Fotoğraf şuradan alınmıştır..
18 Ocak 2012
2012'nin İlk "Merhaba"sı...
Fotoğraf şuradan alınmıştır..
02 Temmuz 2011
Doğa için çal - 3
Doga icin cal! 3 - Gesi Baglari, Cemberimde Gul Oya, Cayelinden Oteye - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.
106 doğa sever müzisyenin katkılarıyla birbirinden güzel 3 türkümüz yeniden yorumlanmış..
Buyurun, kulaklarınızın pası silinsin...
01 Temmuz 2011
Hayatınız seçtiğiniz kadındır...

30 Haziran 2011
Doğa için çal - 2
Doga icin Cal 2 / Uzun ince bir yoldayim - official video from Doga icin cal on Vimeo.
91 doğasever sanatçının yüreğinden dökülen notalara buyurun..
29 Haziran 2011
Tarihe not düşmeli...
Tarihe not düşmek adına, sonradan unutma ihtimalimin olduğu birkaç başlık yazmak istiyorum bugün.
Çocuklar son hızla büyümekteler. Öyle ki, büyüdüklerini ancak küçülen giysilerden anlar oldum.. Bu aralar bir koşuşturmaca var hayatımızda ama koştuğumuz mecra belli değil.. Bu tempo arasında ben de kaynıyorum arada açıkçası..
Uzun zamandır kendim için yaptığım tek şey çalışıyor olmaktı. Bir de buna 1,5 aydır diyetisyen günlerim eklendi.. Öyle ki aynaya bakmaz olmuştum, salmıştım iyice.. Haziran başında emzirme işini de bırakınca artık kendime söyleyeceğim geçerli bir mazeretim/yalanım da kalmamıştı.. Başladım tanıdık bir diyetisyene.. İlk 4 haftada 4,3 kg. verdiğimi yazmıştım geçenlerde.. Pazartesi yeniden gidip tartılıcam bakalım son durum nedir diye.. Ama bunun şöyle bir faydasını görür oldum ki, hayatıma yavaş yavaş yürümek fiilini sokuyorum. Ama benim yürümekten kastım ancak eve gelmeden yapılan faaliyet olabiliyor maalesef. Çünkü bir sebeple eve girdikten sonra paçamdan tutup çekiştiren öyle çok şey varki, mümkün değil bir daha çıkıp da şöyle 1 saat site içinde bile yürüyüş yapamıyorum aslında..
Ben de şöyle bir yol buldum kendimce bu soruna karşılık; eve varmadan önce eğer ayakkabılarım çok rahatsız değil ise evin önünden geçen araçlara değil de uzaktan geçen araçlara binip, eve yürüyorum. Şu sıralar fazlası için ne vaktim ne de enerjim var maalesef.
Çocuklar ise dediğim gibi tam gaz gidiyorlar..
Emre’m, ilk gözağrım.. Gün geçtikçe bir fidan gibi serpiliyor sanki.. 3 yaşını henüz doldurmuş çocuktan fidan olur mu demeyin, oluyor vallahi ya da belki bu kuzguna yavrusu şahin görünüyordur bilemiyorum..

Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda çok yakın bir arkadaşım ile çocuklarımız karışmışlar ve sonunda ben onun oğlunu almışım, o da Emre’yi.. allahım o nasıl bir yürek sıkıntısıydı öyle rüyamda, içi daraldı, karabasanlar çöktü üzerime sanki.. Diyorum ki kendi kendime Emre o kadar naif ve her dediği yapılan bir çocuk ki şimdi orada ne deseler “tamam” diyecektir içinden gelmese bile.. Off şimdi bile düşündükçe kötü oluyorum, Allahım kimseyi evladından ayırmasın..
Kardeşiyle arası çok kötü olmamakla birlikte iyi de sayılmaz.. Bunda Erdem bücürünün iyice ayaklanmış olmasının rolü de var tabi kabul etmek gerek..Emre kuzum 3 aydır gündüzleri büyük ve küçük tuvalaetlerini tuvalete yapıyor ve sadece geceleri bez bağlıyorduk. 2 haftadır onu da kaldırdık.. Yatak alezi ve şarşaflar hemen hergün ıslanıyor ama napalım alışacağız bir şekilde…
Emre’yi sonbahardan itibaren haftada 3 yarım gün okula gönderelim diyoruz ama bakalım henüz net bir karar veremedik. Kuzeninin ana okuluna gidip konuştuk, fena değil ama daha önce bu konuyu hiç bilmediğimizden bilemiyoruz henüz..
Emre kuzum ile vakit geçirmek genelde çok zevkli..
Dışarı çıkınca hele onunla bir şeyler yapmak süper.. Her yere geliyor, her laftan anlıyor.. Birkaç kelime haricinde o kadar düzgün ve uzun cümleler kuruyor ki herkesi şaşırtıyor.. Ve bir de hafıza konusu var bizi şaşırtan.. İnanılmaz bir hafızası var, herkezi ve her şeyi hatırlıyor.. Bu yaş çocuklarının hepsi mi böyledir yoksa bizimkinde fil hafızası mı var çözemedik henüz..
Ve ikinci meleğim, Erdem’im.. Çok tatlı, çok uyumlu, çok hareketli, çok değişik bir bebeksin sen.. Sen de anneliğimin ustalığını yaşıyorum sanırım. Bu nedenle bu kadar uyumlu ve naifsin sen galiba..
11 aylık olduğunda başladın yürümeye.. Şimdilerde koşuyorsun neredeyse.. Yaptığın şeyin kötü bir şey olduğunu anlarsan ben “Erdem napıyorsun oğlum?” demeye varmadan yaptığın şeyi çabuk çabuk yapıyor, panikliyor ve kıkırdıyorsun bol bol.. Bu halinle seni yememek, o topiş ayaklarından ısırmamak mümkün değil.
En büyük aşkın abin tabiî ki.. “Edde, edde” diyerek peşinde dolanıyorsun sürekli olarak.. En sevdiğin ve en çok ilgi gösterdiğin oyuncak ise her zaman abinin elindeki oyuncak oluyor.. Tabi o sana vermek istemiyor, sen uzanıp almaya çalışıyorsun, o seni itekliyor, sen düşüp mızlıyorsun vs. vs..
Şu günlerde bir süredir şehir dışında olan dedeni özlüyorsun, evlerine gidince yatak odasını, banyoyu ve oturma odasını gezip “deddeeeee delllll” diye dedeni çağırıyorsun.
Ağzında 8 dişin var ve sen orda burada yerde ne bulursan kıtlıktan çıkmış gibi ağzına tepiyorsun.. Dün akşam baban abinin elindeki çikolatadan bir parça verince ağzına yıktın ortalaığı daha fazla yemek için için ama yemezler tatlım, daha çok küçüksün..
Saçlarını yakında keseceğiz, çok uzadılar ve terleyince kaşındırıyorlar gibi.. Ve arkadan Rahmetli Mehmet dedene öyle benziyorsun ki, şaşırmamak elde değil..
28 Haziran 2011
Ahvalimiz budur...

24 Haziran 2011
Yeşil'in Aslı'sı ile radyoda söyleşi...

Ortaya yanar döner karışık...
İşte meraklısına küçük küçük notlar geçmiş günlerden :
** Sabah saat 6:30 suları, yer bizim yatak odası, Emre uyanmış, yanımıza gelmiş, bizim yatakta kuduruyor.. Yatağın başlığının üzerine çıkmış babasının üzerine atlıyor, babası "oğlum biraz da annene doğru atla" diyor haince.. Emre gözlerimin içine bakıp veriyor cevabını : "Annecim sen benim gözümün nurusun, ben sana atlamam, babama atlarım"... Eriyip bitiyorum, babamız susuyor, susuyor...
** Akşam yemeği niyetine ne verdiysem reddeden Emre'ye muz vermeyi önerdim. "Anne muzu maymunlar sever, ben maymun değilim" dedi... "Peki oğlum" diyebildim sadece...
** Eğer ben bir şehzade annesi olsaydım ve haremde yaşasaydık, bizim evdeki kuzular eminim haremin de altını üstüne getirir, kalfalara ve cariyelere koca sarayı dar ederlerdi.. Ne o öyle sus pus şehzadeler oturuyorlar orada burada saksı niyetine... Çocuk dediğin azar, kudurur... Şehzade bile olsa:-)
23 Haziran 2011
Evde çiğ süt ile neler yapılabilir?

