16 Mayıs 2007

Kaçamak...

Küçük bir kaçamak yapmaya hazırlanıyorum. 19 Mayıs nedeniyle bizim Abap kursunu tatil ettiler. Yani 1 Temmuz’dan önce nefes alamayacağımı düşünürken birden önüme bir kaçamak fırsatı doğmuş oldu. Geçen seneden kalan 3 günlük ekstra iznimin iki gününü Pazartesi-Salı için alıp, 4 günlük bir kaçamak için Kınalıada’ya gidiyorum. Cuma akşamından gideceğim. Figen ile Yağız’ımı da örgütledim onlarda gelecekler. Gerçi O.nun Java kursu tatil edilmediği için O. Pazar akşamı gelip Pazartesi sabah adadan işe gidecek. Yani beraber olsak tam süüper olurdu ama benim böyle bir dinlenceye öyle çok ihtiyacım varki, O.nsuz da olsa gitmem gerekiyor.

Peki adada ne mi yapacağım : Öncelikle Yağız ve Figen ile vakit geçireceğim, annemle babamın üst düzeydeki ilgilerine mashar olup şımaracağımJ Gerçi Yağız bey geldiğinden beri bizim papuç çoktandır damda ama olsun.. Sabahları yürüyüş yapmayı planlıyorum tek başıma.. Sonra keyifli bir kahvaltı ve yorucu bir gün.. Adadaki evde uzun süredir yapmak istediğimiz şeyler vardı, Figenle onları yapacağız.. Yağız’ımı şımartacağımJ Parka gidicez, kek ve poğaça yapıcaz, suluboya resim yapıcaz, birlikte banyo keyfi yapıcaz...Bol bol kahve içip, fal baktıracağım J Pazartesi akşamı adada meşhurrr pazarımızı kurulacak. Henüz yaz aylarındaki kadar şenlikli değildir ama pazarı gezeceğim. Ada pazarı bir gün öğleden sonra gelip ertesi günü öğleden sonraya kadar açık kalır. Dolayısıyla Salı günü de pazara çıkacağım J

Of sanki 4 gün değil 14 gün kalacağım adada... Ama olsun hayal etmek güzel şey.. Yine de anlattıklarımın bir çoğunu yapmaya çalışacağım..

Hamiş : Bu arada başlık resmimi kendim yaptım.. Yani kendim yaptım dediğim internette iki kızın ve arada uçuşan kalplerin olduğu beyaz fonlu resmi buldum ve biraz değiştirdim. Orijinal halinin kime ait olduğunu bilmiyorum. Son hali umarım beğenilir..

04 Mayıs 2007

İyi ki doğdun Figen...

Bugün benim güzeller güzeli kardeşimin Figen'imin doğum günü.. Kendisi benden sadece iki yaş küçük olmasına rağmen hayatım boyunca hep benim küçük kızım gibi hissettiğim, ama aslında hep en yakın arkadaşım olan çok özel biridir Figen. Hayat bizi evlendikten sonra İstanbul'un farklı yakalarına atmış olsa da hep özlediğim, hemen her gün telefonlaştığım, akıl danıştığım, kardeşim, arkadaşım, dostumdur o benim..

İyi ki varsın canım kardeşim, seni çok seviyorum.. İyi doğmuşsun, nice yıllarda nice mutlulukları paylaşarak artırmayı umut ediyorum hep..

Dilerim eşinle, dünyalar güzeli oğluşun biricik Yağız'ımla, tüm sevdiklerinle her beraber nice mutlu sabahlara uyanırsın daha yıllarca..


Hamiş : Bugün aynı zamanda O.nunla nişan yıldönümümüz.. 2001'in güneşli bir Mayıs sabahında, Çamlıca'nın insanın içini ferahlatan esintileri ile eski bir Osmanlı konağında takılmıştı nişan yüzüklerimiz.. Şimdi nişan resimlerimize bakınca o gün bizimle mutluluğumuzu paylaşan iki güzel insanın (Ahmet Abi ve Şükrü Dayım) artık bizimle olmadıklarını hatırlayıp hüzünlensek de hayat herşeye rağmen devam ediyor diye teselli ediyoruz kendimizi...


________________________________________________________

26 Nisan 2007

Ada keyfi...



