluştuk, doktora gittik, Figen’imin karnındaki 4 haftalık mercimeği gördüm ultrasonda.. İlk kez canlı bir bebeği izledim bu şekilde.. Bizim bebiş hiç yerinde durmadan hareket ediyor.. Minicik daha ve kımıl kımıl.. Cinsiyetini yine göstermedi.

* Yağız’ımı gördüm, çok yaramaz bir günündeydi.


* Tatile 77 saat kaldı...

* Akşam bizim şirketin bağlı olduğu holding’in 50. kuruluş yıldönümü partisi vardı. Biraz istemeyerek gittik ama ortam ve ambians çok güzeldi. Yemekler süperdi ve asıl süper olanı Sertap Erener’di. Canlı performansı gerçekten muhteşemdi..

* Sonra Safiyeyi ve annesini aldık, bize geçtik. Gece üçte yatıp ertesi günü onikide uyandık. Çok tembel, çok zevkli ve çok geveze bir gündü.. Yemek olayını abartıp Safiyenin özlediği yemeklerden yapalım dedim. Ortaya kısır, mercimek köftesi, kabaklı ve havuçlu börek, hindistan cevizli kurabiye çıktı.. Hepsinden yedik yedik.. Şiştik...

* Gece birde mecburen yattık.. Cumartesi sabah görüşmek üzere deyip vedalaştık..


* Tatile 77 saat kaldı...

* Cuma akşamı itibariyle tatile çıkıyorum. Listemi hazırlamaya başladım bile.. Çok yemek yapıcam, Yağız ile yüzücem, bol bol fotoğraf çekicem...

* Güzel ve Dahi programını nihayet yayından kaldırmışlar. Bravo RTÜK, kedi olalı bir fare tuttu sonunda.

* Ayşe Arman Doğu Karadeniz yaylarına tatile gitmiş. Pazar günkü yazısında Pokut Yaylasını anlatıyordu. Çok kıskandım ve o günlerimizi andım.
* Tatile 77 saat kaldı...





* Ekim ayından itibaren O.nunla birlikte hafta sonlarında müzeleri/sarayları/ tarihi yerleri gezmeye karar verdik. Kendi küçük İstanbul gezilerimizi yapacağız.. Küçük bir araştırma yaptım, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Miniatürk, Santralİstanbul, Arkeoloji Müzesi, Beylerbeyi Sarayı gibi sayısız yer var gezmeyi bekleyen.. Bol bol fotoğraf çekmeyi de hedefliyorum tabi..




* O.nun yeni işyerindeki arkadaşları tüplü dalış yapıyorlar. Ben de iki kez deneme dalışı yapmış ve mest olmuştum evlenmeden önce.. Gelecek sene biz de gidelim dedi O. İnanamadım kulaklarıma.. Seneye tüple dalış olayını ele alıp, balıkadam brövemi almayı planlıyorum şimdiden.



* Sabah öyle zor uyandım ki, yukarıdaki karikatürdeki olayı yaşamak istedim.


* Tatile 77 saat kaldı...

30 Temmuz 2007

Cumhurbaşkanını Jüri Seçecek...

Referanduma giderse öyle gözüküyor... Seçer efendim... Niye seçmesin... Bu halk erovizyonda Ali Rıza Binboğa'yı seçmedi mi? Cumhurbaşkanını da seçer elbet... Popstar yarışmasında Bayhan'ı haftalarca oyları ile bir numaraya taşımadı mı? Taşıdı... Karpuzun iyisini hoplatarak, zıplatarak ve şapşaplıyarak pıt diye anlayan sevgili halkım, yıl boyunca kelek karpuz yese de seçmesini iyi bilir kardeşim... Buz dansı yarışmasında Hülya Avşar junior olarak aynı ses tonu ile hayatımıza duhul eden Tuba kardeşimize oy yağdırmadılar mı? Cumhurbaşkanına da oy yağdırırlar elbet... Tamam, düğüm atılmış iple oy kullanan yegane demokrasi olma şerefini taşıyor olabiliriz... (sistem çöyle çalışıyor : okuma yazma bilmeyen sevgili demokrasi aşığı vatandaşım, parti proğramlarını ve adayları incelemiştir ve sıra oy atmaya gelmiştir. Ama sandık başında oy pusulasında nereye evet mührünü basacaktır? işte düğüm atılmış ip bu sırada yardıma yetişir. Önceden aşiret reisi veya yerel parti temsilcisi tarafından düğüm atılmış iptir bu... Eğer ipin ucunu oy pusulasının sonuna denk getirirseniz düğüm oy pusulasında malum partinin tam üzerine gelmektedir. Demokrasi tutkunu vatandaşım büyük bir özgüvenle basar, evet mührünü düğümüm hizasına denk gelen partinin evet hanesine...) İpli demokrasi olur mu demeyin... Bana seçkin aydın ayakları yapmayın, yemem... Meydanlarda ip kavgası yapınca demokrasi oluyor da iş mührü ipe göre basmaya gelince mi demokrasi sorgulanıyor. Boşanmaların yüzde kırkları geçtiği ülkemizde eşini doğru seçen halkım, cumhurbaşkanınında iyisini seçer kardeşim... On kere üst üste Demireli seçmedi mi? Sonracıma aynı sene Demirele yasak getiren anayasayı da seçmedi mi? Firdevs'i seçti yahu Firdevs'i... Bosna için toplanan yardım parasının veremeyen Erbakan'ı... Mavi gözlü diye Dalan'ı, doktor diye Sözen'i, ağzı bozuk diye Tayyip'i seçmedi mi? Semranım'ı da seçti bu halk unutmayın... Rahmetli oğlunu da... Bittabi Reha Muhtar'ı seçti senelerce... En seksi erkek olarak Ahmet Mete Işıkara'yı seçtiği gibi cumhurbaşkanını da seçer elbet...Banker kastelliyi bir numara yaptığı gibi, tan gazetesine milyonlar sattırdığı gibi, Manukyanı vergi rekortmeni yaptığı gibi, Murat 124 arabayı en çok satan araba yaptığı gibi seçer EvvelAllah... Benim halkım seçmesini bilir çok şükür... Onlara güvenim tam... Cumhurbaşkanı Orduya başkomutanlık yapacaksa da gider en doğru ismi bulur getirir oraya... Mehmet Ali Ağca da olur, Uzan'ın babası da olur, Fatih Ürek de olur... Yok deve demeyin, burası Türkiye...