11 Mayıs 2011
Annelerin Dünyası yeniden yayında...

01 Nisan 2011
İdam Cezasını Destekliyorum !!!
Bir eli ile sıkı sıkıya tutmuş
neye malolduğunu bilmediği şekerlerini
diğer eli ile örtmüş
çamura batmış etekliğini
Bu yüzden
asla şeker vermez bayramda
kapısını çalan çocuklara
ve gözleri yaşla dolar
nerde görse sıvasız bir bina..
30 Mart 2011
Bizim evden haberler...


11 Mart 2011
1 TIK = 1 AŞI...

1=1 kampanyası ile Prima Unicef’e bir aşı bedeli bağışlıyor, tabi ki bizlerin yardımlarıyla.
Facebook'taki Prima Dünyası sayfasına girip BEĞEN i tıklamanız yeterli,
1beğeni=1 hayat kurtaran aşı demek oluyormuş yani.
Facebook müdavimleri hergün neler neler beğenmiyorlar ki, bir tık da bunun için lütfen...
Bloguma Dokunma !!!

18 Şubat 2011
Günün itirafı...

17 Şubat 2011
İki çocuklu annenin itirafları...
Burcu yazmış, çocuklarımızla ilgili itiraflar yapıyomuşuz, beni kimse ebelemedi, sobelemedi ama onun yazdıklarını okuyunca itiraf edesim geldi.. Buyrun iki çocuklu annenin itirafnamesine :
Çocuk yapmadan önceki günlerimizi tam hatırlamamakla birlikte çok ama çok özlüyorum. O kadar çok gezer, o kadar çok şey yapardık ki, şimdi hepsi mazide tatlı birer anı gibi asılı kaldılar sanki.. İşin tuhafı çocuklar büyüyecekler, biz eski sosyalliğimize yavaştan da olsa geri dönebileceğiz gibi bir düşüncem hiç yok. Hayatım boyunca bu iki küçük kuzu ile sadece mecbur kaldıkça dışarı çıkarak evde hapis hayatı yaşayacakmışım gibi geliyor.