Herkes gibi biz de 23 Nisan tatilini fırsat bilip, 3 günlüğüne de olsa biryerlere kaçmayı çok istedik ama malum hafta sonu kursum var diye gidemedik.. Yani gidemedik derken şehir dışına çıkamadık manasında :-) Pazar günü kurs çıkışı, Yağız'cığımı emanet alıp babasından, doğru adaya koştuk.. O. da Kadıköyden vapura binince tam süper olduk ve ver elini Kınalıada ...

Bahar zamanlarında adaların tadı ayrı olur, hem kalabalık olmaz, hem tabiat yeni uyanıyor olduğundan börtü böcek olayı had safhadadır.. Ben çok severim şahsen ilk ve son baharda adaları..

Annemlerin evi Kınalıada'da.. Adaların en küçüğüdür Kınalı.. Hafta sonları hariç genelde sakindir hayat.. Hafta sonlarında ise malesef tam bir işkenceye dönüşür adanın yerlileri için hayat. Çünkü hele de çalışıyor ve denize girmek için hafta sonunu iple çekiyorsanız bile bizim gibi, malesef zor geçer.. Çünkü İstanbul'dan günübirlik gelen konukları vardır çokça.. Plajlar dolar, sokaklar dolar, orman dolar, vapurlar dolar o günlerde.. Biz hafta sonlarında o yüzden evin önünden denize girer, ve mümkün olduğunca bahçemizde vakit geçirir, çarşıya pek inmeyiz.. Ama yine de adada yaşamak demek benim için çok şey ifade eder.. Bir kere sabahları martı çığlıkları ve dalga sesleriyle uyanmak demektir adada kalmak.. Sonra bahçede asma ağacının gölgesi altında edilen mükellef bir kahvaltıdır.. Şen şakrak ve tembel bir gündür.. İllaki mangalda ızgara yapmak, keyifle bahçede yemek yemektir.. Bisiklete binmek, dondurma yemek, bahçede çekirdek çitlemek, geç saatlere kadar okey oynamak ya da muhabbet demektir adada kalmak.. Kısacası tüm çocukluğumun ve genç kızlığımın geçtiği yaz tatillerinin mekanıdır ada.. Onun için de hoştur, güzeldir, naiftir yani..

________________________________________________________

19 Nisan 2007

Cumartesi yoğunluğu...


Cumartesi günü Şişli Feriköy'de kurulan organik ürünler pazarına gidebilmek için çok çaba harcadım. Tabi bunda sevgili Sibel'in bloğunda yaptığı anlatımın büyük etkisi oldu, gerçi ben de ne zamandır gideyim diyordum ama denk geldi bu sefer aslında.

Cumartesi sabahtan 14:30 a kadar zaten Mecidiyeköy'de programcılık kursunda idim, çıkınca O.nu aradım O da Taksime gelmişti bile.. Buluşup önce kitaplarımı annemler yazlıkta oldukları için boş olan eve bıraktık. Sonra da çıktık ve metro ile Şişli'ye geçip, sora sora pazarın yerini bulduk.
Gerçi biz gittiğimizde pazar toplanmak üzereydi çünkü saat 16:30 olmuştu bile.. Dolayısıyla sebze ve meyve anlamında çok birşey bulamadık. Yalnız değişik otlar vardı, en diri görüneni ise ısırgan otuydu:-) Ben ısırgan otunun ısırganlığı ile Karadeniz Yaylalarındaki parkurlarda şahsen tanıştığım için kendim pişirmeye cesaret edemedim tabi.. Ama Necla Anne bu konuda çok tecrübeli olduğundan hemen alıverdik bir koca demet.

Yukarıdaki resimde yer alan iki çeşit makarna, çavdar unu, nar ekşisi, zeytin, mor lahana ve bulgur aldık pazardan. Henüz ısırgan ve siyah zeytinler dışında hiçbirini tadamadık ama en kısa sürede pişireceğim onları da..
Pazar hakkındaki izlenimlerim ise aslında çok da parlak olamadı malesef. Daha çok Mustafa Sarıgül'ün magazin showlarındn birisi gibi geldi. (Kendisine vaktiyle oy vermiş bir seçmen olarak bazı hizmetlerini taktir etmenin yanında böyle de düşünüyorum artık) Öncelikle verilen alan çok zor bulunuyor ve oldukça kötü.. Ama herşeye rağmen Anadolu'nun çeşitli yerlerinde organik ürün üretmek için hem doğa ile hem de malum piyasa şartları ile baş etmek zorunda kalan bir avuç idealist çiftçi için bu ürünleri hangi şartlar altında olursa olsun almalıyız, tanıtmalıyız diye düşünüyorum..