Sen iste elbet bir yol bulunur... Sen iste her şey çok güzel oluuuuuur...



Hamiş : Sevgili Elvan arkadaşımdan mail ile geldi. Yazının altında " Gani Müjde - Penguen - 12 temmuz 2007" yazıyordu, gerçi derginin internet sitesinde bulamadım yazıyı ama yayınlamamış da olabilirler.

27 Temmuz 2007

Tatilim geldi...


En sonunda olan oldu.. Tatilim geldi..
Gelecek hafta bugün bu saatlerde, şimdiki gibi günleri değil saatleri sayıyor olacağım tatile çıkmak için. Tabi gidilecek yer malum. Ev aldık, borcumuz var, O.nun da izni yok bu sene ve ben annemlere yazlığa gideceğim adaya.. Figen ile Yağız da gelecekler. Koca bir hafta tontişimle beraber olacağım, yüzeceğim.. Tabi bir de Safiye var. Eski günleri anıp, yiyip içip yatacağız...
Gel tatil gel...
Gel tatil gel...
Gel tatil gel... gel.... gel...

25 Temmuz 2007

Kahpe Kader...

Hayat bazen ne de hoyrat davranır bazı insanlara? Hele de ülkemizde kadınsanız, doğulu iseniz sanki daha da zorlar sınırlarını.. İnsanoğlunun yaşayabileceği acıların, sıkıntıların, dertlerin sınırını bilmek ister bazen kader.. Kahpe kader deriz tabi böylesine...

Düşünün şimdi, kadınsınız, Urfa’da yaşıyorsunuz, çat pat derdinizi ifade edecek kadar Türkçe biliyorsunuz.. Kimbilir nasıl evlendirilmişsiniz ve kimbilir kaç yaşında.. Kimse anlatmamışki size doğum kontrolü diye birşeyi, kimselere şikayet edememişsiniz bu yüzden doğurdunuz 6 çocuğu ve olmayan rızıklarının hesabını.. Eşiniz, eriniz, efendiniz olmuş. İki göz odada 8 nüfus hasbel kader yaşarken eşiniz iş ararmış hep güya.. Ama aynı zamanda hastaymışsınız da.. Sık sık hastaneye yatıp tedavi olmanız gerekiyormuş. Bu yüzden okula gidebilen çocukların öğretmenleri hep şikayet ederlermiş sizden.. Çocuklarınızın üstü başı kir içinde, aç açık gezerlermiş ortada.. Yokmuş ki paranız fazlasına. Sağolsun konu komşu yardım edermiş arada.. Akmasa da damlıyormuş elindekileri paylaşmak isteyen iyi niyetli insanların yardımları.. Mesela birileri hiç bilmediğiniz sadece duyduğunuz bir yardım ağı kurmuşlar internet ne ise işte orada.. Günün birinde uzaktan ta İstanbullardan bir mektup gelmiş küçük kızınıza.. Hani okula yeni başlayana Nazlı’ya.. Kısa saçlı, kömür gözlü, henüz okumayı bile çözememiş olan küçük kıza.. Birisi diyormuş ki öğretmenine gönderdiği mektubunda “Merhaba Nazlı, kardeşim olur musun ?”

O günden sonra Nazlı kız daha çok sever olmuş okulu, öğretmenini.. O zamana kadar okumayı sökmek konusunda oldukça isteksiz ve verimsiz iken birden asılmış derslerine.. Öyle ki öğretmeni bile teşekkür etmiş bir mektupla taaa İstanbullardan yazan ve üç-beş yardım etmeye çalışan ablaya.