Herkesin hamileliğini eşine söylediğinde olanlarla ilgili süper hikayeleri var ama benim yok. Emre'ye hamile olduğumu söylediğimde hatırlamıyorum bile ne dediğini, hadi ya falan gibi anlamsız laflar etmişti.. Sanki 13 aydır bu haberi bekleyen biz değildik. Erdem'e hamile olduğumu söylediğimde ise "yapma ya" demişti galiba, düşündükçe sinir oluyorum.. Çocuklarıma haksızlık gibi geliyor.
Emre'ye hamile iken internetten bir doğum videosu seyrettim (seyretmez olaydım) ve normal doğumdan soğudum. İki çocuğumu da epiduralli planlı sezeryanla doğurdum. Eşekler gibi pişmanım şimdi. Keşke Elif'i daha önce tanısaydım.
Yaşları Emre'ye akran olan tek çocuklu arkadaşlarımın çocuklarını düşündükçe ikinci çocuğu yaparak Emre'me ihanet ettiğim hissiyatına kapılıyorum.
Erdem'e "kaza kurşunu" ile hamile kaldığımdan kendimi salak gibi hissediyorum ve öncesinde yanlışlıkla hamile kaldıkları için küçümsediğim kadınların intikamı bu diye düşünüyorum. Ama aynı zamanda Erdem gibi bir mucizeye tanıklık ettiğim için de şükretmekten gözlerimden yaşlar geliyor genellikle..
"Mesleğimi değil ama çalışmayı seviyorum. Sabah evden çıkıp akşam gelmek iyi geliyor bana. Tam zamanlı anne olmayı becerebileceğime inanmıyorum, becerebilenlere şapka çıkarıyorum. Ve çalıştığım için zerre kadar vicdan azabı da duymuyorum. " demiş Burcu itiraf ederken, altına imzamı atasım geldi ...
Ve fekat çalışan annelerin vicdanlarını rahat ettirmek için çocuklarına sürekli oyuncak almalarını eleştirirdim eskiden ama galiba ben de bunu yapıyorum. İşyerimin karşısında bir avm olmasının dezavantajı büyük tabi.. Kendimi yaptığımın yanlış olduğuna dair telkin edeceğime de "ama o çocuk ve tek dünyası oyuncakları" gibi abuk fikirler de ürettiğim oluyor bazen.
Bazen iki çocuğun verdiği sıkıntı ve stresle başedemeyip Emreye karşı sesimi yükseltiyorum. Böyle durumlarda Emre hem niye böyle birşey yaptığımı anlamaya çalışıyor hem de ağlıyor genelde.. O zaman kendimden nefret ediyorum ve bu dünya güzeli iki evladı haketmediğini düşünüyorum.
Emre kardeşine karşı şiddet kullandığında onu en azından o sakinleşene ve Erdem'in ağlaması geçene kadar küçükten uzak tutmaya çalışıyorum. Bu esnada bazen el kol hareketlerim(tamamen Erdemi koruma refleksiyle sanırım) sertleşiyor ve birkaç kez Emre'yi iteklemiş gibi oldum bu sebeple. Düşündükçe içim eziliyor . Oysa Emrecik henüz çok küçük ve kardeşini kıskanıyor sadece..
İşyerimde telefonda Emre'nin ya da Erdem'in ağlamasını duyduğumda kabıma sığamıyorum ve hemen o an yanlarına ışınlanıp, onları sarıp sarmalayıp susturmak istiyorum.
Bu kadar güzel çocuklar doğurduğuma hala inananmıyorum ve kendimle gurur duyuyorum. Bu güzel çocukları haketmek için hayatımın bir döneminde birine müthiş bir iyilik yapmış olmalıyım diye geçiriyorum içimden hep.
Of... yoruldum valla.. Bir solukta benden bu kadar.. Dileyen kendini sobelesin, yazsın-çizsin lütfen:-)))
14 Şubat 2011
Çocuğum yemek yemiyor-du...
Sömestir tatili ve bir evde 4 çocuk...
Yağız 8 yaşında..
Yağmur 37 aylık
Emre 34 aylık
Erdem 8 aylık
Her kafadan bir ses çıkıyordu, çok yorucu ama çok güzeldi bence.. Yine de karar verdik, küçükler büyüyene kadar bööyle bir çılgınlık yapmıycaz:-))))))))))))))
Evde en çok tekrarlanan replikler ise şöyleydi :
Yağız : Anneeeeeeeeeee, Emre bana vuruyo... Yeşil arabamı robot yap, robotumu araba yap... Acıktımmmmmm....
Yağmur : Emme bana vuduuuuu....Huuuuuuuuuuuuuu...... O benimmmmmmmmmmm.... Huuuuuuuuuuuuuuuuu....
Emre : Ama ama ama...... Huuuuuuuuuuuu... Kıyal neyde?
Filiz : Şşşşştttttttttt, yavaş olun çocuklar Erdem uyuyor...... Emmrreeeeee vurma diyorum sana Yağmur'a... Yağmurrrrrrrr kızım bağırmadan konuşsana tatlımmmmmmmmm... Yağızzzzzz televizyonun sesini kıs teyzecim, kafam şiştiiiiiiiiii...
Figen : Yağızzzzzz, şimdi arıyorum babanııııııı.... Emreeeeeeee vurma kızıma........
Yazın adadaki halimizi düşünemiyorum ben... Kreş gibi olacak ev...
09 Şubat 2011
Hıncal Uluç'tan nefret ediyorum...