Cumartesi akşamı yorgun argın eve geldikten sonra ise ilk iş bir çay demlendi, banyolar yapıldı ve keyif başladı.. Oldukça yoğun geçen bir günün ardından şöyle ayakları uzatarak ince belli bardaklardan içilen mis gibi çayın ve yanındaki ev yapımı leblebi ile bir parça çikolatanın kime ne zararı olabilir ki kalori anlamında? Değil mi ama?

Ev yapımı leblebi ise eskiden annemin yaptığı, bizim çok sevdiğimiz, O.nun da artık çok sevdiği bir atıştırmalık.. Yapımı çok kolay, herhangi bir sebeple haşlanan nohutun 1-2 avuç kadarı derin dondurucuda saklanır. İstendiği zaman teflon tavada biraz tuz ve baharat ilavesi ile kavrulur.. Missss gibi kokar ve çok da besleyici olur :-)

________________________________________________________

18 Nisan 2007

Cumhuriyetimize Sahip Çıkıyoruz...


14 Nisan Cumartesi günü Ankara'da yapılan mitinge gidemedik ve aklımız orada kaldı. Benim programcılık kursum vardı malesef.. Cumartesi akşamı televizyonda görüntüleri izlerken ise duygulanmamak imkansızdı.. Hele dün mail ile gelen yukarıdaki bu resim karşısında benim gibi bir çok Türk vatandaşı gidememiş, görememiş de olsak o tarihimizin en güzel mitingini, gözyaşlarımızı tutamadık eminim.

Bugün Milliyet gazetesi köşe yazarlarından Sayın Hasan Pulur'un bu miting ve sonrası ile ilgili yazısı ise bir çok ankette politikacılardan bile daha az güvenilir bulunan Türk medyasının içinde bulunduğu zavallı hale işaret ediyordu..

Sayın Hasan Pulur'un bugünkü köşe yazısını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

________________________________________________________

10 Nisan 2007

Gittim, gezdim, gördüm.. (ve yedim-içtim:-)


Sayılı gün çabuk geçermiş hesabı, 4 günlük İtalya tatilimizi bitirdik ve döndük.. İtalya hakkındaki izlenimlerim kısaca şöyle :

Roma : Tarihle iç içe yaşayan, etkileyici, çarpıcı, pahalı ve güzel bir şehir. Kadınları da en az erkekleri kadar etkileyici ve çekici.. Mağazalar göz alıcı ve korkunç pahalı.. Free shop fiyatları bile bizdekinden fazla..

Pompei : Bizim Efes Antik Kent'imizin eline su dökemeyecek, hatta Efes'i görmüş birisi için sıradan bir yerleşim yeri.. Ama Deniz mahsulleri konusunda süperler.. Midyeli spagetti harikaydı.

Napoli : Malesef otobüste gezebildiğimiz, şirin bir sahil kenti.. Napoliten makarnası meşhur olsada biz rehberlerden mafyasını, ve ne kadar güvensiz bir şehir olduğunu dinledik sürekli.. Roma'dan 3 saatlik yolculuğa değmedi diyebilirim.

Yiyecek-içecek : Her yerde sadece dondurmacı, makarna ve pizzacı var. Makarnaları bizdekine göre az pişmiş olduğundan damak zevkimizin çakışmadığı lezzetler de tadılabiliyor. Pizzaları ince hamur ve lezzetli.. Özellikle 4 peynirli dedikleri süper.. Herkes her yemekte şarap içiyor. Ev yapımı şarapları yerine göre çok lezzetli olabiliyor.

İnsanlar : Sıcak kanlı, çat pat İngilizce konuşabilen insanlar İtalyanlar.. Sabırsızlar ayrıca da.. İtalyan kadınları çirkin, erkekleri yakışıklıdır sözü artık geçerli değil.. Kadınlar da çok güzel, bakımlı ve çarpıcılar..

Favorilerim ise şöyle :

Nereleri görmeli ?