Sonra günler aylar yıllar geçmiş, Nazlı’nın babası, kocanız, eriniz, sizi ve 6 çocuğunu terk edip başka bir kadına, muhtemelen de sizden daha genç bir kadına gitmiş.. 6 çocukla devam etmek zorundaymışsınız hayat meşgalesine.. Ama artık daha zormuş.. Kirada oturduğunuz evin üç kuruşluk kirası bile fazla geldiğinden başka bir mahalleye, daha kötü ama daha ucuz kirası olan bir eve taşınmak zorunda olmuşsunuz.. Mahalle değiştirince tabi Nazlı da çok sevdiği öğretmeninden ayrılıp yeni evine yakın bir okula gitmek zorunda kalmış.. Ama hiç sevememiş yeni okulunu nedense..

Günler bu şekilde geçip giderken bir gün aniden ve acımasızca trafik canavarı denen şeyle tanışmışsınız. 7 yaşındaki minik yavrunuzun (Nazlı kızın küçüğü olanı) minicik bedenini kara toprağa teslim etmek zorunda kalmışsınız.. Evlat acısı çökmüş yüreğinize bu kez.. Hepsinden farklıymış bu seferki.. Artık ne sinir krizleri ne de önceki hastalığınız haber vermez olmuş çat kapı girerken hayatınıza fütursuzca...

Bu arada okul adresi değiştiği için İstanbuldaki ablanın mektupları elinize ulaşmaz olmuş. Neyseki eski öğretmenin yardımıyla yeni ev adresi bildirilmiş İstanbullu ablaya.. O da 1 sene boyunca defalarca mektup göndermesine rağmen ulaşamıyormuş meğer kimseciklere.. Neyse ki İstanbullu abla son bir mektup yazmış ev adreslerine ve belki kaybetmişlerdir diye telefon-adres vs. tüm bilgilerini yeniden vermiş. Böylece yeniden haberleşmeye başlamışlar.

(Ama aldığı kötü haber çok üzmüş İstanbullu ablayı.. Duyduğundan beri her aklına geldiğinde yüreğinde sızı, gözünde bir damla yaş beliriyormuş aniden.. Ne zamandır aksattığı bir iş gelmiş aklına. www.kardesinisec.com adlı siteden bahsetmek istemiş günlüğünde.. Belki başka ablalar da başka kardeşleri bulurlar el yordamıyla ve sevindirirler diye.)

16 Temmuz 2007

Çekirdek Harekatı...




Manisa Belediyesi ve Tema Vakfı birlikte enteresan bir proje geliştirmişler.. İnsanların yedikleri mevyaların çekirdeklerini doğaya bırakmaları durumunda, bu mevya çekirdeklerinin değerlendirilebileceğini, ülkemizin ağaçlanmasına bir nebze de olsa katkıda bulunabileceğimize dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Çok mantıklı geldi bana da.. Benim de çorbada tuzum bulunsun istedim. Belki bizim biriktirdiğimiz çekirdekleri öyle havadan falan doğaya bırakamayız ama, gittiğimiz yeşillik alanlarda vs.. toprağa serpip, ufak bir ihtimal de olsa bir ağacın yeşermesine sebep olabiliriz..

Ne güzel olur değil mi?

Hamiş : Bu bilgi bana nereden mi geldi ? Sevgili Pınar arkadaşım mail atmış sağolsun..

11 Temmuz 2007

Vişne likörü...


Önceki yazılarımdan birinde bahsettiğin vişne likörünü nasıl yaptımı sormuş Gülçin.. Bir süre önce birileri daha istemişlerdi ama ben unutmuştum.. Şimdi karşınızda Vişne Likörü .....

2-2,5 kg. Kadar vişne
1 kg. Şeker
3 çubuk tarçın
ufak ir parça zencefil
15 adet karanfil
1-1,5 litre kaliteli votka (Ben Rusyadan getirdiğim votkayı kullanmıştım..)
1 çay bardağı kadar Yunan konyağı (eğer bulabilirseniz)


Vişneler güzelce yıkanır, sapları atılır, süzgeçte iyice süzdürülür. Bir kürdan yardımıyla çekirdekleri çıkarılır. (Çekirdeklerini çıkarma kısmı biraz uzun sürüyor, bana O. yardım etmişti.) Tarçın çubukları, karanfil ve zencefil bir tülbent parçası ya da tül parçası içine konur ve ağzı sıkıca bağlanır. Elde edilen çekirdeksiz vişne, tarçın-karanfil-zencefil bohçası ve şeker büyük bir cam kavanoza (ben turşu için olanlardan almıştım) konur, ağzı sıkıca kapatılır, bir kaç dakika kuvvetlice sallayarak şekerin kısmen erimesi sağlanır. Sonra bu kavanozu güneş gören bir cam önü gibi bir yere bırakıyoruz ve 2 ay boyunca hafta bir gidip birkaç dakika sallayıp bırakıyoruz.

2 ay sonunda vişnelerimiz olmuşlardır. Vişnenin suyu, tanelerinden ayrılır ve iyice süzülür. Sonra bu suyun içine istediğiniz kadar votka ekleyerek likörümüzü yapmış oluyoruz. Ekleyeceğiniz votka miktarını yukarıda tahmini yazdım, votkanızın sertliğine, vişnelerin sulanma oranına ve en önemlisi de damak tadınıza göre miktarı değiştirebilirsiniz. Bu yüzden votka ile vişne suyunu kontrollü bir şekilde birbirine karıştırmakta, arada bir tadına bakmakta fayda var.