''Defne Joy Foster’ın Oğlu Can’a Mektup''
''Bir şeyi ilk nasıl öğrenirseniz hep öyle hatırlarsınız. Bu yüzden, üzerinden defalarca “geçilmiş” ve “görülmüş” gündem konularından yazmamayı tercih ediyorum. O konuda ya ilk gün yazacaksın, baktın “çiğnendi” duracaksın.Sen “görmeyeceksin” o haberi. Kimi okur senin durumu umursamadığını düşünür kimi konu hakkında çok radikal fikirlerin olduğu için görüşünü kendine sakladığını. Oysa basit bir şekilde, duruyorsundur sadece…
Ama şişersin…
Defne Joy Foster’ın ölümü hakkında o kadar çok yazıldı ki bir ben bir de Diyanet İşleri Başkanlığı kaldı açıklama yapmayan. Bu noktada ben (Diyaneti bilemem) topa girmemeyi tercih ettim çünkü eğitimim öyle. Yani hala Yenal’la çalışıyor olsak bana “çok görüldü o” derdi. O yüzden bu yazıyı rahatsız bir şekilde yazıyorum ama size değil. Defne’nin oğlu Can’a…
Sevgili Can,
Başka problemimiz, sıkıntımız yokmuş gibi, memleket oturdu, babanın ilerde sana annenin ölümünü nasıl izah edeceğini, düşünüyor. İyi ya da kötü annen hakkında yazılan yazıları, ilerde büyüdüğünde internetten annenin adını “google”layıp okuduğunda neler hissedeceğin “çok önemli mevzu” bazılarımız için.
İşin ilginci bunu mevzu kabul edip senin için dertlendiğini iddia edenler annen hakkında en biçimsiz yazıları yazanlar.
Hepsini boşver ve bir tek benim yazımı oku.
Oğlum bak, ben de anneyim ve senin anneni hiç tanımadım, bir kez olsun yan yana gelmedim.
Uzaktan iyi niyetli ve neşeli bir insana benziyordu. Güler yüzlüydü ve şakacıydı. Hareketliydi, kimi zaman hızlı konuşuyordu ve saçları sürekli kabarıktı. Bu ona sevimli ve biraz da çocuksu bir hava veriyordu.
Senin annen sana hamile kalan, seni 9 ay karnında taşıyan, doğuran, emziren, altındaki bezi değiştiren, popondaki kakaları yıkayan kadın.
Senin annen sağ elinin işaret parmağıyla senin dudaklarını aralayıp çıkmak üzere olan dişin var mı diye bakan, henüz dişin gelmediği halde eczaneye girdiğinde sana diş kaşıyıcı oyuncak alan kadın.
Senin annen sen gazını çıkaramayıp ağladığında seni kucağında gezdiren, sırtını okşayan, sen “pırt” yaptığında da sanki dünyanın en müthiş şeyine şahit olmuş gibi gülümseyen kadın.
Senin annen sen gece acıktığın için ağladığında, kan uykusundan uyanıp, seni kucağına alıp memesini ağzına veren ve emzirmekten yara olmuş göğüs uçları acısa da seni beslemeye devam eden kadın.
Bir gece sen hastalandın aniden, ateşin çıktı ve annen bekledi baş ucunda. Elinde ateş ölçer, sabaha kadar yarım saatte bir ateşini ölçtü, alnını sildi serin bezlerle.
Popon piştiğinde ise o kremledi poponu en iyi kremlerle. Hatta o ay almak istediği bir ayakkabı vardı ama almadı. Çünkü zor bulunan ve çok hızlı tedavi eden yabancı bir pişik kremi vardı, çok da pahalıydı, o ay durum biraz sıkışıktı. Annen sana pişik kremi aldı. Ve biliyor musun
Can, o ayakkabıyı alamamayı hiç umursamadı.
Can, ben senin anneni hiç tanımadım ama ben anneyim, benim de oğlum var. O yüzden sana bir anne, bir erkek annesi olarak şunu diyorum:
Seni bir tek bunlar ilgilendiriyor yavrum, bunun dışındakiler değil.
Annenin özel hayatında ne yapıp ne yapmadığı sen dahil kimsenin işi değil. Bu sadece babanı ilgilendiren bir konu anneannen, babaannen bile yorum yapamazlar annen hakkında. O yüzden gazetelerden 20 sene sonra sana ulaşmaya çalışan “vicdansız” bir takım insanlara hiç aldırma.
Çünkü oğlum inan bana, şu anda ortamlara ahlak dersi vermeye çalışan o insanlar var ya, onlar daha ahlaklı değil.
Can biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki yavrum, torunu yaşında kızlarla fingirdeyen yaşlı dedeler, adına sübyancılık denen durumu “sweetheart” deyip müesseseleştirdiler. Şimdi topluma “doğru neymiş yanlış ne olurmuş” annen üzerinden o dedeler anlatıyor, boşver…