Vatikan (özellikle kilisenin içi, vakit varsa müzesi)
Victoria Altarı
Aşk çeşmesi


Ne yemeli - içmeli ?

Pizza (özellikle 4 peynirli olanı enfes)
Makarna (Pompei Victoria hotel'deki midyeli spagetti süperdi)
Kırmızı şarap (Ev yapımı olanını iyi biryerde içerseniz süper oluyor)

Elimde 1.3 GB büyüklüğünde yaklaşık 300 fotoğraf var elden geçmeyi, düzenlenmeyi bekleyen..

Ama resimlerime şöyle bir gözatmak için yeni bloğum Foto-Terapi 'ye buyurun lütfen.. (Foto-Terapi sadece fotoğraflarımı paylaşacağım yeni bloğumun adıdır :-) Yakında vakit buldukça yeni İtalya resimlerini de ekleyeceğim tabi.

05 Nisan 2007

Kısa Kısa...


  • Garfield... Kahramanım benim.. Çok akıllı, çok tembel, çok şişman, çok obur...


  • Yarın sabah gün doğmadan yola çıkıyoruz.. Valizimi halen yapmadım.. O. gelemiyor diye bi tür kişisel protesto eylemi galiba bu.. Hissettiğim heyecandan ötürü kendimi de suçlamıyor değilim hani...


  • Blogumun rengini sık sık değiştirerek bir kararsızlık ve karektersizlik örneği mi çiziyorum bilmiyorum ama bu işlerde yeniyim ve hala içime sinen bir blog rengi bulamadım..


  • Bugün annemler gelecekler.. Gitmeden önce beni görmek istediler.. Özledim annemi ve babamı.. Akşam onlara şımarmayı düşünüyorum...


  • Pazar günü biricik yeğenim Yağız'ımın doğumgünü partisine katılamayacağım ilk kez.. 4 yaşında olacak benim birtanem.. Büyüdü artık o.. Cumartesi günü ona cevap veremediğim ilk soruyu sordu. Soru şuydu : "Teyze, içinden gelen ses kulak vermek ne demek?" Tıpkı annesi ve babası gibi kem küm geveledim lafı ağzımda.. Sonuçta tatmin edici bir cevap veremedim ona.. Var mı bu soruyu 4 yaşında bir velete alnımın akıyla açıklayabilirim diye cengaver? Buyrun buradan yakın...

04 Nisan 2007

Mis kokusuz sokaklar...

Ben küçükken bahçesinde ayva, incir ve şeftali ağaçları olan bir evimiz, evimizin bitişiğinde amcamların ve halamların evleri, halamın evinin bir bahçesi, bahçenin girişinde hanımeli, aşağısında dut ağaçları, her merdivende sağlı sollu dizilmiş öbek öbek yonca ve çan çiçeği saksıları olurdu. İşte ben o yoncaların yeşil yapraklarını köke yakın biryerinden koparır ve yerdim.. Biliyor musunuz yonca çiçeğinin sapları ekşi ekşi olur tıpkı asma yaprağının dalları gibi.. Ben çok sever sürekli tırtıklardım o yonca öbeklerini.. Halamla annem de hep kızarlardı bana karnım ağrıyacak diye... Halbuki hiç bu sebeple karnım ağrımadı benim..

Şimdi ise bahçesindeki 5-10 ağaç nedeniyle yeşilliği kısmen baskın bir sitede oturduğumuz için seviniyor, ama dalından meyvasını gönlümüzce koparıpta yiyeceğimiz bir ağacımız bile olmadığı için üzülüyoruz.. Çan çiçeğini fayanslar üzerinde görüp eski günleri hatırlıyor, yıllardır yonca görmemiş olduğumuzu, gördüğümüz bir resim üzerine hatırlayıp hayıflanıyoruz..

Bu sabah evden çıkıp servise yürürken farkettim ki bizim sokak malesef hiç kokmuyor.. Yani kokmuyor dediğim eskiden hatırlıyorum da bir yerden geçerken sıklıkla hanımelinin baygın kokusuna rastgelir, hemen oracıkta biraz daha oyalanarak, o mis gibi kokuyu içimize çekerdik.. Ya da olmadık yerlerde karşımıza çıkan yasemin kokuları bizleri mest ederdi.. Şimdi kokulardan da uzaklaşıyoruz, onların bize hatırlattığı güzel günlerden de..