Hazırladığınız vişne likörünü ağzı kapalı bir şişelerde veya kavanozda buzdolabında saklamanızı öneririm. Servis yaparken de küçük likör bardaklarında, her bardağa kalan vişne tanelerinden 1 tane ekleyerek sunabilirsiniz.

Annemlerin adadaki mahalleden komşuları Alis teyze (kendisi yemekleriyle ünlüdür) eğer bulabilirsem 1 çay bardağı kadar Yunan konyağı da ekleyebileceğimi, çok nefis olacağını söylemişti ama ben bulamamıştım.. Yine de içen herkesin çok beğendiği bir likör oldu.. Özellikle Türk kahvesinin yanında sunumu müthiş oluyor..

Kalan vişneleri ise ayrı bir cam kavanoza koyup, dolapta saklayabilirsiniz. Kek, puding, tart gibi hamur işlerinde çok güzel oluyorlar.

Hamiş : Gülçin'cim bahçe vişnelerini çok kıskandım... Tüketemeyeceğiniz kadar çoksa ben de isterem :-) Afiyet olsun..

10 Temmuz 2007

Güzel ve Dahi...


Baştan sona mizansendir değil mi? Bu ülkenin en büyük 3 şehrinde yetişmiş, lise / kolej / üniversite mezunu / öğrencisi kızlarımızın bu kadar sığ, bu kadar genel kültürden uzak, bu kadar aptal olabilmeleri mümkün müdür? Yarışma formatı böyledir değil mi? O kızlar bu kadar boş olamazlar zira...

Anladığınız gibi Güzel ve Dahi adlı yeni uyduruk yarışma programından bahsediyorum. Cumartesi akşamı Figen’lede zaplarken yakaladık.. Yaşları 18-20 olan cicili bicili ama mutlaka derin dekolteli güzel kızlarımız, yanlarında da üniversitelerin ille de mühendislik bölümlerinden mezun ya da halen öğrenci erkekler.. Çiftler halinde yarışıyorlar..

Format şöyle kızlar aptallar, eğitilecekler, erkekler de vücut geliştirecekler..

Önce kızlarımıza “Karede kaç köşe vardır? “ gibi bir soru soruyorlar sonra da ekranda çeşitli ünlülerin resimlerini gösterip, kim olduğunu soruyorlar ve 15 sn. boyunca ondan bahsetmesini istiyorlar.. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor..

Pavvorotti’ye Bill Gates diyen,
Kenan Evren’i tanımayan,
Bülent Ecevit’in adını hatırlamayan, partisine DYP diyen,
Semra Özal’ın kocası için ünlü biriydi diyen,
Elvis Presley’in Eurovizyon yarışması birincisi sanan, adını bile bilmeyen,
Adolf Hitler’in adını kopya alarak bile söyleyemeyen,
Süleyman Demirel’in yaptığı görevleri bilmeyen,

kızlarımız herkesi şok ettiler sanırım. Güldük yine ağlanacak halimize.. Bizim ortamdaki en anlamlı tepki ise (kardeşim) Figen’den geldi.. Yağız (yeğenim 4 yaşında) da mı böyle olacak büyüyünce dedi?

Tabi ki hayır... Yüzbin kere hayır.. Allah aşkına arkadaşlar, hangimiz Pavvorotti’yi, Kenan Evren’i, Bülent Ecevit’i, Elvis Presley’i kitaplardan ya da okuldan öğrendik ki? Bu kişiler şimdiki zamanda yaşayan herkesin öğrenmesi bile demiyorum bilmesi gereken şahsiyetler değil mi? Hangi okulda hangi öğretmen anlatabilir ki Elvis Presley’in Eurovizyon yarışması birincisi olmadığını, hangi okul kitabında yazar Pavarotti’nin müziği? Bunlar öğrenilmez, bilinir.. Ve bu genel kültür değildir, çok basitçe çevremize bakarak, görerek, izleyerek bilinir..

Şimdi siz yukarıda verdiğim cevapları veren kızlarımızın er ya da geç anne olacakları zamanı düşünün? Kabus gibi değil mi?

Çok utanç verici, çok yazık, çok günah..

Sadece o kızları değil, asıl onları bu hale gelmesine bir şekilde seyirci kalmış olan aileleri yargılamak lazım öncelikle.. Yazık değil mi bu çocuklara, yazık değil mi onlardan türeyecek yeni nesile? Yazık değil mi iki eli kanda olsa, yiyecek ekmeği olmasa da “Aman yavrum bilsin, öğrensin, bir yerlere gelsin” diye kendini parçalayan nice aileye ve onların “kültürlü” çocuklarına?

Neymiş ? Çocuğunuzu daha ana sınıfından başlayarak özel okullara, kolejlere, paralı üniversitelere göndermek iş değilmiş arkadaşlar.. Önemli olan onlara dünyanın onların etrafında dönmediğini göstermek ve kendi kurdukları sabun köpüğüne benzeyen ve dış dünya ile ilişkisi olmayan o sihirli küreden çekip çıkarabilmekmiş.