Bu ülkede ünlü olmak isteyen yazarlar memelerini açmadan bir yerlere gelemiyor, yazı işleri müdürleri ile gönül eğlendirmeyenlerin yaptığı işler gazetelerde manşet olmuyor, üniversitede hocasının köpeğine bakmayan asistanlık bulamıyor, bulsa da hocayı bulamıyor çünkü hoca devletten “danışmanlık” kovalamaya çalışırken okula uğramıyor.
Bu ülkede hala organlarını satan insanlar var ve geçenlerde de Hizbullahçılar (bak bunu google’la işte) serbest kaldılar, aramızda dolaşıyorlar, her an birimizin kolunu bacağını bağlayıp canlı canlı gömebilirler.
Bu ülkede herhangi bir sabah programını aç, hiç ummayacağın bir yaşlı teyzeyi “emmim beni düttü, sonra ben muhtarla oynaştım, sonra bunu bizim küçük gelin görmüş, o da kaynıma söylemiş, kaynım da bizim gelini düttü, sonrada kocamı kömürlükte ölü bulduk” gibi yaşamlarını “bakkaldan iki kilo şeker aldım” der gibi anlattığı bir ülke.
Bu ülkede Can, 6 aylık bebeğe tecavüz eden sapıklar var. Bu ülke internette arama motorlarında “çocuk pornosu” nu en çok aratan ilk üç ülkeden biri.
Annenle ilgili yazılar yazan bazı insanlar bunlar burada yaşanmıyormuş gibi davranıyor ve ne olduğunu bilmeden ölmüş bir kadının ardından kusuyor.
Sen üzüleceksen eğer Can, neye üzül biliyor musun yavrum?
Annen hiçbir zaman seni okula götürüp akşam çıkışta seni kapıda bekleyemedi. Karneni görüp sana bisiklet hediye edemedi. Öğretmenler toplantısında senin için “yaramaz” diyen suratsız öğretmenle tartışamadı. Çok istediğin oyuncak seti için “önce matematik notların düzelsin bakalım” diye pazarlık yapamadı seninle. Sen kız arkadaşını alıp geldiğinde güler yüz gösterip kız gittikten sonra “koca popoluymuş bu” diyemedi sana.
Sünnetini, mezuniyetini, mürüvvetini göremeden gitti.
Sen üzüleceksen eğer düğün gününde karından sonra, üzerinde smokin, annenle bir dans edemeyeceğin için üzül.
Kucağında bebeğin, gözlerinde yaş, “bak babannesi” diyemediğin için. Bunlara üzül yavrum istediğin gibi, bu senin hakkın.
Ama annen bekar bir arkadaşının evine gitti diye üzülme. Çünkü o belki de lohusalık sıkıntılarını henüz üzerinden atamamış, belki depresyonda, belki mutsuz genç bir kadındı. Bir hata yaptı, bu kısmı seni ilgilendirmez.
Senin annen sana bakarken hayatında daha güzel başka hiçbir şey görmediğini düşünen, mutluluktan gözleri dolan başka bir kadın.
Sen üzüleceksen o gözlere doyamadığın için üzül, bu senin hakkın.
Ve babana dört elle sarıl, sahip çık, sev.
Baban bu zor günlerinde, sadece annenin acısıyla ya da senin için endişelenmekle kalmadı, bir de “reytink” kokusu alan leş kargalarına kulak tıkamak zorunda kaldı.
Gerisi seni ilgilendirmez.
Bizi de….''
Mehtap Erel
05.02.2011
04 Şubat 2011
Sinemaya ve/veya tiyatroya gitmek istiyorum
İlk oğlum doğduğundan beri ne sinemaya ne de tiyatroya gidemedim ben, biz hatta... Son seyrettiğimiz sinema filmi Büyü idi.. Son gittiğimiz tiyatro oyununu hatırlamıyorum bile..Düşünün artık gerisini...
Oysa vizyonda ne kadar güzel filmler var :
SANCTUM... Sualtı görüntüleri bol bir 3d filmi.. Yani 3 boyutlu gözlüklerle seyredilecek.. Ne sahneler vardır kimbilir denizaltının muhteşemliğini gösteren...
THE TREE.. Bir aile ve sevgi filmi.. Babalarını kaybeden bir ailenin, babalarının ruhunun bir ağaçta yaşadığına inanmalarını konu ediyor.. Sıcak ve naif..
AŞK TESADÜFLERİ SEVER... Bence son 50 hatta 100 yılın en tatlı jönünden içinizi ısıtacak bir aşk filmi.. Gülmek bir adama bu kadar mı yakışır yahu??? (Sevgili duymasın aman:-D)
Ha bir de eskiden yaptığım gibi Devlet tiyatrolarına sezonluk kombine bilet alıp, sonra oyundan birkaç gün önce bir telefonla ilk 5 sıradan rezervasyon yaptırıp tiyatroya gidesim var.. Ama ille de sevgili ile birlikte ve ille de AKM'nin önündeki kestaneciden bir avuç dolusu kestane aldıktan sonra tabi:-))))