Şimdi tek yapabildiğimiz resimlerle yetinmek, eski günleri hüzünle yad etmek ve içinde hanımeli ve yasemin kokuları olan parfümler kullanmak...

Ne acı bir durum değil mi?

Hamiş : Yukarıdaki resim sevgili Handan'ın
Objektif bloğundan alıntıdır. Teşekkürler Handan...

03 Nisan 2007

Roma - Napoli - Pompei


Şirkete 1 yıldır yapmakta olduğumuz projede göstermiş olduğumuz üstün performans nedeniyle, ödül olarak bir İtalya seyahati kazandık :-)
Cuma sabah erkenden gidip, Pazartesi gecesi döneceğiz.. Biraz heyecanlıyım galiba... Bu geziyle ilgili en büyük hedefim Canon D500 makinam ile bol bol resim çekecek olmam.. Ama keşke O. da yanımda olsaydı da birlikte gitseydik oralara diye hayıflanmadan da edemiyorum.. Bir de Yağız'cığımın doğum gününde yanında olamayacağım malesef...

26 Mart 2007

Gitmek...

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız ''kalk gidelim'',
öbür yanımız "otur'' diyor.
''Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki.. .
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardır ;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar. Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel

21 Mart 2007

Doğum günü hediyem...



Benim doğum günüm Ağustos'ta.. Ama geçen hafta çok şirin bir doğumgünü hediyesi aldım.. Ofisteki arkadaşlarım Berijr, Ağustos ayında aldığı hediyemi önce haftalarca kütüphanesinde unutmuş, sonra da ofisteki çekmecesinde saklamış. Saklamış derken, oldukça nevi şahsına münhasır bir kişilik olan Berijr'cım çok utanır hediye almaktan ve vermekten filan.. Bir türlü verememişti bana hediyemi.. Ben de kızmıştım kendisine aslında, çünkü birisini doğumgününde hediye alacak kadar önemsiyorsan, sana zor da gelse bu hediyeyi ona vermelisin dimi?

Neyse.. Sonuçta 7 ay sonra da olsa yukarıda gördüğünüz kediciklerime kavuştum.. Çok şirinler değil mi? Ben çok beğendim.. Paylaşmak istedim..


19 Mart 2007

...33...

Profilime girip bakarsanız Google hesabına göre 33 yaşında olduğumu görürsünüz.. Ben hep yıl hesabı yapıp 34 bulduğum için yaşımı (Lütfn doğduğumuz gün 1 yaşında mıyız muhabbetine girmeyelim) üzülüyordum.. Hala bir çocuk sahibi olamadığımız için bu gidişle bebeğin doğumu 35 e sarkarsa amniyosentez yapmaları gerekirse, ya düşük yaparsam ve bebeğimi kaybedersem diye paranoya yapıyordum bir süredir.. Demek ki hala vaktim var...

Bu aralar çok mu düşünüyorum bu konuyu ? Evet..
Manyak mıyım ? Evet...
Bunca uğraşmaya hala hamile kalamadım mı? Hayır...

Çekilebilirsiniz.. Bu günlük bu kadar...

Yorgunummmm dostlarım.......


Gelini ata bindirmişler “ya nasip ya kısmet” demiş derler ya.. İşte bizim hafta sonu tatilimizde aynen bu şekilde son buldu.. Cumartesi günü tüm gün Yağızcığımla vakit geçireceğim, Pazar günü de evde tembellik diye düşünürken olaylar çok farklı gelişti..

Cuma günü işten biraz erken kaytarıp, doğru annemlere gittim ve hasret giderdik sanki.. Hakan da geldikten sonra yemeğimizi yedik ve zaten zor zaptettiğimiz Yağız efendi kek yapalım diye tutturdu.. Ve birlikte kek yaptık tontişimle..

Sonra Yağızın babaannesinin rahatsızlığını duyup, ertesi günkü tüm planlarımızı iptal ettik. Çünkü sabah Figen ile Yağız’ın dönmeleri gerekiyordu.