Onun için Figen’cim, sen hiç merak etme, Yağız büyüyünce onlar gibi olmayacak...

29 Haziran 2007

Benim hala umudum var...

Yağmur yağmadan şemsiye açıp dolaşmanın bir anlamı yok.
Düşmeden ağlamanın.
Bütün iplerini elinden tutamazsın hayatın.
Bırak olacağına varsın...
-----------
Dualarım kabul oldu sanırım, korktuğum test sonuçlandı ve sonuç mükemmel. Dolayısıyla daha iyiyim, daha da önemlisi başlıkta da yazdığım gibi umudumu yitirmedim, yitirmeyeceğim. Bir şeyi çok istersen mutlaka olurmuş diyor ya herkes... Hatta Mevlana bile :
-------------
Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünür gülistan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun.
-----------------
diyor ne de olsa ...
----------
Şimdi dikenlik değil, gülistan olma zamanıdır ey gönlüm..
-----------
Hamiş : Teşekkürler Handan..

26 Haziran 2007

Dua ediyorum...


Bazen istemesek de hatta aklımızdan geçirmesek bile başımıza öyle olaylar gelirki, olayın tam göbeğinde iken bile inanamayız yaşadıklarımızın bizim başımıza geldiğine.. Şaşkın, üzgün, korkmuş ve biraz da yenilmiş hissederiz kendimizi böyle zamanlarda..

Oysa hep insanoğlunun kendine ve sevdiklerine konduramadığı ama aslında olağan süreçlerdir bunlar.. Sonuçta herşey insanlar için değil midir bu dünyada? Yine de düşünemeyiz o kadar derinden, şaşırır kalırız öylece..

İşte öyle bir süreç yaşıyoruz ve yarın sabah yaşanacak olaylardan sonra bu saatlerde kafamızdaki soru işaretlerinin büyük bir kısmı aydınlanmış olacaklar.. Hayatımızda yepyeni bir döneme giriyor olacağız.. Sonuç ne olur, istediklerimizi elde edebilir miyiz bilmiyorum henüz.. Sadece dua ediyorum... Allahım sen yardım et ne olur...

TipiTip

Bizim kuşağın çocuklarının mutlaka hatırlayacakları kahramanlardır biridir TipiTip. Kendisi sadece bir ciklet kahramanı olmasına rağmen, mesela benim kafamda çok yer etmiştir. Bir kere çok naif ve kibardır, centilmen ve iyi niyetlidir kendileri..


Tabi benim için TipiTip'in bir diğer anlamı daha var. Rahmetli anneanemi her bayram yepyeni bir mendile sardığı bayram harçlığımızın yanında verdiği hediyedir o. Hiç unutamam açık mavi kapaklı büyük gardrobunun sol kapağını açar, içinde mendil demetleri hazırlanmış olan çekmeceden çıkarırdı hediyemizi.. Tipitip sakızlarını tek tek değil, büyük kutusu ile toptan alırdı ki her istediğimizde yok demesin diye sanırım.

Biz yine de şanslı bir nesildik sanırım, bilgisayar oyunlarımız, internetimiz yoktu ama iyi niyetli ve şirin kahramanlarımız vardı cikletten çıkan.. Tüketim toplumunda yetişen yeni nesil gibi onlarca ciklet markası arasından seçim yapamazdık ve cikletler oyuncak hediyeli de olmazdı ama yine de çok eğlenceli bir işti sıcak öğleden sonralarında mahalle aralarında ciklet çiğnemek ve yakartop oynamak...

25 Haziran 2007

Motivasyon...


Sevgili günlük,

Uzun zamandır blog işini serdiğimin farkındayım ama biliyorsun, çok hasta idim, kendime gelmem zaman aldı. Halen de fırt fırt burnumu çekip, selpak ile dolaşıyorum ama olsun en azından hastalık psikolojisinden yırtmış durumdayım.

Geçen hafta hayli zor geçti biliyorsun. Pazartesi günü çok önemli işler nedeniyle sürünerekten işe gelip, akşamına da mesaiye kalınca, Salı günü yataktan kalkamadım tabi..Çarşamba tekrar iş başıydı derken Cuma akşam üzeri hafta sonu nasıl yapsam da dinlensem, ama kursa da gitmem lazım diye kara kara düşünürken, akşam 5 te kurstan gelen bir telefonla günüm aydınlandı resmen. Hafta içi yapmaları gereken upgrade işini beceremedikleri için hafta sonu ders yapılmayacak demezler mi? Çok sevindim tabi, hemen planlar yapıldı, Figen, Nejat ile Yağız da adaya geleceklerdi veeee Cumartesi sabahtan ver elini Kınalıada...