Cumartesi sabahı erkenden kalkıp poğaça yapmak geldi içimden.. Tabi Yağız dururmu, birlikte yaptık poğaçaları.. Kahvaltının hemen sonrasında ise hep beraber Yağızın babaannesine gidip geçmiş olsun dedik ve vedalaştık minik canavarımla..

Hakan ile hava da güzel diyerek Eminönü’ne gittik. Biz çok severiz oaralarda gezmeyi.. Alışveriş yapmayı J Çok abartmamakla birlikte gezdik ve iskeleye kadar yürüdük ki orada benim aklıma balık-ekmek olayı düştü.. Vapuru beklerken yarımşar ekmek arası soğanlı ve bol yeşillikli ızgara balıklarımızı yiyiverdik. Çok eğlenceliydi doğrusu.. Ama eve geldiğimizde ikimiz de yorgunluktan bayılmak üzereydik.. Hemen bir çay demleyip, DVD'ye Çetin Tekindor ve Vahide Gördüm’ün başrollerini paylaştıkları İlk Aşk adlı duygusal bir filmi takıp seyrettik.. Tabi sonra açıktık yeniden ve yemek yemeğe üst kata Hakan’ın annesine çıkıverdik.. Laf aramızda bu altlı üstlü oturma durumları çok avantajlı oluyor böyle durumlarda.. Neyse lafı fazla uzatmayalım, yemekten sonra eve geldik tam banyolar yapıldı ve daha geceden Pazar günü için hayal edilen tembelliğe dalış yapılmıştı ki, Hakancığımın halası aradı ve müsaitsek amcalarla Pazar günü bize gelmek istediklerini söylediler.. Tabiki buyrun dedik.. İlk kez geliyorlar evimize amcalar.. Ama tabi bu demek olduki bizim Pazar günü hayallerimiz kuş olup uçtular.. Pazar günü erken kalkıp yemekti, temizlikti, hazırlıklar yapıldı. Misafirlerimiz için bir de tatlı-pasta arası birşey yaptım.. Yoğun ama güzel bir gündü sonunda.. Şimdi nasıl mıyım? Yorgunnnnnnnnnnn....

16 Mart 2007

Beşiktaş pazarı günlerimiz...


Biz eskiden yani henüz kardeşim de ben de evlenmeden önce Cumartesi günlerini iple çeker, kahvaltıdan sonra da kendimizi evimize çok yakın olan Beşiktaş Pazarına atardık. Bazen annem de gelirli bizimle.. Elimizdeki tüm parayı harcayıp, saatlerce yayıla yayıla alışveriş yapar, gerekli gereksiz ama hepsi çok ucuza alınmış birsürü poşetlerle yorgun argın eve dönerdik. Pazara giderken yürümüşsek bile dönüşte yorgunluktan mutlaka taksiye biner, evde yemek için de taze simit alırdık. Eve dönünce ilk iş bir çay koyup, biraz dinlenip, mutlaka koca bir tabak patates kızartıp, çay-simit-patates üçlüsünün dayanılmaz hafifliğine (!) bırakırdık kendimizi. Sonra pazarın kritiği yapar, aldıklarımızı dener, bir dahaki pazar ziyaretimiz için plan bile yapardık.

Şimdi niye geldi bunlar aklıma ? Çünkü bu akşam iş çıkışı anneme gidicez, Figen'ler de orda olacaklar. Yarın pazara gidemesek bile oldukça keyifli bir gün geçireceğimizi düşlüyorum. Hem sanırım annemleri ve evi de özledim. Babam annemi de alıp adaya kaçmadan önce 1 geceliğine de olsa orada kalmak istiyorum..

Herşeyden önce bütün gün Yağız ile birlikte olacağız.. Muhtemelen, Yağız ile birlikte bol çikolatalı bir kek yapıp, arkasından mecburen bir de banyo keyfi yapacağız.. Beyimiz aklı fikri hep muzurlukta olduğu için çok seviyor kek yapmayı benimle birlikte:-)) Benim de canıma minnet tabi:-)

Yani keyifli bir hafta sonu bizi bekliyor diye umut ediyorum.. Bakalım şansımıza ne çıkacak?

(Sitemi okuyan çok az kiş olduğunu biliyorum ama yine de okuyan herkese keyifli günler dilerim..)

14 Mart 2007

Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplumsal uzlaşma...

"Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkemizde derin kaygılar uyandırmaktadır. Zira, ülkemizin birliğini ve ulusumuzun bütünlüğünü temsil eden Cumhurbaşkanının toplumsal uzlaşma ile değil, dayatma ile seçilmesine çalışılmaktadır.

Cumhuriyetimiz, devletimiz ve tüm yurttaşlarımız ile barışık, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş, dürüst, demokrat ve laik bir kişinin Cumhurbaşkanlığı makamına toplumsal uzlaşmayla seçilmesini savunuyoruz.

Bu nedenle, tüm demokratik kuruluşlarımızı ve duyarlı yurttaşlarımızı toplumsal uzlaşmaya dayalı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi hedefi doğrultusunda tavır almaya ve güç birliğine davet ediyoruz."

diyen ODTÜ Mezunları Derneği - www.toplumsaluzlasma.org grubunu desteklemek için siz de kurdela takın...

Çayır çimen geze geze...


Yağmur yağan her yerde topraktan kendi kendine çıkmış çimenler görülebilir. Bahçe çimi gibi dekoratif ve düzgün yapıda olmasalar da dünyanın dörtte birine yakını çimenlerle kaplıdır. Dünyada tabiatın bu kadar bol bahşettiği başka bir bitki yok gibidir. Çimen tabiatta, yerde biten otların genel adıdır. Yaklaşık 7 bin cinsi vardır. Çimgillere şekerkamışı, bambu, pirinç, buğday, darı ve yulaf da dahildir, yani çimgillerin bir kısmı gıda maddesi olarak tüketilmektedir. Zamanımızda çim denilince evlerin bahçelerinde ve spor alanlarında bulunan ve biraz da sosyal statüyü gösteren, ekimi ve bakımı özen isteyen özel bitkiler anlaşılıyor. Tabiattaki çimler kendi kendilerine büyürler, yağmurla gelişirler ama bahçelerdeki çimleri yeşil tutabilmek için sulamanın yanında boylarını da sık sık kesmek gerekir. Özellikle makine ile kesilen çimlerden etrafa hoş bir koku yayılır. Diğer bitkilerde olduğu gibi çimlere de yeşil rengi veren, fotosentez işleminin yapılmasını sağlayan, klorofil denilen pigmentlerdir. Bitkilerdeki klorofilin moleküler yapısını kandaki hemoglobinin yapısı ile benzerlik taşır. Aradaki fark hemoglobindeki demirin yerine klorofilde magnezyumun bulunmasıdır. Bu tip moleküler yapıya sahip elementlerin bir ortak özelliği de hava ile temas ettiklerinde keskin bir koku yaymalarıdır. Kesilen çimden yayılan kokunun nedeni de açığa çıkan ve hava ile temasa geçen klorofil pigmentleridir.

Not : Mail ile geldi,kaynak bilinmiyor.

10 Mart 2007

10 Mart:-)


Safiye benim Kanada'da yaşayan dostum.. Aslında dostumuz demeliyim çünkü o hem benim hem de Figen'in en iyi dostlarımızdan biridir. Onunla tanışmamız Figen ile aynı kursa gittikleri günlere rastlıyor.. Kurstan eve gelip, tvde çizgi film seyredişleri dün gibi aklımdadır.. Kendisi aynı zamanda babamın 3. kızıdır. Hatta o kadar kardeş gibiyiz ki evlenirken enişte bey (Sedat) onu babamdan istedi.. Biz ailecek onu çok severiz..
Şimdi hayat şartları bizi birbirimizden çokkk uzak diyarlara sürüklemiş olsa bile, kalbimizhep onunladır. Sevgili Safiye'nin bugün doğumgünü.. Bugüne kadar hep kart yollamak, mail atmak şeklinde kutlamıştım doğumgününü.. Bu yıl ise malum ben de bir blog sahibi olaraktan ve Safiye'nin de beni buradan izlediği bildiğim için, değişiklik yapayım dedim..

Sevgili arkadaşım, kardeşim, nice mutlu yıllara... İyiki doğdun, iyiki seni tanıdım.. Yeni yaşında daha mutlu, daha huzurlu, daha zayıf :-), daha çocuklu ve bize daha bir yakın olursun inşallah.. Temmuz'da burada olacağın günleri iple çekiyorum. Seni çok seviyoruz ve özlüyoruz..
Filiz, Figen, Yağız...