Tabi evde sadece annemle babam da yoktu. Misafirler vardı habersiz gelen.. Kuzenim, kızı ve diğer kuzenimin 2 kızı.. Gerçi kızların en küçüğü lise öğrencisi, diğerleri üniversitede okuyor ama bayağı kalabalıktık anlayacağın.. Pazar günü de diğer kuzen kızı ve eşi geldi, olduk mu evde 12 büyük ve bir Yağız .... Cümbür cemaat kalabalık ama eğlenceliydi. Yorucuydu.. Fiziksel olarak çok ama çok yorulup, beynen müthiş dinlendik. Dün akşam 9 çeyrek gibi eve geldik, Heroes’u seyrettik ve direk yattık.. O derece yorulmuşuz yani..

Yeni doğan her gün yeni olaylara gebedir sevgili günlük.. Önümüzdeki günlerin telaşına ve seyrine dalmadan önce ciddi şekilde motive olmam gerekiyordu ve oldum.. Detaylar yakında...

Hamiş : Şu anda kuşluk vakti mevyalarımı yiyorum, adadaki bahçeden kayısı topladık.. Herbiri yumurtadan büyük ve bal gibi.. Vişne ağacımız ise bu sene pek verimli değildi, toplasan 1 kg vişne olgunlaşmış, onları da annemde bıraktım reçel yapsın diye.. Maalesef bu sene evde vişne likörünü bahçe vişnesi ile yapamayacağım. Çünkü o kadar çok müdavimi varki ev likörümün, nereden baksanız 4-5 kg. vişne lazım bana. Pazardan alıcaz artık...

18 Haziran 2007

Hastayım...


İş gel, kursa git, misafir ağırla, ev işi vs. vs. derken sonunda vücudum neredeyse 10 gündür iflas etmiş durumda. 10 Haziran Pazar gününden beri hastayım. Yoğun baş ağrısı ile başladı, kırgınlık, boğaz ağrısı, öksürük şeklinde devam ediyordu. Üç gündür de inanılmaz bir hapşırık, burun akıntısı, yüksek ateş vs.. Şu an ofisteyim ama zorunluluktan, ilk fırsatta gidip evde dinleneceğim. Annemi istiyorum, battaniye altında uykuya dalmak istiyorum, tavuk suyuna tel şehriye çorbası istiyorum :(((

08 Haziran 2007

Sigarayı nasıl bıraktım ?

Sigarayı bıraktım ben.. Hem de tam 5 yıl 2 ay 9 gün once.. Hem de tam 10 yıl boyunca aktif bir sigara içicisi olduktan sonra.. O.nunla evlenme kararı verdirdikten ikimiz birlikte bu illetten kurtulmaya karar verdik ve beraberce bıraktık. 2002 Şubat ayı sonlarıydı sanırım 1 Nisan 2002 de sigarayı bırakıyoruz dedik ve bıraktık.. İtiraf ediyorum benim için çok zor oldu ve O olmasa bırakamazdım. İlk hafta yaşadıklarımı hatırlıyorumda tam bir kabus gibiydi.. Gün içinde olur olmaz herşeye ağladım o hafta boyunca.. O.ndan destek aldım hep.. Hem beni hem kendini motive etti. Söz yüzüklerimizin takılmasına tam 1 hafta vardı. Çok yoğun günlerdi aslında. 3-4 gün sonraydı sanırım mesaj attım, sigarayı bırakmak için uygun bir zaman seçmedik sanırım gibisinden birşeyler yazdım. Sonra cevap geldi : “Sana olan güvenimi zedeleme lütfen” diye.. Ve işte ben sigarayı asıl o anda bıraktım.

O günden beri hiç sigara içmedim. Oysaki tam 10 yıl boyunca aktif olarak sigara içmiştim. Son 4-5 yılında ise günde 1 paket içiyordum. Ama artık tiksinmeye başlamıştım.. Elimdeki, ağzımdaki kokusundan, pisliğinden..

Şimdi canım istemiyor mu peki? Elbette istiyor. Çok üzülünce, son sevinince, yemekten sonra ya da içki masasında… Çok çekiyor canım. Rüyalarımda defalarca sigara içtim ve içim yandı sonra pişmanlıktan.. Hep ben şimdi O.na ne derim diyerek uyandım uykularımdan..

Ama yine de kabul etmek lazım ki abartmadığınız sürece sigara içmek çok keyifli bir aktivite.. Hele de Marlboro Light paketini ilk açtığınızdaki o muhteşem şarap kokusu.. Ama abartmayacaksınız, hergün içmek gibi bir hataya düşmeyecekseniz eğer. Yoksa sonu felaket..

2005 yılında Radikal gazetesinde köşe yazarlarından Sevgili Nur Çintay, gittiği bir İtalya seyahatinde kapalı ortamlarda siara içilmesi yasak olduğu için içenlerin nasıl da zavallı (!) bir duruma düşürüldüklerini anlatmıştı. Ben de peki biz ne olacağız gibisinden bir güzel mail döşenmiştim kendisine.. O da ertesi gün yayınlamıştı maili aynen.. Buradan Nur Çintay’ın yazısına, şuradan ise benim cevabıma ulaşabilirsiniz.

05 Haziran 2007

Ambulans olayı...

Ne de sıkıntılı bir durumdur değil mi sıkışık trafikte siren çalarak adım adım ilerlemeye çalışan bir ambulansa denk gelmek ? Ben hep dua ederim içindekilere Allah şifa versin diye.. İstanbul malum trafiksiz zamanımız yok gibi. Ama o araç biliyorsunuz ki tehlikede bir can taşıyor, canhıraş cana can katmaya çalışıyor. İşte böyle durumlarda en sağ şeritte bile olsak yapmamız gereken çok basit ama çok da faydalı bir hareket varmış meğer. (Bugün mail ile geldi kaynağı belli değil, ama hemen paylaşmak istedim) Ben ilk kez duydum ve biraz da utandım bilmediğim için.


"Ambulans genelde solda... Sağ şerittekiler aldırış bile etmiyorlar... Nasılsa kendi arabalarında değil ki ambulans... Oysa asıl iş, asıl kurtarma işi yolun sağındakilerde. Siren sesini duyar duymaz sağdaki duracak... O durunca önünde boşluk oluşacak... Oluşan boşluğa da ambulansın yolunu kesen araç dolduracak... Siren sesinin anlamı bu.... SAĞDAKİ DUR ÖNÜNÜ BOŞALT... SOLDAKİ BOŞLUĞA KAY YOLU AÇ!!!... " diyor gelen mesajda..

Çok mantıklı, çok basit ama hiç uygulandığını görmediğim bir kural.. Ben ehliyet alalı 3 sene oldu ve ehliyet kursunda ya da sınavda da hiç bahsedilmiyor bundan.. Bundan sonra uygulamak ve sürücüleri uyarmak şart oldu tabi..


Hamiş : Bu arada Türkiye'de sıkça rastlanan bir görüntüdür ambulansın hemen arkasına takılıp güya hızlı ilerlemeye çalışan çok bilmiş, asalak sürücüler.. Onlar hakkında yorum bile yapmamak lazım.. (Bak yorum yapmayayım dedim ama ellerim aklımdan geçeni yazacak illa.. Hepsi şerefsiz onların... oh be söyledim rahatladım...)

31 Mayıs 2007

Bir büyülü bahçe ve bir sanatçı...



Dün gece tatilde tanışıp da sonrasında çok güzel dostluklar kurabildiğimiz bizim kızlar grubu ile beraberdim. Elvan ve Çiğdem ile buluşup, birşeyler atıştırıp, Funda’nın evine gittik. Fundacım 7 aylık büyülü bahçe olduğundan (Elif bebek geliyor) ona zahmet vermek istemedik güya ama bütün akşam boyunca da kuruyemişti çaydı meyveydi derken atıştırıp durduk. Tabi bütün bunlar bahane, asıl amaç birlikte zaman geçirmek.. Çok keyifli saatler geçirdik birlikte yine..

2001 yılının Ağustos ayında kuzenimle çıktığımız 10 günlük Ege-Akdeniz turunda tanıştık Funda ve Elvan ile.. İkiside son derece sıcak, samimi ve eğlenceli kızlardır. İstanbula geldikten sonra da ilerleyen güzel arkadaşlığımız zamanla herşeyimizi paylaştığımız, aylarca görüşemesek bile her buluştuğumuzda sanki dün görüşmüşüz gibi kaldığımız yerden devam edebildiğimiz sıkı bir dostluğa dönüştü. Çiğdem ise Elvanın okuldan arkadaşı, tanıştığımız andan itibaren hep pozitif elektrik aldığım çok şeker bir şahsiyet...

Malum gündelik hayatın karmaşası içinde çok sık görüşemiyor olsak da görüştüğümüz kısa zaman dilimlerinde öyle neşeli vakit geçiriyoruzki, bir sonraki görüşmeyi hep iple çekiyoruz.

İşte dün akşam da böyle zevkli, eğlenceli ve sıcacık birkaç saat geçirdik Fundanın evinde..




Eve geldiğimde ise TRT1’de her Çarşamba canlı olarak yayınlanan “Candan Erçetin ile Beraber ve Solo Şarkılar” programını seyrettim.. Mest olarak... Candan Erçetin’i zaten çok severek dinler, yılda bir kez olsun açıkhava konserine gitmeye çalışırım. Ama dün akşamki başkaydı gerçekten. Dün akşam ki programda konuğu Sezen Aksu idi.

Sezen Aksu... O bir kraliçe.. Hep söyleyecek bir sözü olan, hep kibar, naif, popülist davranışlardan uzak, kendi halinde, küçücük bir kadın o.. Şimdi 30’lu yıllarını süren bizim kuşağın her aşkında, her ayrılışında her kalp çarpıntısında en az bir kez dinlenilen, ruhumuzdaki fırtınaların dinmesini beklediğimiz liman o... O Sezen Aksu... Başka lafa gerek var mı ki?