07 Mart 2007

Yıldız...


Yıldız benim en eski dostum diyebilirim. Ortaokulda aynı sınıftaydık onunla.. Önce o sarılık olduğu için uzun süre görüşemedik ama okula dönünce yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez olmuştur.. Ortaokul mezuniyet töreninde, ailelerimizle gittiğimiz pikniklerde, onlarda veya bizde kaldığımız eğlenceli gecelerde, Yedikule’de, Kınalıada’da, lisede, dershanede, sahaflar çarşısında, açıkhavada Sezen Aksu konserlerinde, üniversite dönüşü İstanbul’da hep birlikteydik zaten.. Liseye giderken rahmetli Cemal Amca’yı Kınalıada yazlık kiralamak için ikna edince de yıllarca yaz aylarında da hep dip dibe beraber olmuştuk.. Sonra bir nedenden ötürü birkaç yıl görüşmedik.. Ve ben o yıllarda aynen şimdi olduğu gibi onun doğum gününde hep onu düşünür, acaba şimdi ne yapıyor diye merak ederdim.. Tekrar görüşmeye başladıktan sonra karşılıklı olarak aynı şeyleri düşündüğümüzü anlatınca birbirimize, şaşırmıştık... Ben onun doğumgününde onu, o benim doğumgünümde beni düşünüyorduk..

Sonra bir gün Yıldız işyerimden beni aradı ve kaldığımız yerden başladık.. Dostluk dediğimiz şey eğer araya giren yollara-yıllara rağmen karşılaştığınız anda bıraktığımız yerden başlamak değil midir zaten?

Bugün Yıldız’ın doğumgünü.. Nice mutlu yıllara sevgili dostum.. Yeni yaşında daha mutlu, daha sağlıklı, daha bol çocuklu olmanı diliyorum tüm kalbimle.. İyi ki varsın.. Son zamanlarda evler, evlilikler, eşler, çocuklar araya girerek bir parça uzak düşürdüyse de bizi farketmez değil mi? Biz ilk karşılaştığımız gün yine kaldığımız yerden başlayabilecek kadar iyi birer dostuz birbirimize...
(Not : Sen aslında frezya seversin biliyorum ama şimdilik bununla idare edersin değilmi:-)

05 Mart 2007

Yazın Safiye geliyorrrrrrr........

Safiyecim canım mail atmış bana, ancak okuyabildim.. Yine gözümden süzülen iki damla yaşa engel olamadım. Öyle güzel şeyler yazmışki canım dostum ta Kanada'lardan.. Yine çok özlediğimi hissettim onu.. İçim burkuldu yine.. Ama güzel haberi sona saklamış.. Temmuzda gelecekmiş hem de 1,5 ay için.. 2 sene önceki gelişinde birtürlü denk getiripte söyle uzunca bir süre birlikte olamamıştık... İnşallah bu yaz biraz olsun hasret gidereceğiz.

Yazın Safiye geldiğinde adaya gitsek.. Ben, Hakan, Safiye, Figen, Yağız ve Nejat... Sabah erken kalkıp onlara patatesli omlet yapsam, sonra denize giderken yanımıza içine patates kızartması koyduğumuz sandviçlerimizi alsak, Yağızın peşinde koşmaktan çok yorulsak, güneşten kızarsak, akşam üzeri kek yapıp çayla yesek, ekmek almak için çarşıya gitsek, şamfıstığı ve çok şeker alıp dönsek, akşam yemeğine babam ızgarasını yaksa ve bize mangalda sucuk yapsa, rakımızı açsak, Safiye'ye ilk rakı içiren kişinin babam olduğu günleri yad ederek, annemin zeytinyağlı barbunyası eşiliğinde yemeğimizi yesek, Safiye ve Figen birer bahane bulup, sofrayı toplamaktan da kaçsalar, bisikletle ada turuna çıksak, külahta dondurma yesek, çok yorulsak, gece bahçede çekirdek çitleyip, kabuklarını yere savursak... Ne dersin Saf'ım var mısın?

Evim evim güzel evim...

Taşındık ve en sonunda oldu.. Artık kendi evimizde oturuyoruz.. Evimiz çok şirin oldu.. İçime sindi.. Yakında birkaç resim ekleyeceğim buraya...