Üniversiteden İstanbul’a döndüğüm yıldı sanırım, Yıldız’ın kuzeni bir organizasyon şirketinde çalışıyordu ve 6 gece sürecek olan Sezen Aksu konserleri için hostes arıyorlardı. Tabi işin içinde Sezen Aksu olunca ben, Yıldız, Yasemin ve Figen hemen balıklama atlamıştık olaya.. İş çıkışı direk Açıkhava’ya koşup, üzerimizi değiştirip, hosteslik yapmıştık. Görevimiz protokole gelen misafirlere yer göstermekti sadece. Çok zevkle yaptığımız, işimiz bitince konserde kalmamıza izin verdikleri için 6 gece üstüste Sezen Aksu’yu izleme şansına eriştiğimiz üstelikte üzerine bir dolu para kazandığımız çok eğlenceli günler geçirmiştik.

Dün gece de Candan Erçetin ile birlikte öyle güzel söylediler ki şarkılarını.. İnanılmaz bir asalet içerisinde.. Gerçekten kendimi konserde zannettim.. Bilmiyorum tekrarını veriyorlar mı o programın ama ben bile yeniden rastlarsam izlemek isterim. Kaçıranlara ise mutlaka izlemelerini tavsiye ediyorum.

25 Mayıs 2007

En güzel çay ???

En güzel çay hangi çaydır? En güzel tadı, demi, kokuyu ve o iyi çaya mahsus burukluğu formüle edebileniniz var mı?

İki sene önce O.nunla yaptığımız Doğu Karadeniz Yaylaları turunda gezdiğimiz şahane köylerden biri olan Çinçiva Köyü’nün kahvesinde içtiğimiz çay o kadar güzeldi ki, kahvenin sahibi amcadan formülünü aldık..

0.5 kg Tekel Filiz Çayı
0.5 kg. Tekel Tiryaki Çayı harmanlanır ve demlenir.

Ben bu karışıma 1 kutu da Tekel Bergamot Aromalı Çay ekliyorum. Demlenince kokusuyla, rengiyle ve tadıyla gerçekten “İşte çay budur” diyebildiğim bir lezzet çıkıyor karşımıza..
Gündüz içtiği çaylar yetmezmiş gibi her akşam 1 demlik çay tüketen bir çaykolikten şiddetle tavsiye edilir.

23 Mayıs 2007

Ada kaçamağımız ve bir sürpriz...


Ada kaçamağımız, Pazar günü kursa gitmek için İstanbula inmek suretiyle bölünmüş olsa da Cumartesi günü aldığımız çok güzel bir yeni bebek haberi keyfimizin hiç bozulmamasını sağladı.. Evet yanlış okumadınız, yeni bir bebek geliyor aramıza.. Biricik kardeşim Figen ikinci kez hamile.. Yağız’ıma kardeş geliyor yani.. Hepimiz çok sevindik tabi bu habere.. Gerçi hemen herkes Yağız’ıma ihanet ediyormuşuz gibi bir hisse kapıldı ama tabi çaktırmadık durumu kendisine.. Allah kısmet ederse kardeşiyle aralarında 4 yaş 9 ay fark olacak..

Tabi bu haber üzerine ben size yaptığım kaçamağı ne kadar ballandırarak anlatsam da boş.. Yine de bir kaç resim çekebildim tabi.. İlgilenenler için resimler Foto-terapi bloğumda...

Hamiş : Foto-terapi'deki ilk fotoğraf olan makarna salatası için asıl tarif Sevgili Hande 'nin sayfasında mevcut.. Ben biraz değiştirdim sadece..

18 Mayıs 2007

Şükür ...



Adı Katie Kirkpatrick, 21 yaşında ve kanser hastası.. Yaşamını nefes almak için oksijen desteği alacak kadar zor şartlarda ve acılar içinde hem de sıklıkla morfin almasını gerektirecek kadar acılar içinde yaşamak durumunda.. Ama yine de aşkı ve mutluluğu tercih etmiş belkide kalan kısacık ömründe.. Çocukluk aşkı olan adamla evlenmiş.. Mutluluğunu gözlerinde görmemek imkansız..

Bu gerçek yaşam hikayesinden çıkarmamız gereken sonuç ise aslında hayatımızda şükür etmek ve sırf bu yüzden çok ama çok mutlu olmak için ne çok sebebimiz olduğudur.

Hamiş : İlgilenenler için http://bop.nppa.org/2006/still_photography/winners/OES/67966/134496.html adresinde Katie'nin diğer düğün resimleri ve kısa hikayesi mevcuttur.


17 Mayıs 2007

Allahım sen bana sabırlar ver..



İnanamıyorum.. İnsanların nasıl bu kadar sorumsuz, düşüncesiz, ben merkezli ve bencil olabildiklerine akıl erdiremiyorum. Bir sınıf dolusu insana cumartesi sabahı 19-20 Mayısta kursumuz tatildir deyip de Çarşamba akşamı saat 17:00 arayıp, Pazar günü ders yapacağız denir mi Allah aşkına? Zaten haftaiçi full çalışan, haftalardır hafta sonuda kursa giden kafayı sıyırmak üzere olan biri olan yaptıkları saygısız ve düşüncesiz davranışa mı yoksa planladığım ve iple çektiğim kaçamağımın bölük pörçük olmasına mı kızayım karar veremiyorum... İmddddaaaattttttttttttttttttttt........

Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. Allahım sen bana sabırlar ver.. ....................................